Hukuk devleti, yasama, yürütme ve yargı erklerinin tüm karar ve uygulamalarında hukuka bağlı ve saygılı olması demektir.

Evrensel demokrasinin temeli hukuk devletidir. Bu da ilk kural olarak siyasal iktidarın gücünün hukuk ilkeleri çerçevesinde sınırlandırılması ve hukuk içinde denetime tabi tutulması demektir. Hukuk devleti, faaliyet ve kararlarında hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukuksal güvenliği sağlayan devlet olarak tanımlanır.

Ortaçağda “polis devleti” geçerliydi, daha sonra “kanun devleti” modeline, sonra da “hukuk devleti”ne ulaşıldı. Bu süreç büyük acılara, kan dökülmesine, ihtilallere neden olmuş ve yüzyıllar sürmüştür.

Günümüz evrensel demokrasisinin temellerinde, özgür, adil, dürüst hukuka bağlı genel seçimler, vatandaşın temel hak ve özgürlüklerinin anayasal güvencelerle korunması, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı ve güçlerin birbirini denetlediği bir anayasal sistem vardır. Bunlara ilave olarak yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini gerçekleştirecek, vatandaşın anayasal haklarının güvencesini sağlayacak bir Anayasa Mahkemesi’nin varlığı ve işlerliği şarttır...

Demokrasinin temel ilkesi kuvvetler ayrılığının bilimsel temellerini Fransız düşünür Montesquieu atmıştır.

1748 yılında yayımlanan “Kanunların Ruhu” (De L’esprit Des Lois) kitabında “İktidarın kötüye kullanılması vatandaş özgürlüğünü ortadan kaldırır. Siyasi kuvveti elinde bulunduran güç, onu kötüye kullanmak eğiliminde olacaktır. Bu nedenle, kuvvetin kuvveti denetlemesi gerekir” diye yazmıştır.

Montesquieu’nun bu yargısı insanlık tarihinde yüzlerce defa doğrulanmıştır.

Günümüz “azgelişmiş hibrit demokrasi”lerinde daha da kötü bir durum ortaya çıkmıştır. Böyle modellerde yürütmeyi elinde tutan güç, seçimlerde çoğunluğu sağlayarak meclisi de denetim altına alıyor. Yürütme ile yasama adeta bir elde toplanıyor. Geriye bir tek yargı kalıyor.

Yargı da yürütmenin etkisi altına girerse, artık gerçek evrensel demokrasiden söz etmek olanağı ortadan kalkıyor. Bu nedenle, bağımsız yargının varlığı çok önemlidir. Bu noktada özellikle bağımsız ve tarafsız Anayasa Mahkemesi’nin varlığı önem kazanıyor.

Meclis’in kabul ettiği bir kanun anayasaya aykırı ise ne olacaktır?

Kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi ilk kez, ABD’de gerçeklemiştir. ABD yüksek mahkemesinin 1803 yılında, Marbury v. Madison davasında aldığı karar, yasaların yargısal denetiminin yolunu açmıştır. Böylece anayasa hukukunda ve demokrasi kuramında bir devrim oldu. Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığı ilkesi hukuksal açıdan gerçekleşiyordu... ABD

Yüksek Mahkeme Başkanı John Marshall’ın yazdığı kararda şöyle deniliyordu:

- Her hukuk kuralı kendinden üstün olan hukuk kuralı karşısında gücünü kaybeder.

- Anayasa kanunlardan üstün bir hukuk kuralıdır.

- Şu halde, kanunlar anayasa karşısında güçlerini kaybederler. Bu durumda yargıç kanuna göre değil, anayasaya göre davayı karara bağlamalıdır.

Hukuk devletinin Avrupa’da gelişimi yüzyıllar sürmüştür. Avrupa’da anayasa mahkemelerinin kuruluşu ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşebilmiştir.

İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya ve İtalya demokrasinin ortadan kaldırılıp otoriter yönetimlerin güç kazanmalarının simgesel örnekleridir...

Demokrasinin olanakları kullanılarak iktidara gelen Hitler,1933-1945 yılları arasında Nazi partisine dayalı olarak ülkeyi yönetti. Anaysasa rafa kaldırıldı, anayasaya aykırı kanunlar meclisten geçirilip uygulandı...

Aynı durum İtalya’da da yaşandı. İtalya’da Mussolini’nin faşist düzeni aynı usullerle gerçekleştirildi.

İkinci Dünya Savaşı sona erince başta Almanya ve İtalya yaşadıkları bu demokrasi karşıtı durumdan ders aldılar. Avrupa ülkeleri yeni anayasalar yaptılar. ABD’de 1803 yılından beri uygulanan yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi ilkesini kabul ettiler. 1947’de İtalya, 1949’da Almanya, 1959’da Fransa yeni anayasalarında anayasa mahkemelerinin kuruluşunu gerçekleştirdiler. 1976’da Portekiz, 1978’de İspanya bu yolda yürüdü...

1961 Anayasası, işte Avrupa’daki bu gelişmelerden etkilenmiştir. Bu nedenle 1961 Anayasası, Türklerin tarih boyunca yarattıkları en ilerici, hukuka bağlı bir anayasa olarak değerlendirilmiştir.

Avrupa’daki bu yeni anayasalar çağdaş egemenlik anlayışını kabul ediyordu. Egemenliğin tek başına bir organ, bir kişi, bir siyasal iktidar tarafından kullanılmasını ve siyasal gücün diktaya doğru gidişini önlemek için anayasa mahkemelerini kuruyordu. Çağdaş demokrasilerde, meclis çoğunluğuna dayanarak bir sıyasal partinin her istediğini yapması artık imkânsızlaşıyordu.

