Uluslararası Adalet Divanı’nda, İsrail’i soykırım yapmakla suçlayan duruşma, dünya çapında bir kutuplaşma resmi sergiledi: Bir tarafta “Küresel Güney” diğer tarafta ABD, İngiltere ve Almanya’dan oluşan emperyalist blok.

Soykırım iddiasını mahkemeye sunan Güney Afrikalı avukatların yanı sıra bir İrlandalı avukatın sunduğu iki görsel izleyenlerin gözlerini yaşarttı. Birinci görsel Sınır Tanımayan Doktorlar’ın bir hastane panosuna yazdığı “Elimizden geleni yaptık bizi unutmayın” mesajıydı. İkinci görselde bir bomba bu panoyu parçalamış, mesajı yazan doktorları öldürmüştü.

Bu soykırım duruşmasında, İngiliz ile ABD emperyalizminden çok çekmiş İrlanda-Güney Afrika ve Filistin adeta bir direniş üçgeni oluştururken ABD, İngiltere’de basın soykırım iddialarını değersizleştirmeye çalışıyordu. Yahudi soykırımı tarihinin suçluluk duygusuyla, son aylarda aniden azgın bir Siyoniste dönüşerek İsrail’e yönelik eleştirileri, bu eleştirilere katılan Yahudi artist ve entelektüelleri susturan, yasaklayan Almanya, İsrail’in yanında davaya müdahil olmayı talep ederek bu kez başka bir soykırıma ortak oluyordu. Dün Yahudileri yok eden Alman ırkçılığı bu kez Arapları hedef almıştı.

İsrail, Yahudi soykırımının ertesinde, ABD hegemonyası yükselirken kurulmuştu. Şimdi İsrail’in bir soykırımla suçlanıyor olması adeta bir dönemi kapatan parantez gibiydi. Emperyalist merkezler yine bir soykırımı engelle(ye)miyorlar, dahası, işgalci bir gücün “kendini koruma hakkı” gibi utanç verici bir saçmalığı destekleyerek soykırımı kolaylaştırıyorlar, hatta Almanya özelinde savunmaya çalışıyorlar.

Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım iddiaları görüşülürken İngiltere ve ABD; dünyanın en yoksul halklarından birini, Yemen’de Kızıl Deniz’deki tankerlere yönelik eylemlerle Filistin halkını desteklemeye çalışan Husileri bombalayarak İsrail’in genişletmeye çalıştığı savaşa doğrudan katılıyorlardı. Böylece ABD ve İngiltere, bölgede çökmeye başlayan ABD hegemonyasını restore etmeye çalışıyorlardı.

Ancak hegemonya salt güç sergileyerek restore edilemez. Gücü destekleyecek bir toplumsal yapı da olmalıdır. Bu açıdan bakınca her iki ülkenin de siyasi ve toplumsal düzenlerinin kriz içinde olduğunu görüyoruz.

ABD’de, 2016’da Trump başkan seçilirken belirginleşen siyasi/kültürel kutuplaşma derinleşti, kutuplaşmanın tarafları arasındaki nefret, siyasette şiddet kullanmayı benimseme eğilimi daha da güçlendi. Trump yeniden seçilmeye hazırlanırken artık açıkça faşist bir dil kullanıyor. Devlet başkanının dokunulmazlığını, “siyasi rakiplerini öldürtme” noktasına kadar genişleten bir anlayışı savunuyor. Adamın hakkındaki cinsel taviz, mali yolsuzluk, devlete karşı isyan teşvik etmek gibi suçlamalarla süren davaları, taraftarları yok sayıyorlar. ABD basınında “Trump durdurulamaz” diyen yorumlar sıklaştı. Trump, NATO’dan çıkmaya, Çin’e karşı sert tavır almaya kararlı. ABD’de kent altyapıları çürümeye, evsiz sayısı artmaya, ortalama yaşam beklentisi düşmeye, uyuşturucu krizi derinleşmeye, dinci akımlar güçlenmeye devam ediyor.

İngiltere daha iyi durumda değil. Brexit iflas etti, şimdi pişman olanlar çoğunlukta. Irkçı göçmenler politikasıyla, göçmenleri Ruanda’ya gönderme projesi tüm dünyaya rezil olduktan sonra iflas etti. COVID soruşturması çürümüş, yalancı, yolsuzluklara batmış bir devlet yönetimi sergiledi. Postane skandalı (binlerce postane müdürü haksız yere hırsızlıkla suçlandı) Korporasyonların acımasızlığını, devletin ilgisizliğini gösterdi; toplumsal adalete güven yerlerde sürünüyor, sağlık, eğitim, toplu taşımacılık hizmetleri de... Beş yılda dört başbakan değişti. İlk seçimlerde yine değişecek. Ancak, seçimleri kazanması beklenen İşçi Partisi’nin hangi konularda (Gazze savaşı dahil) ne istediği belli değil.

Almanya’da tüketim harcamaları gerilerken çiftçiler, nakliye, taşımacılık, demiryolu işçileri greve çıkıyor, öfkeli protesto gösterileri düzenliyorlar, merkez partileri (“trafik ışıkları koalisyonu”) zayıflamaya devam ederken faşist partilerin bu öfkeden yararlanması bekleniyor. Irkçılığın yeni adı “anti-anti-semitizm” adına Siyonizm, Arap düşmanlığı oldu.

Soykırım davası, emperyalist sistem içinde yeni bir dönem başlatmış olabilir.

QOSHE - Soykırım ve kutuplaşma - Ergin Yıldızoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Soykırım ve kutuplaşma

29 0
15.01.2024

Uluslararası Adalet Divanı’nda, İsrail’i soykırım yapmakla suçlayan duruşma, dünya çapında bir kutuplaşma resmi sergiledi: Bir tarafta “Küresel Güney” diğer tarafta ABD, İngiltere ve Almanya’dan oluşan emperyalist blok.

Soykırım iddiasını mahkemeye sunan Güney Afrikalı avukatların yanı sıra bir İrlandalı avukatın sunduğu iki görsel izleyenlerin gözlerini yaşarttı. Birinci görsel Sınır Tanımayan Doktorlar’ın bir hastane panosuna yazdığı “Elimizden geleni yaptık bizi unutmayın” mesajıydı. İkinci görselde bir bomba bu panoyu parçalamış, mesajı yazan doktorları öldürmüştü.

Bu soykırım duruşmasında, İngiliz ile ABD emperyalizminden çok çekmiş İrlanda-Güney Afrika ve Filistin adeta bir direniş üçgeni oluştururken ABD, İngiltere’de basın soykırım iddialarını değersizleştirmeye çalışıyordu. Yahudi soykırımı tarihinin suçluluk duygusuyla, son aylarda aniden azgın bir Siyoniste dönüşerek İsrail’e yönelik eleştirileri, bu eleştirilere katılan Yahudi artist ve entelektüelleri susturan, yasaklayan Almanya, İsrail’in yanında davaya müdahil olmayı talep ederek bu kez başka bir soykırıma ortak oluyordu. Dün Yahudileri yok eden Alman ırkçılığı bu kez Arapları hedef almıştı.

İsrail, Yahudi soykırımının ertesinde, ABD hegemonyası yükselirken kurulmuştu. Şimdi İsrail’in bir soykırımla suçlanıyor olması adeta bir dönemi kapatan parantez gibiydi. Emperyalist........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play