Yazımız on dördüncü yüzyıl şairi Tutmacı’nın adının (veya mahlasının) ne anlama geldiğini açıklamaya dönük bir denemedir. Görüşümüz, bu yazının ilham kaynağı olan Kütahya yöresindeki tutma inanç ve uygulamalarına dair Kütahyanın yerlisi Sıdıka KALIPÇI’yla, isteğim üzerine oğlu Mahmud Esad KALIPÇI’nın yaptığı mülakata dayanmaktadır. Bu sebeple, onu da yazımız ekinde bulacaksınız. Böylece, belli bir yörede yaşayan kelimelerin hangi sırları sakladığı ve bazı sorunların çözümüne nasıl katkı sağladığı görülebilecektir.

Gerçekten de bir süre önce genç meslektaşım Mahmud Esad siğil, bağ ağrısı, yılancık gibi bazı hastalıkların tedavi edilmesine “tutma”, tedavi edenlere de “tutmacı” tabir edildiğini söyleyince meraklandım. “Tutmacı”yı işitir işitmez aklıma Tabiatnâme ve Gül ü Husrev mesnevisi müellifi şair Tutmacı geldi. Gerçi bu iki eserin tek bir müellife ait olduğu kesin olarak belli değilse de Tabiatnâmeyi yeniden yayımlayan Yakup KARASOY üslup, dil ve imla özelliklerine bakarak her iki eserin bir Tutmacı’ya ait olabileceği fikrindedir (Karasoy, 2018, 20). Bugüne kadar Tutmacı’nın kimliği bilinmediği gibi, muhtemelen mahlası olan Tutmacı’nın ne anlama geldiği de izah edilememişti. Oysa, bu yeni bilgi, bu iki erken dönem eserini kaleme aldığını düşündüğümüz Tutmacı’nın sınıkçı, kırıkçı gibi bir halk hekimi, başka bir deyişle bir şifacı olduğunu; siğil, yılancık, baş ağrısı vb. hastalıkları tutup sağaltan birisi olduğunu düşündürmektedir. Tutmacı’ya ait olan Tabiatnâmenin geniş anlamda bir tıp kitabı olduğu göz önüne alınırsa, şairin mesleği ve adının (mahlasının) anlamına dair ileri sürdüğümüz görüşün doğruluğu kabul edilebilecektir. Tutmacı kelimesinin yirminci yüzyıla kadar başka bir menbada kayda geçmediğini belirterek itiraz edenler olabilirse de, işin uzmanları, halkın arasında asırlardır kullanılagelen birçok kelimenin bugün dahi sözlüğe girme bahtına erişemediğinin idrakinde olarak bunun geçerli bir itiraz oluşturmayacağını bilirler.

“Tutmak”, “tutma” kelimeleri, Türk Dil Kurumunun (TDK) Tarama Sözlüğü (TS) ve Derleme Sözlüğünde (DS) bu anlamlarıyla yer almaz. Zafer ÖZTEK’in hazırladığı Halk Dilinde Sağlık Deyişleri Sözlüğünde ve Zafer ÖNLER’in hazırladığı Tarihsel Tıp Metinleri Sözlüğünde ise bu kelimelere yer verilmemiştir. “Tutmacı” ise ne TDK sözlüklerinde ne de ÖZTEK ve ÖNLER’in sözlüklerinde vardır.

Tutmak, tutma, tutmacı bu sözlüklerde bulunmamasına rağmen, tutmacıyla aynı manada olan “ocak” sözcüğü ve müessesesi, Anadoluda ve Azerbaycanda öteden beri bilinmekte ve sözlüklerde bulunmaktadır. Örnek olarak TDK, Güncel Türkçe Sözlükte 11. anlam olarak ocağı “Halk hekimliğinde bir önceki kuşaktan el verme suretiyle aktarılan bilgileri kullanarak belirli bir şikâyeti veya hastalığı iyileştirdiğine inanılan aile” biçiminde izah etmiştir. Kubbealtı Lugatı da benzer bir mana vermektedir. DSnde ise “Dedelerden beri belirli bir hastalığı iyi ettiğine inanılan aile.”, “Türbe, adanılan yer, eski ve soylu aile” karşılıkları bulunmaktadır. Burada, her ne kadar ocak için aile denilmekte ise de aileden bu uygulamayı yapan herhangi bir kimse de ocak olarak adlandırılmaktadır. ÖZTEK de Isparta, Samsun, Niğde kaydıyla “dedelerden beri belirli bir hastalığı iyi ettiğine inanılan aile” demiştir (ÖZTEK, 2018, 107).

