Revan zor bir dönemi konu ediniyor. Nasıl hazırlandınız yazmaya? Romana hazırlık evresinden bahseder misiniz?

Yazmanın bir reçetesi yoktur, yazmak yazarak öğrenilen bir şeydir. Hazırlığımın büyük bir kısmını çalıştığım metnin zamanını, mekânını, dönemini olgunlaştırırken yapıyorum. Revan’a dair çok okuma yaptım, Çukurova’yı bitki örtüsünden insanına, sıcağından soğuğuna, gündelik yaşamından tarihsel gelişimine kadar öğrendim. Bugün bir Avşar Türkmeni kadar çadırları hakkında bilgi sahibiyim dersem abartmış olmam, tabi ki Kürt kültürü hakkında da öyle. Revan’ı yazmak yaklaşık iki yılımı aldı, çalışmanın ilk yılında ciddi okumalar yaptım, ikinci yılındaysa neredeyse her gün okuma yapıp romana çalıştım.

Revan romanının arka fonunda Osmanlı’nın Avşarları yerleşik hayata geçmeye zorlaması, Avşarların ayaklanması ve ayaklanma sonucu yaşanan büyük kırım yer alıyor. Osmanlı askerlerinin içinde Kürt birlikleri de yer alıyor. Önde ise Türklerin büyük ozanı Dadaloğlu ile Kürtlerin büyük ozanı Evdal’ın kişisel öyküsü yer alıyor. Romanı neden bu iki ozan üzerinden kurguladınız? Neden bir savaşı anlatmak yerine aynı coğrafyada yaşayan iki kültürü bu iki ozanla anlatmaya çalıştınız?

Aslında evveliyatı yüz yıla dayanan bir sorunun temeline inmek istedim, maksadım probleme dönüşen bir durumu tekrar tekrar hatırlatmak değil, iki toplumun ilişkisine başka türlü de bakılabileceğini, meselenin silahların gölgesinden ziyade kültürel bir birikimin ışığından da görülebileceğini hatırlatmak istedim. İki ozan şüphesiz tarihe mal olmuş karakterler ve yaşadıkları toplumun kültürel dinamizminin en tepesindeki insanlar, bu da onları önemli kılıyordu. Savaşın ne denli yıkıcı sonuçlar doğurduğu anlatılabilir, nitekim pek çok romancı tarafından anlatıldı da. Fakat savaşın gölgesinde bütün yıkıcılığına rağmen insani olanı görmek zordur, Evdal ve Dadaloğlu’yla bunun görülmesini istedim.

İki ozanı anlatıyorsunuz. İki kültürün söz üstadını. Bir milletin şifreleri en çok ta sözlü kültüründe çözülür. Sözlü kültürüyle kendini ortaya çıkarır. Dadaloğu ile Evdalê Zeynikê’yi araştırırken, yazarken, anlatırken iki kültür arasında nelerle karşılaştınız? Benzerlikler ve farklılıklar noktasında neler söylersiniz?

Sözlü kültürün hangi topluma ait olursa olsun ozanlarca benzer bir yaklaşımla sonraki kuşaklara aktarıldığı görülüyor. Çoğu ozan yaslandığı toplumun destanlarını, kahramanlık hikâyelerini, aşklarını, âşıklarını, acılarını, sevinçlerini süslü bir söyleyişle aktarır. Karacoğlu’nun Nemçe’sinde, Dadaloğlu’nun şiirlerinde, Evdalê Zeynikê’nin klamlarında, Köroğlu’nun, Pir Sultan Abdal’ın yapıtlarında benzer toplumsal duyarlılıklara rastlanır. Örneğin Dadaloğlu ve Evdalê Zeynikê’nin eserlerinde aşk da vardır savaş da, acı da vardır kahramanlıklar da, tinsel olan da vardır maddi olan da, tarih de vardır kültür de. Dolayısıyla Dadaloğlu’nun anlattıklarında Evdal’ı, Evdal’ın anlattıklarında Dadaloğlu’nu, Köroğlu’nun anlattıklarında Pir Sultan Abdal’ı, Pir Sultan Abdal’ın anlattıklarında Köroğlu’nu gördüm. Adını anmadığım pek çok ozan hem kendine has bir edebi kişilik yaratmıştır, hem de benzer toplumsal hadiseleri öne çıkarmıştır. Bütün bu ozanların farklılıkları kendilerine has üslupları, benzerlikleriyse toplumsal duyarlılıkları olmuştur.

