Gelecek hafta Dubai’de COP28 iklim zirvesi toplanıyor. Zirvenin, küresel ısınmaya neden olan hava kirlenmesine, tanklar, uçaklar, bombalar füzeler, diğer patlayıcı maddelerle, bunların çıkardığı yangınlarla büyük katkı yapması kaçınılmaz bir bölgesel savaşa denk gelmesi de tarihin acı bir ironisi. Zirveye giderken yayımlanan OXFAM raporundaki bulgular ve aşağıda değineceğim siyasi gelişmeler de geleceğe umutla bakmaya pek yer bırakmıyor.

Uygarlığın bir yok olma sürecine girmemesi için (Birçok canlı türü çoktan yok oldu ve türlerin çeşitliliği hızla azalmaya devam ediyor.) küresel sıcaklık artışının, 2050 yılına kadar, Sanayi Devrimi dönemindeki düzeyine kıyasla 1.5°C’nin altında kalması gerekiyor. Bu hedefe ulaşabilmenin yolu, 2030 yılına kadar, küresel Co2 emisyonunu yüzde 42 azaltmaktan geçiyor. Halen egemen küresel ısınma eğilimi küresel sıcaklık artışının 2030 yılına kadar 2.5-3°C düzeyine ulaşabileceğini söylüyor.

Küresel ısınmanın bugünkü düzeyinde, bu yıl tanık olduğumuz, kimi bölgelerde 50°C’nin üstüne çıkan sıcaklara, sıcaklık dalgalarına, kuraklıklara, su baskınlarına, sellere, orman yangınlarına, bunların neden olduğu ölümlere, ekonomik yıkıma, göç dalgasına bakınca 2.3-3°C artış tam bu küresel felaket anlamına geliyor: Umutlu olmak zor.

Bu zorluk her şeyden önce kapitalist üretim tarzının ürettiği çok vahim, aşılması son derecede zor bir çelişkiden kaynaklanıyor: Küresel ısınmaya yol açan Co2 emisyonlarına en fazla neden olan kesim, aynı zamanda en korunaklı, küresel ısınmanın olumsuz etkilerinden en az etkilenen kesimdir. Örneğin, dünyanın en zengin yüzde 1’i süper yatlarıyla, özel jetleriyle, saraylarıyla, sığınaklarıyla, dünyanın en yoksul yüzde 66’sından çok daha büyük bir karbon ayak izine sahiptir. Dahası en zengin yüzde 0.1’in karbon ayak izinin hacmi, 2050 yılına kadar 1.5 derecenin altında kalmak için aşılmaması gereken düzeyin üst sınırından 77 kez daha büyüktür. Sorun yalnızca milyarderler değil. Yıllık geliri 140.000 doların üstündeki orta sınıf kesimlerini de kapsayan 77 milyonluk bir nüfusun tüketim alışkanlıkları yıllık toplam küresel Co2 emisyonunun yüzde 16’sını gerçekleştiriyor.

Görüldüğü gibi sorun sınıfsaldır. Ancak 20-30 yıl öncekine kadarki gibi öncelikle zengin ülkeler ile yoksul ülkeler arasında değil artık daha çok, etrafımıza biraz dikkatle bakınca görebileceğimiz gibi, tek tek ülkelerin içindeki zenginler ve yoksullar arasındadır. Bunlar kapitalizmin zenginleri ve yoksularıdır: Bir tarafta mülk sahibi sınıflar, kapitalistler ve ondan beslenen parazitler diğer tarafta işçi sınıfı, kır yoksulları ve nüfus fazlası olarak kent yoksulları.

Bu çelişki aynı zamanda bir paradoksu da içeriyor. En çok kirletenler aynı zamanda siyasi kararlar üzerinde en etkili ve küresel ısınma karşısında en korunaklı kesimlerdir. Bunların siyaseti etkileme biçemleri, birçok analistin işaret ettiği gibi, giderek daha çok feodal özellikler kazanıyor.

