17 Nisan Turgut Özal’ın vefat yıldönümü. Bu vesileyle, hazır yerel seçim de yeni geçmişken merkez sağı konuşalım. Merkez sağ hayatımızdan ısrarla gitmeyen bir hayalet mi, yoksa Türkiye’nin iktidar burcu mu? Dün mü, yarın mı? Yeni merkez sağ mümkün mü?

Merkez Sağ Hayaleti

Komünist Manifesto’nun meşhur giriş cümlesini her seçimden sonra merkez sağa da uyarlamak mümkün: “Bir heyula kol geziyor; merkez sağdaki boşluk heyulası.” Nitekim benzer sohbetler 31 Mart’tan sonra yine başladı.

Merkez sağ, siyasetin geleneksel iktidar burcu. Zira çok partili ilk serbest seçimin yapıldığı 1950’den, AK Parti’nin iktidara geldiği 2002‘ye kadar ülkemizin hikayesi biraz da merkez sağın hikayesi.

Bu döneme sayılarla bakmak daha net bir fikir verebilir. Yarım asırlık sürenin 21 yılında merkez sağın üç önemli ismi, yani Bayar, Özal ve Demirel cumhurbaşkanıydı. Hatta bu dönemde siyasetten gelen başka kimse cumhurbaşkanı seçilmedi. Başbakanlıkta tablo daha da net. 52 yılın yarısında Menderes, Özal veya Demirel başbakandı. ANAP ve DYP liderliğinde kurulan hükümetleri de eklersek bu süre 32 yıla ulaşıyor.

Bu gösterişli hikaye, en azından partiler için, AK Parti’nin yükselişiyle sona erdi. Biraz da bu yüzden, AK Parti’nin iktidardan ayrılması için merkez sağın yükselişi arandı.

Merkez Sağ Ne Demek?

Eylül 2023’de, Fatih Atik‘in Ankara Masası programına konuk olmuştum. “Türkiye’nin önünü açacak damar hürriyetçi merkez sağ siyasettir” deyince bu kavramı açmamı istemişti. Ben de dört temel sütun sıraladım: toplumun ve cumhuriyetin değerleriyle barışık; geniş hürriyetleri savunan; vizyon ve hamle odaklı ve iktidar olma hedefli.

Nitekim, nispeten muğlak bir kavram olan merkez sağı tarif ederken demokrasi, adalet, muhafazakarlık, milliyetçilik, kalkınma ve teşebbüs hürriyeti gibi kavramlar sıkça kullanılır. Mesela Adalet Partisi’nin TBMM Başkanı, Demokratik Parti’nin ise kurucu genel başkanı olan Ferruh Bozbeyli “demokratik sağ”ı şöyle tarif etmiş: “siyasi yönü cumhuriyetçi, sosyal yönü milliyetçi, iktisadi yönü hür teşebbüs”.

Elbette farklı kavramlara yapılan vurgu yıllar içinde değişebiliyor. Mesela Tanıl Bora, Demirel ve Özal’ın merkez sağ siyasetlerini şöyle karşılaştırıyor: “Demirel’in yürüttüğü merkez sağ siyasetin çeşitli ideolojik kombinasyonları arasında millî iradecilik temelli demokratlık, devletin bekası temelli cumhuriyetçilik ve bilhassa ‘kalkınma davası’ en uzun soluklularıdır. Özal, ideolojiler-sonrası çağın çığır açıcısı misyonuyla, serbest piyasacılık, dünyaya açılma, transformasyon, reformculuk gibi tabirleri tercih etti.”

Merkez sağın, tariflerden öte, esas olarak “görünce tanınan” bir zihniyet, üslup ve kadro olduğunu düşünüyorum. Nitekim Menderes, Demirel ve Özal da “merkez sağın lideri” olduklarını vurgulama ihtiyacı hissetmediler.

Neden Yeni Merkez Sağ?

Türkiye’nin hızlı, iddialı ve geniş kesimleri ikna eden bir reform programına ihtiyacı var. Bürokratik çarkların insafına terk edilen işlerle, sadece acıyı hafifleten ama meseleleri kökten çözmeyen pansuman tedbirlerle veya vatandaşın gerçek ihtiyaçlarını hiçe sayan gündemlerle, içinde bulunduğumuz halden çıkma ihtimalimiz yok. Zira durum çok ciddi.

