TİP milletvekili Can Atalay’ın vekilliği Meclis’te düşürüldü. CHP ve TİP’in çağrısını yaptığı protesto eylemine diğer sosyalist gruplar da katıldılar. “Her yer Taksim, her yer direniş”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganları atıldı.

Son derecede önemli yerel seçimlere giderken bu gelişmeyi, bir hukuk darbesi, rejimin ve muhalefetin durumunu gösteren bir simge, nihayet bir fırsat olarak üç açıdan değerlendirebiliriz.

Can Atalay’ın vekilliği düşürülünce hemen sesler yükseldi: “Bu bir hukuk darbesidir.” Bu saptama zorunlu olarak beni iki gözleme götürüyor. Birincisi, bu saptama ilk kez yapılmıyor. Daha önce de rejimin kimi uygulamaları için “darbe” kavramı kullanıldı. Anayasa Mahkemesi’nin kararının yok sayılması da anayasanın anlamsızlaştığını, keyfiliğin egemen olduğunu gösterdi. Peki her “Bu bir darbedir” saptamasından sonra ne oldu? İtiraf etmek gerekir ki fark yaratan bir şey olmadı. “Bu kez farklı” denebilir ama inanmak kolay değil.

İkincisi, eğer bir “hukuk darbesi” yapıldıysa anayasa rafa kaldırıldıysa böyle bir ortamda sandık başına giderken hile hurda yapılması nasıl önlenecek? Seçim sonuçlarına itiraz etmek gerekirse hangi kuruma, nasıl başvurulacak? Liberal siyasetin uydurduğu bir kavramı ödünç alırsak “rekabetçi otoriterlik” rejiminin “rekabetçi” kısmı hâlâ geçerli midir? “Süreç olarak faşizm” kavramının açıklayıcılığına güvenmek daha doğru olmaz mı?

Rejimin “siyasi bilinç dışında” derin bir yara açan, Gezi olayının bir türlü aşılamayan travması, Atalay’ın bir sosyalist avukat olarak emekçilerin, ezilenlerin haklarını korumak için sürdürmüş olduğu mücadele, üstelik vekil seçilerek Meclis’e girme hakkını kazanması, rejimin onu hedef alması için yeterliydi. Ancak bence, rejimin projesine ilişkin bir boyut daha var: Rejim, anayasayı rafa kaldırırken (bir anlamda ilga ederken) aynı zamanda muhalefetin iktidarsızlığını (hilafet çağrısı yapan gösterilerinin, yaygınlaşan tarikat etkinliklerinin eşliğinde) sergileyerek pekiştirmeyi amaçladı. Rejimin bunu başarması, yerel seçimlere ilişkin hedeflerine ulaşmak için yapacaklarını topluma kabul ettirmesi açısından büyük öneme sahiptir.

Rejimin, Atalay’ın üzerinden anayasayı askıya alarak kendini ve taraftarlarını “özgürleştirme” çabaları, muhalefete birlikte mücadele etmek için çok önemli bir fırsat sundu. İstanbul ve İzmir’deki protesto gösterileri de bu olasılığı temsil ediyor. Ancak bu “birlikte mücadele” olasılığı aynı meydanda toplanmaktan öte çok daha karmaşık, Emre Kongar Hoca’mın aktardığı bir sorunu gündeme getiriyor: “Sol kendi içinde parçalı ve birbiriyle uğraşıyor. CHP içten parçalandı ve birbiriyle uğraşan kliklere ayrıştı. 6’lı masa birbirine çelme takıp duruyor.” Bence 6’lı masayı tamamen unutmak, CHP’yi de kimliği ve niyeti belli olana kadar, DEM’i de özgünlüğünden dolayı bir kenara koymak gerekir.

Esas önemli karmaşıklık, sosyalistlerin hem tarihsel sürece hem de andaki duruma ilişkin bir “ilkellik döneminin” aşılamıyor olmasından kaynaklanıyor. Tarihsel olan, kapitalizmin “yapısal krizi” içinde işçi sınıfında yaşanan gelişmelere uyum sağlamaktaki zorluğa ilişkin. Bu zorluğun aşılması teorik, programatik gelişmelere bağlı. “İlkellik döneminin” andaki duruma ilişkin üç boyutu var.

Birincisi, bir önceki tarihsel dönemin (1917-1989; Türkiye için ek olarak 1970’ler) geleneğinin içerdiği parçalanmışlığa sadakatten, yenilgilerin beslediği bir melankoliden kaynaklanan, çok parçalı durum.

İkincisi, siyasal iktidarı arzulayan, devleti hedef alan, kültür endüstrisinin (medya) dayattığı söylemin egemenliğini kıran taktiklerden uzak duran, (sosyalist hareketin “siyasi bilinç dışında” egemen) bir kadercilikle bir anlamda “kapitalist gerçekçilik” ile ilgili.

Üçüncüsü bir dayanışma, ortak pratik, aynı tarafta olduğunu unutmadan, bir farklılığı, hemen öze indirgeyerek büyütmeye çalışmadan, yoldaşça tartışma, birbirinden öğrenme kültürünü yeniden yaratmak gerekiyor. Kimi zaman, aidiyet, örgüt yaşatma kaygıları üzerinden kıyasıya, kimi zaman yaralayıcı bir rekabet ile “burjuvazinin işini onun için yapmaktan” özenle kaçınmak gerekiyor.

Rejimin Atalay’ı hedef alan saldırısı bir fırsat yarattı. Bu fırsattan yararlanalım.

QOSHE - Bir simge ve fırsat olarak Can Atalay - Ergin Yıldızoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir simge ve fırsat olarak Can Atalay

49 7
01.02.2024

TİP milletvekili Can Atalay’ın vekilliği Meclis’te düşürüldü. CHP ve TİP’in çağrısını yaptığı protesto eylemine diğer sosyalist gruplar da katıldılar. “Her yer Taksim, her yer direniş”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganları atıldı.

Son derecede önemli yerel seçimlere giderken bu gelişmeyi, bir hukuk darbesi, rejimin ve muhalefetin durumunu gösteren bir simge, nihayet bir fırsat olarak üç açıdan değerlendirebiliriz.

Can Atalay’ın vekilliği düşürülünce hemen sesler yükseldi: “Bu bir hukuk darbesidir.” Bu saptama zorunlu olarak beni iki gözleme götürüyor. Birincisi, bu saptama ilk kez yapılmıyor. Daha önce de rejimin kimi uygulamaları için “darbe” kavramı kullanıldı. Anayasa Mahkemesi’nin kararının yok sayılması da anayasanın anlamsızlaştığını, keyfiliğin egemen olduğunu gösterdi. Peki her “Bu bir darbedir” saptamasından sonra ne oldu? İtiraf etmek gerekir ki fark yaratan bir şey olmadı. “Bu kez farklı” denebilir ama inanmak kolay değil.

İkincisi, eğer bir “hukuk darbesi” yapıldıysa anayasa rafa kaldırıldıysa böyle bir ortamda sandık başına giderken hile hurda yapılması nasıl önlenecek? Seçim sonuçlarına itiraz etmek gerekirse hangi kuruma, nasıl başvurulacak? Liberal siyasetin uydurduğu bir kavramı ödünç alırsak “rekabetçi otoriterlik” rejiminin “rekabetçi” kısmı hâlâ geçerli midir? “Süreç olarak faşizm” kavramının açıklayıcılığına........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play