Dadaloğlu Evdalê Zeynikê’ye göre daha çok bilinen, tanınan bir ozan. Evdal ise Dadaloğlu’na nazaran çok bilinen biri değil. Bu iki ozanı karşılaştırmanın bir risk olabileceğini düşündünüz mü? Neler söylersiniz?

Aslında risk olarak görmedim, çünkü maksadım bir karşılaştırma yapmak değildi. Zaten kültürleri kıyaslamayı, birisini diğerinden üstün tutmayı, karşılaştırmayı doğru bulan biri değilim. Amacım toplumsal bir hadiseyi iki büyük halk ozanı üzerinden anlatmaktı ama sizin gibi düşünen çok insan da oldu tabi. Aslında romanın ana hatlarına çalışırken kaynak araştırması yaptım, Evdal hakkında neredeyse yok denecek kadar az belgeye ulaştım, fakat Dadaloğlu öyle değildi, hakkında yazılmış onlarca kitap vardı. Pek çok söyleşiye gittim, söyleşiye gelen insanlara sorduğum ilk soru Dadaloğlu’nu tanıyıp tanımadıkları oldu, neredeyse herkesin verdiği cevap aynıydı; evet tanıyoruz. Fakat benzer soruyu Evdal için yönelttiğimde, pek çok insanın onu tanımadığını gördüm. Sonrasında ne denli iyi bir fikirle yola çıktığımı da anladım, yani ortada bir risk varsa bu riske değdiğini gördüm. Dediğim gibi maksadım iki ozan arasında bir karşılaştırma yapmak değil, yaşadıkları toplumu benzer şekilde etkilemiş iki insanın hünerlerini göstermek ve böylece toplumsal bir meseleye başka türlü bakılabileceğini anlatmaktı. Benim için yazı hayatıma dair tek risk vardır o da kendimi anlatamamak ya da anlaşılamamaktır.

Dadaloğlu Evdal’a “Halkının ozanı ol.” diyor. Nasıl halkın ozanı olunur? Neler söylersiniz?

Halk ozanı, halkı için türküler söyler, stranlar okur, sanatını halkı için icra eder. Romanda Dadaloğlu’nun Evdal’a söyledikleri aslında zamanı aşan sözlerdir, pek ala kendine de söylenmiş sözler olarak düşünülebilir. Yazar, ozan, şair yazdıklarının gücünü halkının mitolojisinden, deyişlerinden, gündelik yaşamından, giyim kuşamından, yemek kültüründen, dini duygularından alır. Dolayısıyla yaslandığı bir yer varsa o da bunlar olmalıdır. Daha önce bir söyleşimde ifa etmiştim, yine söylemeyeyim; kendine ve halkına yaslanmayan hiçbir sanatçı ayakta kalamaz. Çünkü bir sanatçının ayakta kalabilmesi için bir iskeletten fazlasına ihtiyacı vardır, bu da kökleri, hikâyeleri, destanları, deyişleri yani yaslandığı halkından başkası değildir.

Evdal’in çocuğu olmuyor. Üç çocuğu evlatlık ediniyor. Bu çocukları çok seviyor. Oğlunun birinin adı Temo, birinin Bengin, kızının adı da Meryem. Bu isimler Kürt, Türk ve Hristiyan kültürlere ait. Bu adların seçiminde herhangi bir etken var mı? Coğrafyadaki kültürün çeşitliliği mesela…

Temo’nun Evdal’ın evlatlığı olduğunu biliyordum, fakat diğer iki kardeşinden adından haberdar değildim. Yanlış hatırlamıyorsam ya Ahmet Aras’ın Evdalê Zeynikê çalışmasında ya da Mehmed Uzun’un Abdalın Bir Günü romanında çocuklarının adı geçiyordu. Bu iki kitabın birinde Evdal’ın karısıyla bir konuşmasında iki evlatlığı daha olduğu yazıyordu. Kitaplarım katmanlı bir okumaya açıktır, fakat sorduğunuz sorudaki gibi isimler, semboller üzerinden göndermeler yapmadım hiç.