Türkiye; demokraside, hukukun üstünlüğünde, mutlulukta dünyada ilk 100 ülkeden biri değil. Basın hürriyetinde ilk 150 ülkeden biri değil. İnternette “özgür değil” kategorisinde. Kişi başına düşen milli gelirimiz dünya ortalamasıyla aynı, 65. sıradayız (sıkça söylenen ilk 20 ekonomiden biri ifadesi toplam milli gelir için geçerli). 85 milyonluk ülkede özel sektörde veya kendi hesabına çalışan sadece 27 milyon kişi. Halbuki 5 milyon memurumuz, 16 milyon emeklimiz var. Milletin çimentosu, demokratik hukuk devletinin garantörü orta direk çökmüş (daha doğrusu, bile isteye çökertilmiş).

Tam da bunun için kültür savaşlarına, kimlik siyasetine, marjinal gündemlere saplanan değil, toplumun ve cumhuriyetin değerleriyle barışık; siyasi ve iktisadi kısıtlamalara karşı geniş hürriyetleri savunan; dünyadaki büyük dönüşümleri (dijital, tedarik zinciri) yakalayabilecek vizyon ve hamle odaklı ve muhalefet rantına razı değil, iktidar olma hedefli bir siyasete ihtiyaç var.

Nitekim içinde bulunduğumuz durumdan çıkmak için gereken reçetenin izlerini çok partili hayata geçtiğimiz günlerden beri görüyoruz.

“Yeter, söz milletindir!” (Bayar) diyen bir hürriyet talebi…

“Devlet millet içindir, millet devlet için değildir! Devlet de, kalkınma da, iktisadi gelişme de tek bir amaç taşır: İnsanın, insanca, özgürce, refah ve mutluluk içinde yaşaması” (Özal) diyen bir felsefe…

“Bak şu kiremitleri görüyor musun? Cumhuriyet bu kiremittir. Şu göleti görüyor musunuz? Cumhuriyet işte budur. Bakın şu baraja, Keban’dır, biz yaptık. Bu Cumhuriyet’tir. Şu fabrikaya bakarsınız, orada Cumhuriyet’i görürsünüz. Cumhuriyet, çimentodur, kiremittir, fabrikadır, yoldur, barajdır, kalkınmadır, refahtır” (Demirel) diyen bir icraatçılık…

“Bize göre hususi mülkiyet ve şahsi hürriyete dayanan bir iktisat rejiminde, iktisadi sahanın asıl olarak ferde veya şirket halinde hususi teşebbüse ait olması lazımdır” (Menderes) diyen girişimci dostu bir yaklaşım…

“Devlet, mabut veya baba değildir. Devlet bir istihdam kapısı da değildir. Aslolan devletin zenginliği sonucu milletin zenginliği değil, milletin zenginliği sonucu devletin zengin olmasıdır” (Özal) diyen bir önceliklendirme…

“Elektriğin komünisti olur mu?” (Demirel) diyen, radikalleşmeye mesafeli ve çözüm odaklı bir üslup…

Ancak elbette tüm bunları bir müze bekçisi katılığıyla, eski güzel günler nostaljisiyle, seçmenin olduğu yere dükkan açma fırsatçılığıyla değil, 2024 Türkiye’sinin istek ve ihtiyaçlarına uygun bir şekilde yorumlamak şart.

İtirazlar

Merkez sağın nesinin yeni olması gerektiğini konuşmadan önce, bu kavramın güncelliğine gelen/gelebilecek makul itirazları ele alalım. Beş maddede özetleyelim.

Birincisi demografik: “Artık öyle bir seçmen yok.” Elbette. 1991’de İzmir’de ANAP ve DYP’ye toplam yüzde 53 oy veren seçmen artık yok. Hem nüfusumuzun yarısı o tarihte doğmamıştı hem de 20 yılı geçen AK Parti iktidarı toplumu dönüştürdü.

Dolayısıyla, o yıllara dair seçim haritalarının siyasi nostaljinin ötesinde bir değeri de yok. Ancak Demirel için Menderes’in, Özal için de Demirel’in seçmeni yoktu. Sanayileşme, şehirleşme, dünyaya açılma gibi yapısal değişikliklerle o seçmen de dönüşmüştü. Zaten yeni merkez sağ ile kast ettiğim, birebir seçmenlerden ziyade, yukarıda bahsettiğimiz hassasiyetlere sahip bir şeyler ve kitle.

İkincisi pragmatik: “Seçmeni başka partiler kapsadı.” Elbette, tabiat boşluk kaldırmaz. Seçmenin de buhar olup uçacak hali yok. Zaten bu yazıda merkez sağ olma iddiasındaki partilerden değil, bir zihniyet, bir yaklaşım ve bir kadrodan bahsediyoruz. Mesela, AK Parti’nin tek başına yüzde 50 civarı oy aldığı 2007-2015 döneminde bahsettiğimiz seçmeni -büyük ölçüde- onlar kapsamıştı. O yıllarda kullanılan “Tek Başına İş Başına” seçim şarkısındaki vurgular ile sonraki yılların Dombra’sını kıyaslamak net bir fikir verecektir.