Buna karşılık en az kirleten ama en çok sıkıntı çeken, aynı zamanda siyasi olarak en zayıf kesim, küresel ısınmaya karşı alınması gereken önlemlerden en çok etkilenecek toplumsal tabakalardan oluşuyor. Bunlar ekonomik krizin getirdiklerinin yanı sıra bir de alınacak önlemlerin yaşam dünyaları üzerindeki olumsuz etkilerini üstlenmek istemiyorlar, sık sık “sarı yelekler” isyanında olduğu gibi sert tepkiler gösterebiliyorlar.

Paradoks işte burada: Bu kesimin ekonomik krizin, göçmenler krizinin etkilerine, kurulu düzenin siyasetçilerinin beceriksizliklerine karşı giderek artan öfkesini, Avrupa’da Amerika’da en son Arjantin’de, küresel ısınma olgusunu inkâr eden faşist hareketler yönlendirmeye başladılar. Böylece en az kirleten ama en çok etkilenenler, en çok kirleten ama en az etkilenenlerin çıkarlarını korumaya başlıyorlar.

Sınıf çelişkisi, bu paradoksla birlikte, umuda ve geleceğe açılan “kapının” kanatlarını bağlayan bir “kördüğüm” oluşturuyorlar. Bu kördüğümü yalnızca sosyalist hareket kesebilir. Yeter ki sosyalist hareket, gerektiğinde egemen düşünce ve meşruiyet sistemlerinin dışına çıkmayı, sınıfın geleceğiyle, canlı türlerinin geleceğini birleştirebilecek eşitlikçi, özgürlükçü demokratik bir karşıt kültürle toplumda bir heyecan yaratmayı becerebilsin.

QOSHE - İklim krizi-büyük çelişki - Ergin Yıldızoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İklim krizi-büyük çelişki

34 14
23.11.2023

Gelecek hafta Dubai’de COP28 iklim zirvesi toplanıyor. Zirvenin, küresel ısınmaya neden olan hava kirlenmesine, tanklar, uçaklar, bombalar füzeler, diğer patlayıcı maddelerle, bunların çıkardığı yangınlarla büyük katkı yapması kaçınılmaz bir bölgesel savaşa denk gelmesi de tarihin acı bir ironisi. Zirveye giderken yayımlanan OXFAM raporundaki bulgular ve aşağıda değineceğim siyasi gelişmeler de geleceğe umutla bakmaya pek yer bırakmıyor.

Uygarlığın bir yok olma sürecine girmemesi için (Birçok canlı türü çoktan yok oldu ve türlerin çeşitliliği hızla azalmaya devam ediyor.) küresel sıcaklık artışının, 2050 yılına kadar, Sanayi Devrimi dönemindeki düzeyine kıyasla 1.5°C’nin altında kalması gerekiyor. Bu hedefe ulaşabilmenin yolu, 2030 yılına kadar, küresel Co2 emisyonunu yüzde 42 azaltmaktan geçiyor. Halen egemen küresel ısınma eğilimi küresel sıcaklık artışının 2030 yılına kadar 2.5-3°C düzeyine ulaşabileceğini söylüyor.

Küresel ısınmanın bugünkü düzeyinde, bu yıl tanık olduğumuz, kimi bölgelerde 50°C’nin üstüne çıkan sıcaklara, sıcaklık dalgalarına, kuraklıklara, su baskınlarına, sellere, orman yangınlarına, bunların neden olduğu ölümlere, ekonomik yıkıma, göç dalgasına bakınca 2.3-3°C artış tam bu küresel felaket anlamına geliyor: Umutlu olmak zor.

Bu zorluk her şeyden önce kapitalist üretim tarzının ürettiği çok vahim, aşılması son derecede zor bir çelişkiden kaynaklanıyor: Küresel ısınmaya yol........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play