Romanda Evdal bir turnayla yarenlik ediyor. Onu yanından ayırmıyor. Neden başka bir kuş değil de turna?

Evdal’ın turnasıyla ilişkisi kurgunun bir parçası değildi, gerçekten de onun hayatının bir kısmı romanda anlatıldığı gibidir. Âmâ bir ozana dönüştükten kısa süre sonra kanadı kırık bir turnaya rastlar, onun da kendi gibi terk “arkadaşları” tarafından edildiğini anlar, turnanın yalnızlığıyla kendi hayatının benzerliği etkiler yaşlı ozanı, bu da onu turnaya daha fazla yakınlaştırır. Temo ve turna git gide onun sadık iki dostu olurlar artık. Onlara hitaben söyler klamlarını. Revan’da turnayı anlatmasaydım olmazdı, kısmen de olsa kurgunun bir parçası kıldım.

Revan’da belli ki mekânları, halkın giyim kuşamını, gündelik yaşamı, doğayı, inançları, insan ilişkilerini iyi çalışmış, emek vermişsiniz. Bu yoğun emeğin nedenleri hakkında neler söylersiniz?

Revan bir dönem romanı, dikkatinizi çektiyse kitabın herhangi bir yerinde tarihsel bir bilgi bulunmuyor. Öyleyse bunun bir dönem romanı olduğunu nereden anlayacağız? İnsanların gündelik yaşamından, inançlarından, sosyal ilişkilerinden, giyim kuşamından, doğadan ve anlatılan dönemin atmosferinden anlayabiliriz ancak. Dönemin ruhunu yansıtabilmek için bütün bu saydıklarımı özenli bir şekilde aktarmam gerekiyordu. Revan’a hazırlanmak uzun bir çalışma gerektirdi bu açıdan.

“Müşir Zeki Paşa’yı kabul ettiğinden beri hanedanlığın gücünü arkasına almış, bölgenin en güçlü beylerinden biri olmuştu. Fakat eski günlerdeki huzuru da aynı hızla terk etmişti Onu.” Sürmeli Mehmet Paşa’ya anlatan bu cümleler aslında bu toprakların yüzlerce yıllık kaderini anlatıyor. Gücü ele geçirenler huzurlu olamıyor. Yaşamamızda da bu böyle. Kimi dinlesek eski zor zamanları, yoklukları, yoksunlukları özlemle anıyor. Neler söylersiniz bu konuyla alakalı?

“Güç” denen şey doğru kullanılamayınca, kullanan için de zehirli bir şeye dönüşüyor. Yönetmek muktedir olmak demek değildir, hâkim olmak da öyle. Yani hükmedebilir ama hâkim olamayabilirsiniz. Bir siyasal erk gücünü adaletle birleştirdiğinde ancak sağlıklı bir şekilde yönetebilir. Bana kalırsa Müşir Zeki Paşa ne yaptığını biliyordu ama ondan güç alan aşiret liderlerinin sarhoşluğu pek çok adaletsizliğe kapı araladığı için onca sorun yaşandı; adil olamadıkları için kendileri de huzurlu olamadılar hiçbir zaman.

Son olarak neler söylersiniz?

Bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ederim.

Biz teşekkür ederiz.

Muaz ERGÜ

Abdullah Aren ÇELİK

QOSHE - Çelik: “Revan’ı Yazmak Yaklaşık İki Yılımı Aldı.” - Muaz Ergü
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Çelik: “Revan’ı Yazmak Yaklaşık İki Yılımı Aldı.”