Yahut 31 Mart seçimlerinde merkez sağ ile özdeşleşmiş İstanbul’da, Bursa’da, Balıkesir’de, Manisa’da, Denizli’de yüzde 50 civarı oya ulaşan CHP’nin bu seçmenin desteğini aldığını söyleyebiliriz. Nitekim, bu illerde kazanan adayların profiline bakınca bu desteğin tesadüf olmadığını da görüyoruz.

Üçüncüsü konjonktürel: “Merkez sağ silahlı kuvvetler ile toplum arasında bir zemini oluşturuyordu, artık gereksiz.” Tam aksine. Bugün hem Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yapısı hem de bazı siyasi aktörlerin tercihleri sebebiyle kutuplaşan bir toplum haline geliyoruz. Bu ortamda aşırılığa karşı, müzakereye açık, kamusal zeminde uzlaşmayı hedefleyen merkez sağ üsluba ihtiyaç var.

Dördüncüsü yapısal: “Sağ-sol bitti, iyiler ve kötüler var.” Öncelikle, kişilerin siyasi rakiplerini kötü, akılsız veya hain diye yaftalamalarına karşıyım. Zira rekabet düşmanlık demek değil. Nitekim, Türkiye’nin çözmesi gereken meselelere dair farklı perspektiflerin olması doğal ve yararlıdır. Uzağa gitmeden bir örnek vereyim. Geçen sene İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığım Yeninin Yürüyüşü başlıklı konuşmamda, (link: https://www.youtube.com/watch?v=y2Q6PZgQXM8 ) “baba, bakkal veya Tanrı değil kalkınmaya katalizör devlet; siyasi, iktisadi ve toplumsal hürriyetlerin bir bütün olması; girişimcilik odaklı kalkınma gibi öncelikler” vardı. Başkalarının da başka öncelikleri veya yöntem önerileri olabilir.

Beşincisi tarihsel: “Merkez sağın bagajı mafya-çete ilişkileriyle, yolsuzlukla, yönetemeyen koalisyonlarla anılıyor.” Bunlarda haklılık payı var. Ancak aynı mirasta altyapı yatırımları, sanayileşme, NATO’ya giriş ve AB’ye başvuru da var. Zaten tarihe bir holigan fanatizmiyle değil, doğruları sürdürmek, eksikleri tamamlamak, yanlışlardan ders almak için bakmakta yarar var. Bu çerçevede, yeni merkez sağın eskinin hatalarını tekrarlamaması da şart.

Merkez Sağın Nesi “Yeni”?

Merkez sağın 2024 Türkiye’sinde taze bir nefese kavuşması için geleneksel vurgularını (demokrasi, adalet, muhafazakarlık, milliyetçilik, kalkınma, teşebbüs hürriyeti) sürdürmesi, ancak dört alanda güncellenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Birincisi hürriyet vurgusu. Ülkemizde siyasi ve iktisadi hürriyetler kısıtlı. Üstelik bunlar birbirini besliyor. Zira kamu bankalarının kredilerin yarısını verdiği, hükümetin çalışanların yarısından fazlasının kazancını doğrudan belirlediği (asgari ücret ve kamu maaşları), devletin bakkallık ve TV yayıncılığı yaptığı bir yerde düşünceyi ifade, din/vicdan ve teşebbüs hürriyetlerinin yeşermesi mümkün olmaz. Bu durum vatandaşın mutluluğuna da ekonomik kalkınmaya da dünyayla yarışmaya da ket vuruyor.

Yeni merkez sağ; iktisadi, toplumsal ve siyasi hürriyetleri bir bütün olarak savunmalı. Elbette burada ülkemizde sıkça rastlanan “kendine hürriyetçi” bir yaklaşımdan bahsetmiyoruz. Üstelik merkez sağın kendisini milli görüş veya ülkücülük gibi diğer sağ ekollerden ayırması için de hürriyetçiliği vurgulaması elzem.

