“Aksa Tufanı” ve Gazze bombardımanları, dinci siyasetin halkları eninde sonunda felakete sürüklemesinin kaçınılmazlığını bir kez daha kanıtladı. Bu felaketler karşısında akla, Shoah, Nakba, Guernica, Drezden geliyor. Felaket genişleyeceğe benziyor: Cuma günü ABD, Suriye’de İran hedeflerini vurdu. Savunma Bakanı Austin, “Gazze ile bir ilişkisi yok, kendimizi koruyoruz” dese de bu saldırı bir “savaş alanını tuzlama” (savaştan önce mekânı hazırlama) operasyonuna, benziyor.

İsrail tarafında, “Aksa Tufanı” operasyonunda, Hamas militanlarının sivilleri hedef almış olmasından kalkarak bir Shoah (soykırım) söylemi gelişti. Buna karşılık, Filistin tarafında, Gazze içinde yeniden, bu kez Mısır’a doğru göçe zorlandıkları için, Nakba (1948 sürgünü) anımsandı. Bu iki kavramı yan yana koyunca “durumun” gerçeği ortaya çıkıyor. Ne “Aksa Tufanı” Filistin sorununa bir çözüm, ne de İsrail devletinin, Hamas’ı yok etme bahanesiyle Gazze’yi yıkma boşaltma çabaları İsrail’e güvenlik getirecek. Ne dinci Hamas ne de İsrail’in neo-faşist rejimi bu “durumun” içinden, bir zaferle çıkabilecek. Yargıdan kaçmak için faşistlerle hükümet kuran Netanyahu bu savaştan yararlanmaya çalıştıkça ayağının altındaki zemin her gün biraz daha çürüyor, istifa çağrıları artıyor. Hamas’ın bu felaketten bırakın zaferle, varlığını koruyarak çıkma olasılığı da sıfıra çok yakın.

İsrail rejimi, Shoah kavramına sığınmaya çalışırken, Hamas’ı bahane ederek Gazze’yi yıkmaya başlayan bombardıman, kaçınılmaz biçimde bir “toplu cezalandırma” olayı olarak şekilleniyor. Bu durumda, akla II. Dünya Savaşı’nda, işgalci Alman ordusunun bir Partizanı grubunu yakalamak, direnişi caydırmak için tüm bir kasabayı, içindekilerle birlikte dümdüz etmesinin örnekleri geliyor. Dünya kamuoyu, giderek artan oranda Guernica (İspanya) Drezden (Almanya) gibi sivilleri katleden kent bombardımanlarını anımsamaya başladı. Bu kez dünya basını, Shoah kavramını, İsrail’in Gazze politikasının sonuçlarına ilişkin kullanıyor.

İsrail yönetimindeki faşist, militarist unsurların, Birleşmiş Milletler genel sekreterinin olayların tarihsel bağlamını (İsrail Filistin sorunun kaynaklarını) anımsatan konuşmasını hedef alarak, “BM’ye ders vereceğiz” küstahlığıyla Shoah’yı sömürme çabaları da Shoah mirasını kirletme, değersizleştirme, dünyada zaten yükselmekte olan antisemitizmin değirmenine su taşıma riskini artırıyor.

Hamas’a gelince, ikinci bir Nakba’nın oluşmasında, “Aksa Tufanı” ile aracı (belki de “kaybolan aracı”) konumuna düştüğü gerçeğinden, Gazze’de yaşanan yıkımın, can kaybının sorumluluğunu İsrail’deki dinci faşistlerle paylaşmaktan kurtulması olanaksız.

“Dünyanın en büyük esir kampı” olan Gazze’yi yönetmeye çalışan Hamas, terörist bir yapılanma değil ama, “Aksa Tufanı” çok açık biçimde, sivillere karşı, yalnızca öldürmeyi değil, aynı zamanda tüm toplumu dehşete düşürmeyi amaçlayan acımasız yöntemlerle gerçekleştirildi. Kimi analistlerin, “Aksa Tufanı”nı, tarihte ABD’de, Avrupa’da aniden patlak vererek son derecede acımasız şiddet olayları sergileyen köle ya da köylü ayaklanmalarıyla karşılaştırarak eleştirmekten kaçınmaları da duruma uygun değil. Doğru, Gazze’de yaşam çok zordu, özellikle gençler açısından, her anlamda umutsuzdu, duvarın ötesindeki gençlerin yaşamına, “çalınmış topraklardaki” festivallerin müziğine öfkelenmeleri de kaçınılmazdı. Ancak Aksa Tufanı, kendiliğinden ani bir öfke patlamasının değil, uzun, ayrıntılı bir hazırlığın, İran’ın yardımının ürünü bir operasyondu. Operasyonun sergilediği acımasız, hatta müstehcen biçimler öfke patlamasıyla açıklanamaz. İsrail’deki rejimin tepkisinin şiddetinin, olayı fırsat bileceğinin öngörülemediği de iddia edilemez. Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir, Maliye Bakanı Smotrich açıkça Gazze’yi ilhak edip boşaltmaktan söz ediyorlardı.

Ateşkes çağrısına karşı çıkanlar kadar, Hamas’ı mücahit (Cihat için savaşan) ilan ederek sahiplenenler de tarih önünde bu felaketlerin sorumluluğuna ortaktır. İki dinci yönetimin yarattığı felakete bakınca, laik Cumhuriyetin tüm eksiklerine rağmen değerini bir kez daha anlamak, onu dinci-faşizmin karanlığına karşı kararlılıkla savunmak gerekiyor.

QOSHE - Dinciliğin felaketi... - Ergin Yıldızoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dinciliğin felaketi...

63 16
30.10.2023

“Aksa Tufanı” ve Gazze bombardımanları, dinci siyasetin halkları eninde sonunda felakete sürüklemesinin kaçınılmazlığını bir kez daha kanıtladı. Bu felaketler karşısında akla, Shoah, Nakba, Guernica, Drezden geliyor. Felaket genişleyeceğe benziyor: Cuma günü ABD, Suriye’de İran hedeflerini vurdu. Savunma Bakanı Austin, “Gazze ile bir ilişkisi yok, kendimizi koruyoruz” dese de bu saldırı bir “savaş alanını tuzlama” (savaştan önce mekânı hazırlama) operasyonuna, benziyor.

İsrail tarafında, “Aksa Tufanı” operasyonunda, Hamas militanlarının sivilleri hedef almış olmasından kalkarak bir Shoah (soykırım) söylemi gelişti. Buna karşılık, Filistin tarafında, Gazze içinde yeniden, bu kez Mısır’a doğru göçe zorlandıkları için, Nakba (1948 sürgünü) anımsandı. Bu iki kavramı yan yana koyunca “durumun” gerçeği ortaya çıkıyor. Ne “Aksa Tufanı” Filistin sorununa bir çözüm, ne de İsrail devletinin, Hamas’ı yok etme bahanesiyle Gazze’yi yıkma boşaltma çabaları İsrail’e güvenlik getirecek. Ne dinci Hamas ne de İsrail’in neo-faşist rejimi bu “durumun” içinden, bir zaferle çıkabilecek. Yargıdan kaçmak için faşistlerle hükümet kuran Netanyahu bu savaştan yararlanmaya çalıştıkça ayağının altındaki zemin her gün biraz daha çürüyor, istifa çağrıları artıyor. Hamas’ın bu felaketten bırakın zaferle, varlığını koruyarak çıkma olasılığı da sıfıra çok yakın.........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play