Aşağıda söz edeceğimiz son yıllarda yapılan bazı başka çalışmalarda da şifacı için “ocak”ın yanı sıra, “tutmacı”, ( veya ocaklı, tutucu, efsunlu, çizici, izinli, bakıcı, efsunlu, el almış, eli sebepli, okuyucu, tılsımlı, nefesi kuvvetli) ve tedavi uygulaması için ise “tutma”, “çizime”, “yazma” gibi kelimelere de yer verilmiştir. Buradaki anlamıyla “tutma” hakkındaki ilk yazılardan birini 1941 yılında Halk Bilgisi Haberlerine Naci Kum yazmıştı.

Naci KUM’un yazdığına göre, Ispartaya bağlı Yalvacın Pazar Aşağı mahallesinden, 80 yaşlarında olan ve Bursada oğlunun yanında oturmakta olan Ayşe Aba adlı bir kadın, yazarın rahatsız olan eşine: “Kızım, senin hastalığına heyif ettim (üzüldüm), gel seni bir tutayım, inşallah birşeyciğin kalmaz.” demiştir. Sonra hastanın önüne oturarak getirttiği bıçağı eline alıp ciddi bir edayla ve yüksek sesle aşağıda gelecek “irvasa”yı okumuştur. Yazarın verdiği bilgiye göre “İrvasa: Halk itikadına ait bu kabil telkin ve tedavi usullerine verilen bir addır. Etilerde de mevcut olduğu anlaşılan bu harekete Adanada (uğrasa) adı verilmektedir.” İçel ve Antalyadan derlenen uğrasa (urasa) için DS “Hastalığa, cine, periye karşı okuyup üfleme, afsunlama” açıklamasını vermiştir (bk. uğrasa, https://sozluk.gov.tr/).

Naci Kum’un kaydettiği irvasa şudur:

“İrvasa Bismillahirrahmanirrahim. El benim elim değil Culla Karının eli. Erenler evliyalar deyi dutarın. Ak gözden, gök gözden, kötü gözden, siyah gözden, çakır gözden, içerden, dişardan, ardından, önünden söylemişler deyi dutarın. Nazara dutarın, ilancığa dutarın. Ak şişe, kızıl yele, çengi yelini dutarın. Bismillahirrahmanirrahim. Gelmiş geçmiş çıkmış gitmiş olsun.” Naci Kum’dan yaptığımız bu alıntıya göre Ayşe Aba nazarı, yılancığı, ak şişi, kızıl yeli, çengi yelini tutuyor. İrvasada adı geçen Culla Karı, Ayşe Abanın el aldığı kadındır (Kum, 1941, 222-223).

Ömer Faruk YALDIZKAYA, Her Yönüyle Emirdağ kitabında ısırga tutma, siğil tutma, sülük tutma, sütcem tutma ve temreği yazmadan söz edip yukarıda verdiğimiz bilgilere benzer bilgiler vermektedir. Örnek olarak SİĞİL TUTMA için “Vücudun özellikle el ve ayak kısımlarında meydana gelen siğil, ocağına tutturulur. Ocak, kadın veya erkek olabilir. Ocak, birkaç tane arpaya birtakım dualar okuyarak, arpayı siğilli şahsa verir. “Arkasına bakmadan gidip, üç Kulhuvallahi bir enâm duasını okuyarak, arpayı bir taşın altına koymasını” söyler.” (YALDIZKAYA, 1986?, s. 59) bilgisini verir.

Bu bağlamda “tutmak” fiilinin nazarı, yılancığı, ak şişi, kızıl yeli, çengi yelini, siğil tutma, ısırga (kaşıntı) tutma, sülük tutma, sütcem tutma ve temreği yazma, baş ağrısı gibi bir hastalığı iyileştirmek veya onun/onların tesirini kaldırmak, yok etmek, gidermek, savdırmak, tedavi etmek, izale etmek anlamlarına geldiği söylenebilir. Bazen tutmak yerine çizimek, çizmek, yazmak fiilleri de kullanılmaktadır. Bu son öbekteki fiiler, tutmacının rahatsızlığı tedavi ederken başvurduğu eylemlerini ifade etmektedir.