3 22
13.04.2024

Revan zor bir dönemi konu ediniyor. Nasıl hazırlandınız yazmaya? Romana hazırlık evresinden bahseder misiniz?

Yazmanın bir reçetesi yoktur, yazmak yazarak öğrenilen bir şeydir. Hazırlığımın büyük bir kısmını çalıştığım metnin zamanını, mekânını, dönemini olgunlaştırırken yapıyorum. Revan’a dair çok okuma yaptım, Çukurova’yı bitki örtüsünden insanına, sıcağından soğuğuna, gündelik yaşamından tarihsel gelişimine kadar öğrendim. Bugün bir Avşar Türkmeni kadar çadırları hakkında bilgi sahibiyim dersem abartmış olmam, tabi ki Kürt kültürü hakkında da öyle. Revan’ı yazmak yaklaşık iki yılımı aldı, çalışmanın ilk yılında ciddi okumalar yaptım, ikinci yılındaysa neredeyse her gün okuma yapıp romana çalıştım.

Revan romanının arka fonunda Osmanlı’nın Avşarları yerleşik hayata geçmeye zorlaması, Avşarların ayaklanması ve ayaklanma sonucu yaşanan büyük kırım yer alıyor. Osmanlı askerlerinin içinde Kürt birlikleri de yer alıyor. Önde ise Türklerin büyük ozanı Dadaloğlu ile Kürtlerin büyük ozanı Evdal’ın kişisel öyküsü yer alıyor. Romanı neden bu iki ozan üzerinden kurguladınız? Neden bir savaşı anlatmak yerine aynı coğrafyada yaşayan iki kültürü bu iki ozanla anlatmaya çalıştınız?

Aslında evveliyatı yüz yıla dayanan bir sorunun temeline inmek istedim, maksadım probleme dönüşen bir durumu tekrar tekrar hatırlatmak değil, iki toplumun ilişkisine başka türlü de bakılabileceğini, meselenin silahların gölgesinden ziyade kültürel bir birikimin ışığından da görülebileceğini hatırlatmak istedim. İki ozan şüphesiz tarihe mal olmuş karakterler ve yaşadıkları toplumun kültürel dinamizminin en tepesindeki insanlar, bu da onları önemli kılıyordu. Savaşın ne denli yıkıcı sonuçlar doğurduğu anlatılabilir, nitekim pek çok romancı tarafından anlatıldı da. Fakat savaşın gölgesinde bütün yıkıcılığına rağmen insani olanı görmek zordur, Evdal ve Dadaloğlu’yla bunun görülmesini istedim.

İki ozanı anlatıyorsunuz. İki kültürün söz üstadını. Bir milletin şifreleri en çok ta sözlü kültüründe çözülür. Sözlü kültürüyle kendini ortaya çıkarır. Dadaloğu ile Evdalê Zeynikê’yi araştırırken, yazarken, anlatırken iki kültür arasında nelerle karşılaştınız? Benzerlikler ve farklılıklar noktasında neler söylersiniz?

Sözlü kültürün hangi topluma ait olursa olsun ozanlarca benzer bir yaklaşımla sonraki kuşaklara aktarıldığı görülüyor. Çoğu ozan yaslandığı toplumun destanlarını, kahramanlık hikâyelerini, aşklarını, âşıklarını, acılarını, sevinçlerini süslü bir söyleyişle aktarır. Karacoğlu’nun Nemçe’sinde, Dadaloğlu’nun şiirlerinde, Evdalê Zeynikê’nin klamlarında, Köroğlu’nun, Pir Sultan Abdal’ın yapıtlarında benzer toplumsal duyarlılıklara rastlanır. Örneğin Dadaloğlu ve Evdalê Zeynikê’nin eserlerinde aşk da vardır savaş da, acı da vardır kahramanlıklar da, tinsel olan da vardır maddi olan da, tarih de vardır kültür de. Dolayısıyla Dadaloğlu’nun anlattıklarında Evdal’ı, Evdal’ın anlattıklarında........

© dibace.net


Get it on Google Play