İkincisi başarabilme vizyonu. Türkiye 10 senedir neredeyse her alanda geriye gidiyor. Milletimizin çimentosu, demokratik hukuk devletinin garantörü orta direk yok oluyor. Nesillerdir ilk kez gençler anne-babalarından daha düşük imkan ve fırsatlara mahkum hale geliyor. Gelecek güzel günlere yürüme değil, eskide kalan güzel günlere dönüş konuşuluyor. Elbette bu tip avuntularla bir yere varmak mümkün değil. Nitekim topluma sinmiş bir yılgınlık, yorgunluk ve yoksunluk hissiyatı var. Bu ortamda yeni merkez sağın Büyük Türkiye veya Çağ Atlama gibi bir başarabilme vizyonunu ortaya koyması gerekiyor.

Üçüncüsü çözüm iradesi. Demirel’in, “Meseleleri mesele etmezseniz mesele kalmaz.” sözü kulağa hoş geliyor. Ancak bu yaklaşım, meseleleri çözmek bir yana, işleri çetrefil hale getiriyor ve çözümün maliyetini yükseltiyor. Kronik cari açıktan düzensiz göçe, başıboş sokak köpeklerinden sıkışık trafiğe, internet hızından deprem hazırlığına kadar pek çok yapısal konuda adım atılmıyor. Yeni merkez sağın bu konularda ortaya koyacağı çözüm iradesi, aynı zamanda değişen dünya şartlarında tedirgin hisseden seçmenin aşina bulduğu aktörlere sarılmasını veya radikal eğilimlere kayışını frenleyebilir.

Dördüncüsü esnek siyasi yaklaşım. 1950-2002 dünyasının merkez sağ pratiğinin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dünyasında birebir çalışma imkanı yok. Üstelik bu alanın hiçbir partinin “tapulu arazisi” olmadığını çeşitli seçimler gösterdi. Bu açıdan, yeni merkez sağı spesifik bir partinin ötesinde, öncelikleri tespit edilmiş bir zihniyetin ve berrak bir üslubun temsil etmesi daha mümkün olabilir.

Elbette tüm bunları somutlaştıracak ve vatandaş için bir seçenek haline getirecek olan şey kişilerdir. Zira, 2008 Obama başkanlık kampanyasında da sıkça değinildiği gibi, esas mesaj kişilerdir (“the man is the message”).

Sonuç

Türkiye’nin kültür savaşlarına ve kimlik siyasetine karşı kapsayıcılığa; siyasi ve iktisadi yasaklara karşı geniş hürriyetlere; vasatlığa karşı vizyon ve hamleye; imtiyazlı kesimler, rant grupları ve lobilere karşı orta direk, girişimciler ve KOBİ’lere; hamasete karşı pasaportumuzun itibarını, paramızın değerini, insanımızın hayat kalitesini yükseltmeye odaklı bir endeks milliyetçiliğine; köklü kurumlarımızı ve şehirlerimizi tahrip etmeye karşı doğal ve kültürel mirasımızı muhafaza etmeye; baba, bakkal veya Tanrı devlet yerine kalkınma katalizörü, şeffaf ve etkin devlete; kulis politikasına karşı vatandaşın gerçek gündemi odaklı siyasete ihtiyacı var.

Geniş hürriyetleri vurgulayan, başarabilme vizyonuna sahip, çözüm iradesini ortaya koyan ve esnek siyasi yaklaşım benimseyen yeni merkez sağ, bunu sağlayabilir.

Fotoğraf: Nick Fewings

Yeni Merkez Sağ yazısı ilk önce Daktilo 1984 üzerinde ortaya çıktı.

QOSHE - Yeni Merkez Sağ - Burak Dalgın
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yeni Merkez Sağ

9 0
15.04.2024

17 Nisan Turgut Özal’ın vefat yıldönümü. Bu vesileyle, hazır yerel seçim de yeni geçmişken merkez sağı konuşalım. Merkez sağ hayatımızdan ısrarla gitmeyen bir hayalet mi, yoksa Türkiye’nin iktidar burcu mu? Dün mü, yarın mı? Yeni merkez sağ mümkün mü?

Merkez Sağ Hayaleti

Komünist Manifesto’nun meşhur giriş cümlesini her seçimden sonra merkez sağa da uyarlamak mümkün: “Bir heyula kol geziyor; merkez sağdaki boşluk heyulası.” Nitekim benzer sohbetler 31 Mart’tan sonra yine başladı.

Merkez sağ, siyasetin geleneksel iktidar burcu. Zira çok partili ilk serbest seçimin yapıldığı 1950’den, AK Parti’nin iktidara geldiği 2002‘ye kadar ülkemizin hikayesi biraz da merkez sağın hikayesi.