Kütahya ve çevresindeki Ocak kültü üzerine bir doktora tezi yazan Münire BAYSAN, bu hususta şunları yazmıştır: “İslamiyet öncesi inanç yapısında, toplum içerisinde farklı pek çok vazifeyi üstlenmiş şamanların görevlerinden biri olan hastalık sağaltımı, İslamiyet’in kabulünden sonra ocaklıların uygulamaları ile devam etmiş ve günümüz toplumlarına kadar ulaşmıştır. İncelediğimiz Kütahya bölgesinde “ocaklı, tutmacı, tutucu, efsunlu, çizici” gibi farklı pek çok isimle anılan hastalık sağaltıcıları, İslamiyet sonrasında şamanların hastalık sağaltıcısı olarak vazifesine devam eden ocaklıya dönüşmesidir.” (BAYSAN, 2017).

Daha yakında Mine ARSLAN yüksek lisans tezinde ocaklılar için tutmacı, çizici, izinli, bakıcı, efsunlu, el almış, eli sebepli, okuyucu veya tılsımlı, nefesi kuvvetli gibi isimler kullanılırken uyguladıkları tekniklere göre yılancıklı, kırık çıkıkçı, bıçakçı gibi farklı nitelendirmeler de yapılabilmektedir, demektedir (Arslan, 2020, s. 26)

Genç tarihçi Mohammad RAZZAGHİ de İran Türkleri arasındaki geleneksel tedavi uygulamasıyla ilgili 26.02.2024 günü WhatsApp iletisiyle şu bilgileri vermiştir: “Bir şahsın ellerinde siğil varsa bir hocaya gider. Hoca yedi buğday ya da arpa tanesi üzerine bir duayı (ustur yâ velî Allah) okur üfler. Bu okunmuş taneleri nemli bir yere gömer. Aynı zamanda bir parça sürtülmemiş taşı, tuz ile bir parça keçe üzerine 7 defa İnşirah Suresi okuyup onlara sürer. Bazen Vakıa suresinin ilk altı ayeti 7 buğday tanesine okunur. Her tane için 7 defa okunması şarttır. Siğil tek olursa erkek, birkaç tane olursa dişi denilir.”

Buraya kadar Tabiatnâme ve Gül ü Husrev mesnevisi şairi Tutmacı ve bazı basit hastalıkların tutmacı veya ocak adı verilen kimselerce tedavi edilmesiyle ilgili bilgiler sunuldu. Şimdi de Tutmacı ve eseri hakkında kısa bilgiler vereceğiz. Meşhur edebiyat tarihçisi Agah Sırrı LEVEND, “Attar ile Tutmacı’nın Gül ü Husrev Mesnevileri” makalesinde ‘Tutmacı’nın bir şair adı veya mahlası olarak hiçbir kaynakta geçmediğini belirterek Türklerce bilinen tutmaç yemeğinden, Erzuruma bağlı Ultu (Oltu) ilçesindeki Tutmaç adındaki köyden ve Revan (bugün Erivan) yakınlarında Zengibasar çayı yanında sulanmadan yetişen tatlı ve güzel bir kavun türüne tutma denildiğinden söz ederek yazarın o bölgelerde bu cins kavun yetiştiren bir adam olarak Tutmacı mahlasını almış olmasının hatıra gelebileceğini yazmıştı. Sonra gelen ve şairin eserleri üzerinde çalışanlar da bugüne dek aynı görüşleri tekrarlamışlardır. Yine Levend’e göre, Tutmacı’nın Gül ü Husrev mesnevisinde Şeyhoğlu’nun Hurşid-nâmesini anıp Ahmedî’nin yalnız İskendernâmesini anıp Cemşid-nâmesini anmamış olması, Tutmacı’nın eserinin, H 789’da (M 1387) kaleme alınan Hurşid-nâmeden sonra, fakat H 806’da (M 1403-4) tamamlanan Ahmedî’nin Cemşid-nâmesinden önce yazıldığını göstermektedir. Yazar buna göre Tutmacı’nın Gül ü Husrev eserinin XIV. asrın son yıllarında yazıldığını tahmin eder (LEVEND, 1959, 161).

Eserin hangi bölgede yazıldığı, nüshanın hangi tarihte ve nerede istinsah edildiği belli değildir. Bize göre, tutma ve tutmacı kelimesinin Kütahya bölgesinde; Emirdağı’nda; Isparta’nın Yalvaç kasabasında kullanılmakta olmasına nazaran Tutmacı’nın da eserini Kütahya’da veya adını andığımız Emirdağ; Yalvaç gibi İç batı Ege bölgesinde yazmış olabileceği akla gelmektedir. Yine fikrimize göre, Tutmacı, ocak (veya “tutmacı”) olarak yukarıda saydığımız basit hastalıkları sağaltan veya “tutan” bir hekim idi, sonra mesleğini kendisine mahlas edinerek bize kadar gelen Tabiatnâme ve Gül ü Husrev eserlerini yazmıştır. Böylece Tutmacı sözcüğünün anlamı ve şair Tutmacı’nın “giz”i de çözülmüş olmaktadır.

EK: MAHMUD ESAD KALIPÇI’NIN 15.11.2023 GÜNÜ SIDIKA KALIPÇI İLE KÜTAHYADA SİĞİL TUTMA UYGULAMASI HAKKINDAKİ KONUŞMASI

SORU: Tutma kelimesinin siğil tutma şeklinde bir kullanımı var mı?

CEVAP: Evet. Tedavi şekli. Ocak demek yani o hastalığa karşı etkili olan kişi ocaktır. Ocak mesela ailesinden, akrabasından bir büyüğü ocaktır. Benden sonra sen bunu devam ettir diye “el verir”. Elinden su içermiş. Ocak olurmuş. Tutabilirmiş.

Ocak okuyarak tedavi ediyor. Mesela siğil için kimi ocak söğüt yaprağıyla, kimi çam pülçeğiyle (iğnesiyle), kimi buğdayla, kimi bulgurla kimi tuzla (iri tuz) vs. ile okuyup yapar. Mesela 41 buğdayı kaynatıp 41 tane İhlas-ı şerif okuyup (her birine bir tane okuyup) ipe dizip karanlık bir yere asarak siğilleri tedavi ederler. Buğdaylar kurudukça siğiller de kurur. Tuzla yapılan tutmayı örnek vereyim. İri taneli tuz (kaya tuzu) okunarak siğillerin üzerine sürülür. Ve bu tuzlar kızgın fırına atılır. Tuzlar patladıkça siğillerin yok olacağına inanılır. Bunu bizzat görmedim ama duydum.

Her ocağın okuduğu şey ayrıdır (buğday, bulgur, çam, söğüt…)

SORU: Sadece siğiller için mi tutma tabiri kullanılır?

CEVAP: Hayır. Mesela örtlemede (yüzdeki, vücuttaki şişlik, kızarıklık gibi bir şey) onu da tutarlar. Hava Yenge vardı. Sıddık (Sıdıka) Yengenin kaynanası. Örtleme tutardı. Sarımsak dövecini (tahta) ateşte ısıtır, sonra kızarık yere okuya okuya yanmayacak şekilde değirir çeker, değirir çeker. Ondan sonra da şerbetli su veya bal sürüp (tuttuğu yere), üzerine de nane ekip tedavi ederdi. Ben kendime de yaptırdım. Şişlik vardı yanağımda.

SORU: Şifa bulmuş muydun?

CEVAP: Evet. İnancın bütün olarak yaptırdığın her şeyde şifa vardır. Biz “tevekkel” olduğumuz için inanırdık, şifa tabi Allah’tan.

SORU: Başka tutma şekli var mı?

CEVAP: Yılancık ve kabakulak aklıma geldi. Yılancığı anlatayım. Yılancık taşı vardı. Hacdan getirirlerdi.

SORU: Şerife Yenge ben umreye giderken, benden yılancık taşı istemişti. Bu taş mı oluyor?

CEVAP: Evet. Ağrılar için. Hacıdan gelir. Baş ağrısı, diz ağrısı için kullanılırdı.