Bu döneme sayılarla bakmak daha net bir fikir verebilir. Yarım asırlık sürenin 21 yılında merkez sağın üç önemli ismi, yani Bayar, Özal ve Demirel cumhurbaşkanıydı. Hatta bu dönemde siyasetten gelen başka kimse cumhurbaşkanı seçilmedi. Başbakanlıkta tablo daha da net. 52 yılın yarısında Menderes, Özal veya Demirel başbakandı. ANAP ve DYP liderliğinde kurulan hükümetleri de eklersek bu süre 32 yıla ulaşıyor.

Bu gösterişli hikaye, en azından partiler için, AK Parti’nin yükselişiyle sona erdi. Biraz da bu yüzden, AK Parti’nin iktidardan ayrılması için merkez sağın yükselişi arandı.

Merkez Sağ Ne Demek?

Eylül 2023’de, Fatih Atik‘in Ankara Masası programına konuk olmuştum. “Türkiye’nin önünü açacak damar hürriyetçi merkez sağ siyasettir” deyince bu kavramı açmamı istemişti. Ben de dört temel sütun sıraladım: toplumun ve cumhuriyetin değerleriyle barışık; geniş hürriyetleri savunan; vizyon ve hamle odaklı ve iktidar olma hedefli.

Nitekim, nispeten muğlak bir kavram olan merkez sağı tarif ederken demokrasi, adalet, muhafazakarlık, milliyetçilik, kalkınma ve teşebbüs hürriyeti gibi kavramlar sıkça kullanılır. Mesela Adalet Partisi’nin TBMM Başkanı, Demokratik Parti’nin ise kurucu genel başkanı olan Ferruh Bozbeyli “demokratik sağ”ı şöyle tarif etmiş: “siyasi yönü cumhuriyetçi, sosyal yönü milliyetçi, iktisadi yönü hür teşebbüs”.

Elbette farklı kavramlara yapılan vurgu yıllar içinde değişebiliyor. Mesela Tanıl Bora, Demirel ve Özal’ın merkez sağ siyasetlerini şöyle karşılaştırıyor: “Demirel’in yürüttüğü merkez sağ siyasetin çeşitli ideolojik kombinasyonları arasında millî iradecilik temelli demokratlık, devletin bekası temelli cumhuriyetçilik ve bilhassa ‘kalkınma davası’ en uzun soluklularıdır. Özal, ideolojiler-sonrası çağın çığır açıcısı misyonuyla, serbest piyasacılık, dünyaya açılma, transformasyon, reformculuk gibi tabirleri tercih etti.”

Merkez sağın, tariflerden öte, esas olarak “görünce tanınan” bir zihniyet, üslup ve kadro olduğunu düşünüyorum. Nitekim Menderes, Demirel ve Özal da “merkez sağın lideri” olduklarını vurgulama ihtiyacı hissetmediler.

Neden Yeni Merkez Sağ?

Türkiye’nin hızlı, iddialı ve geniş kesimleri ikna eden bir reform programına ihtiyacı var. Bürokratik çarkların insafına terk edilen işlerle, sadece acıyı hafifleten ama meseleleri kökten çözmeyen pansuman tedbirlerle veya vatandaşın gerçek ihtiyaçlarını hiçe sayan gündemlerle, içinde bulunduğumuz halden çıkma ihtimalimiz yok. Zira durum çok ciddi.

Türkiye; demokraside, hukukun üstünlüğünde, mutlulukta dünyada ilk 100 ülkeden biri değil. Basın hürriyetinde ilk 150 ülkeden biri değil. İnternette “özgür değil” kategorisinde. Kişi başına düşen milli gelirimiz dünya ortalamasıyla aynı, 65. sıradayız (sıkça söylenen ilk 20 ekonomiden biri ifadesi toplam milli gelir için geçerli). 85 milyonluk ülkede özel sektörde veya kendi hesabına çalışan sadece 27 milyon kişi. Halbuki 5 milyon memurumuz, 16 milyon emeklimiz var. Milletin çimentosu, demokratik hukuk devletinin garantörü orta direk çökmüş (daha doğrusu, bile isteye çökertilmiş).

Tam da bunun için kültür savaşlarına, kimlik siyasetine, marjinal gündemlere saplanan değil, toplumun ve cumhuriyetin değerleriyle barışık; siyasi ve iktisadi kısıtlamalara karşı geniş hürriyetleri savunan; dünyadaki büyük dönüşümleri (dijital, tedarik zinciri) yakalayabilecek vizyon ve hamle odaklı ve muhalefet rantına razı değil, iktidar olma hedefli bir siyasete ihtiyaç var.

Nitekim içinde bulunduğumuz durumdan çıkmak için gereken reçetenin izlerini çok partili hayata geçtiğimiz günlerden beri........

© Daktilo1984


Get it on Google Play