SORU: Bu da tutma değil mi?

CEVAP: Evet. Yılancık tutması.

SUAL: Bunu (yani tutmayı) yapana ne denir?

CEVAP: Tutmacı (Dutmacı şeklinde söylüyor) denir. Ocak denir.

SORU: Tutmacı kelimesiyle bir örnek cümle verir misin?

CEVAP: “-Nereye gidiyon?” “-Dutmacıya gidiyom.”

SORU: Yılancık tutması yapan gördün mü hiç?

CEVAP: Kendime yaptırdım. Allah rahmet eylesin. Emine Yenge vaadı. Babamın akrabası. Baş ağrısı vaadı. Gittim. Okuyarak alnıma yılancık taşı yapıştırdı. Ben şakaklarımdan aşağı bir şey aktığını hissettim. “Şurdan akanları bi’ siliveri’ misiniz?” dedim. “Bir şey yok ki!” dediler. “Şifa olcak!” dediler. Ben bööle hissettim. Bir daha da baş ağrısı görmedim.

SORU: Bu Emine Yengenin yaptığı da tutma, o da tutmacı değil mi?

CEVAP: Evet, o da yılancık dutması.

SORU: Halk Emine Yenge gibi yılancık tutması yapana ne derdi?

CEVAP: Yılancık ocağı, dutmacısı (tutmacısı). Ocak, dutmacı (tutmacı) aynı şey.

SORU: Bir de kabakulak tutması demiştin?

CEVAP: Evet, mahallemizde rahmetli Fevzi amca vardı. O da kulak altındaki ağrılı şişlikleri tedavi ederdi.

SORU: Bildiğimiz kabakulak mı?

CEVAP: Evet.

SORU: Nasıl tedavi ederdi?

CEVAP: Kulak altındaki şişliğin çevresini kalemle çizerek ve okuyarak tedavi ederdi.

SORU: Sen yaptırdın mı?

CEVAP: Küçükken Fevzi dedeye gider çizdirirdik.

SORU. Kendiniz mi giderdiniz?

CEVAP: Annelerimiz “Hadi gızım, Fevzi amcana git, okuyvesin, çizivesin gulağna” derlerdi. Biz de giderdik.

SORU: Tutma tabirini bunun için de kullanırlar mıydı?

CEVAP: Evet. “Hadi gızım gulağnı okuyuvesin, dutuvesin (tutuversin)” de derlerdi.

SORU: Yani o da tutmacıydı?

CEVAP: Evet. O kabakulak tutmacısıydı. Çok ağzı dualı, efendi bir dedemizdi. Allah rahmet eylesin.

Fethi GEDİKLİ

Kaynakça

– Agah Sırrı Levend, “Attar ile Tutmacının Gül ü Husrev Mesnevileri”, Türk Dili Yıllığı Belleten, s. 161-203.
– Mine ARSLAN, “Halk hekimliği bağlamında ocaklar: Karaman Yöresi Örneği”, Gazi Üniversitesi SBE Türk Halk Bilimi Anabilim Dalı Türk Halk Bilimi Bilim Dalı, ylt, Şubat 2020, 207 s.
– Münire Baysan, Uludağ Üniversitesi SBE Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Türk Halkbilimi Bilim Dalı, “Kütahya ve yakın çevresinde halk hekimliği ile ocak kültü”, (doktora tezi), Bursa, 2016, 296 s.
– Münire Baysan, “Kütahya’da Sağaltma Ocaklarında Tedavi Esnasında Kullanılan Malzemeler”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 2017, 6(3), s. 1861-1880.
– Naci Kum, “Halk Hekimliği ve Ruhi Tedavi Şekillerinden: Ayşe Abanın Tutması”, Halk Bilgisi Haberleri, 1941, C. X, S. 120, s.272-273
– Ömer Faruk YALDIZKAYA, Her Yönüyle Emirdağ, Ankara, 1986?, 112 s.
– Yakup KARASOY, Tutmacı Tabiatnâme, TDK, Ankara, 2018 (Tıpkıbasımlı).
– Zafer ÖNLER, Tarihsel Tıp Metinleri Sözlüğü, TDK, Ankara, 2019.
– Zafer ÖZTEK, Halk Dilinde Sağlık Deyişleri, TDK, tıpkıbaskı, Ankara, 2018.

Kaynak Şahıslar

– Sıdıka KALIPÇI 1953 doğumlu. Kütahya Merkez Meydan mahallesi, buradan Kütahya Merkez Mecidiye mahallesine gelin gitmiş. Sonra eşinin memuriyeti nedeniyle 1983-1997 yılları arasında İstanbulda yaşamıştır. Eşinin emekli olması üzerine tekrar Kütahyaya dönmüştür. Burada anlattıkları çocukluk, genç kızlık dönemine ait yani Meydan mahallesindeki hadiselerdir.
– Mohammad RAZZAGHİ, İÜ Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde doktora öğrencisi ve öğretim görevlisi, İran vatandaşı.
– Mahmud Esad Kalıpçı, Sıdıka Kalıpçı ve Mohammad Razzaghi’ye değerli katkıları için çok müteşşekkirim.

QOSHE - Tabiatnâme ve Gül ü Husrev Mesnevisi Şairi Tutmacı’nın Adı Nereden Geliyor? - Fethi Gedikli
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Tabiatnâme ve Gül ü Husrev Mesnevisi Şairi Tutmacı’nın Adı Nereden Geliyor?

7 1
12.04.2024

Yazımız on dördüncü yüzyıl şairi Tutmacı’nın adının (veya mahlasının) ne anlama geldiğini açıklamaya dönük bir denemedir. Görüşümüz, bu yazının ilham kaynağı olan Kütahya yöresindeki tutma inanç ve uygulamalarına dair Kütahyanın yerlisi Sıdıka KALIPÇI’yla, isteğim üzerine oğlu Mahmud Esad KALIPÇI’nın yaptığı mülakata dayanmaktadır. Bu sebeple, onu da yazımız ekinde bulacaksınız. Böylece, belli bir yörede yaşayan kelimelerin hangi sırları sakladığı ve bazı sorunların çözümüne nasıl katkı sağladığı görülebilecektir.

Gerçekten de bir süre önce genç meslektaşım Mahmud Esad siğil, bağ ağrısı, yılancık gibi bazı hastalıkların tedavi edilmesine “tutma”, tedavi edenlere de “tutmacı” tabir edildiğini söyleyince meraklandım. “Tutmacı”yı işitir işitmez aklıma Tabiatnâme ve Gül ü Husrev mesnevisi müellifi şair Tutmacı geldi. Gerçi bu iki eserin tek bir müellife ait olduğu kesin olarak belli değilse de Tabiatnâmeyi yeniden yayımlayan Yakup KARASOY üslup, dil ve imla özelliklerine bakarak her iki eserin bir Tutmacı’ya ait olabileceği fikrindedir (Karasoy, 2018, 20). Bugüne kadar Tutmacı’nın kimliği bilinmediği gibi, muhtemelen mahlası olan Tutmacı’nın ne anlama geldiği de izah edilememişti. Oysa, bu yeni bilgi, bu iki erken dönem eserini kaleme aldığını düşündüğümüz Tutmacı’nın sınıkçı, kırıkçı gibi bir halk hekimi, başka bir deyişle bir şifacı olduğunu; siğil, yılancık, baş ağrısı vb. hastalıkları tutup sağaltan birisi olduğunu düşündürmektedir. Tutmacı’ya ait olan Tabiatnâmenin geniş anlamda bir tıp kitabı olduğu göz önüne alınırsa, şairin mesleği ve adının (mahlasının) anlamına dair ileri sürdüğümüz görüşün doğruluğu kabul edilebilecektir. Tutmacı kelimesinin yirminci yüzyıla kadar başka bir menbada kayda geçmediğini belirterek itiraz edenler olabilirse de, işin uzmanları, halkın arasında asırlardır kullanılagelen birçok kelimenin bugün dahi sözlüğe girme bahtına erişemediğinin idrakinde olarak bunun geçerli bir itiraz oluşturmayacağını bilirler.

“Tutmak”, “tutma” kelimeleri, Türk Dil Kurumunun (TDK) Tarama Sözlüğü (TS) ve Derleme Sözlüğünde (DS) bu anlamlarıyla yer almaz. Zafer ÖZTEK’in hazırladığı Halk Dilinde Sağlık Deyişleri Sözlüğünde ve Zafer ÖNLER’in hazırladığı Tarihsel Tıp Metinleri Sözlüğünde ise bu kelimelere yer verilmemiştir. “Tutmacı” ise ne TDK sözlüklerinde ne de ÖZTEK ve ÖNLER’in sözlüklerinde vardır.

Tutmak, tutma, tutmacı bu sözlüklerde bulunmamasına rağmen, tutmacıyla aynı manada olan “ocak” sözcüğü ve müessesesi, Anadoluda ve Azerbaycanda öteden beri bilinmekte ve sözlüklerde bulunmaktadır. Örnek olarak TDK, Güncel Türkçe Sözlükte 11. anlam olarak ocağı “Halk hekimliğinde bir önceki kuşaktan el verme suretiyle aktarılan bilgileri kullanarak belirli bir şikâyeti veya hastalığı iyileştirdiğine inanılan aile” biçiminde izah etmiştir. Kubbealtı Lugatı da benzer bir mana vermektedir. DSnde ise “Dedelerden beri belirli bir hastalığı iyi ettiğine inanılan aile.”, “Türbe, adanılan yer, eski ve soylu aile” karşılıkları bulunmaktadır. Burada, her ne kadar ocak için aile denilmekte ise de aileden bu uygulamayı yapan herhangi bir kimse de ocak olarak adlandırılmaktadır. ÖZTEK de Isparta, Samsun, Niğde kaydıyla “dedelerden beri belirli bir hastalığı iyi ettiğine inanılan aile” demiştir (ÖZTEK, 2018, 107).

Aşağıda söz edeceğimiz son yıllarda yapılan bazı başka çalışmalarda da şifacı için “ocak”ın yanı sıra, “tutmacı”, ( veya ocaklı, tutucu, efsunlu, çizici, izinli, bakıcı, efsunlu, el almış, eli sebepli, okuyucu, tılsımlı, nefesi kuvvetli) ve tedavi uygulaması için ise “tutma”, “çizime”, “yazma” gibi kelimelere de yer verilmiştir. Buradaki anlamıyla “tutma” hakkındaki ilk yazılardan birini 1941 yılında Halk Bilgisi Haberlerine Naci Kum yazmıştı.

Naci KUM’un yazdığına göre, Ispartaya bağlı Yalvacın Pazar Aşağı mahallesinden, 80 yaşlarında olan ve Bursada oğlunun yanında oturmakta olan Ayşe Aba adlı bir kadın, yazarın rahatsız olan eşine: “Kızım, senin hastalığına heyif ettim (üzüldüm), gel seni bir tutayım, inşallah birşeyciğin kalmaz.” demiştir. Sonra hastanın önüne oturarak getirttiği bıçağı eline alıp ciddi bir edayla ve yüksek sesle aşağıda gelecek “irvasa”yı okumuştur. Yazarın verdiği bilgiye göre “İrvasa: Halk itikadına ait bu kabil telkin ve tedavi usullerine verilen bir addır. Etilerde de mevcut olduğu anlaşılan bu harekete Adanada (uğrasa) adı verilmektedir.” İçel ve Antalyadan derlenen uğrasa (urasa) için DS “Hastalığa, cine, periye karşı okuyup üfleme, afsunlama” açıklamasını vermiştir (bk. uğrasa, https://sozluk.gov.tr/).

Naci Kum’un kaydettiği irvasa şudur:

“İrvasa Bismillahirrahmanirrahim. El benim elim değil Culla Karının eli. Erenler evliyalar deyi dutarın. Ak gözden, gök gözden, kötü gözden, siyah gözden, çakır gözden, içerden, dişardan, ardından, önünden söylemişler deyi dutarın. Nazara dutarın, ilancığa dutarın. Ak şişe, kızıl yele, çengi yelini dutarın. Bismillahirrahmanirrahim. Gelmiş geçmiş çıkmış gitmiş olsun.” Naci Kum’dan yaptığımız bu alıntıya göre Ayşe Aba nazarı, yılancığı, ak şişi, kızıl yeli, çengi yelini tutuyor. İrvasada adı geçen Culla Karı, Ayşe Abanın el aldığı kadındır (Kum,........

© dibace.net


Get it on Google Play