Hukukun üstünlüğü ilkesi ve demokrasinin kendini korumak hakkı her şeyin önüne geçiyordu. Avrupa ülkelerinde anayasa mahkemeleri ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kuruldu. Böylece, siyasal iktidarın yetkileri sınırlandırıldı.

Bugün dünyada anayasa mahkemesi olmayan ülkeler, demokratik olarak kabul edilmiyor. Eksik, hibrit, etkin olamayan yarı demokrasi olarak değerlendiriliyor.

Bu temel girişten sonra son büyük kargaşaya geçebiliriz.

Geçen hafta Türkiye’de yüksek yargı organları arasında çok ciddi bir deprem yaşandı. İstanbul’daki ilk mahkeme ile Yargıtay 3. Ceza Dairesi, anayasanın bazı temel hükümlerine karşı geldiler.

Milletvekili seçilen Can Atalay’ın cezasının devre sonuna bırakılıp milletvekili dokunulmazlığı gereği cezaevinden çıkarılması gerekiyordu. Anayasa Mahkemesi bu konuda hak ihlali olduğuna karar vermişti. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu karara uyması gerekiyordu. Ancak 13. Ceza Mahkemesi dosyayı ele almadan topu taça atar gibi Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi. 3. Ceza Dairesi yetkisini aşarak Anayasa Mahkemesi yargıçları hakkında suç duyurusunda bulundu. Oysa Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyması gerekiyordu.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Anayasa Mahkemesi’ni (AYM) düzenlemiştir. “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlığını taşıyan 11. maddesi temel ilkeyi şöyle koymuştur:

“Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.”

Anayasanın 148. maddesi Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini saymıştır. 158. maddenin son fıkrası da şöyledir:

“Diğer mahkemelerle Anayasa Mahkemesi’nin görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararları esas alınır.” Anayasanın 153/son fıkrası çok açıktır: “Anayasa mahkemesinin kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını bağar”

Bu durumda, ilk mahkeme olan İstanbul 13. Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’ni kararına uyması gerekirken dosyayı Yargıtay’a göndererek anayasaya aykırı davranmıştır. Yargıtay 3. Ceza Dairesi kendisini mahkemeler üstü bir konuma taşımıştır. Anayasa Mahkemesi’nin kararı incelemeye alınmış ve karar etkisiz duruma getirilmiştir.

Oysa anayasanın yukarıda belirtilen ilgili maddeleri AYM kararlarının bağlayıcılığını hiçbir tartışmaya yer vermeyecek bir biçimde ortaya koymaktadır.

Tüm hukukçular konuşuyor, Barolar Birliği, tüm barolar hareket halindeler, direnç gösteriyorlar... Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk ve eski AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın değerlendirmeleri önemlidir. Her ikisi de bu durumu hukuksuzluk, anayasaya aykırılık, akıl tutulması, hukukun kötüye kullanılması olarak nitelendiriyorlar. (10 Kasım 2023, Karar gazetesi)

Bu karmaşa neden yaratılıyor? Kimi yorumcular Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin siyasete alet olduğunu belirtiyorlar. Tüm bu olanların AKP’nin hazırlamakta olduğu yeni anayasa için bir altyapı hazırlığı olduğu belirtiliyor.

Adalet bakanı da konuya “Yeni anayasayla krizler çözülür” diye işaret etti.

Bu karmaşa hiç kimseye yarar getirmez. Aslında en büyük zararı AKP iktidarı almaktadır. Zaten hukukun üstünlüğü raporlarında en kötü ligde bulunuyoruz. Bu durum Batı dünyasında kuşku ile karşılanacak, Türkiye’yi demokratik olmayan ülkeler düzeyine düşürecektir. Anayasa Mahkemesi konusundaki tartışmalar bir yarar sağlamaz, AKP aleyhine tartışmalara neden olur. Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Erkan, ocak ayında New York’a gidecekler, yatırımcılar toplantısına katılacaklar... Kendilerine her şeyden önce bu hukuksuzluk sorulacaktır... Yatırımcı hukukun zedelendiği yere gelmek istemez.

Hukuk devleti, tüm devlet organlarının hukuka bağlılığını temel koşul olarak kabul eder... Özellikle de yüksek yargı organlarının hukuka bağlı olması gerekir. Anayasa ve temel hukuk kuralları, siyasal amaçlar için kötüye kullanılmamalıdır.

QOSHE - Hukuk devleti-Hukukun Üstünlüğü - Alev Coşkun
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hukuk devleti-Hukukun Üstünlüğü

23 19
13.11.2023

Hukuk devleti, yasama, yürütme ve yargı erklerinin tüm karar ve uygulamalarında hukuka bağlı ve saygılı olması demektir.

Evrensel demokrasinin temeli hukuk devletidir. Bu da ilk kural olarak siyasal iktidarın gücünün hukuk ilkeleri çerçevesinde sınırlandırılması ve hukuk içinde denetime tabi tutulması demektir. Hukuk devleti, faaliyet ve kararlarında hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukuksal güvenliği sağlayan devlet olarak tanımlanır.

Ortaçağda “polis devleti” geçerliydi, daha sonra “kanun devleti” modeline, sonra da “hukuk devleti”ne ulaşıldı. Bu süreç büyük acılara, kan dökülmesine, ihtilallere neden olmuş ve yüzyıllar sürmüştür.

Günümüz evrensel demokrasisinin temellerinde, özgür, adil, dürüst hukuka bağlı genel seçimler, vatandaşın temel hak ve özgürlüklerinin anayasal güvencelerle korunması, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı ve güçlerin birbirini denetlediği bir anayasal sistem vardır. Bunlara ilave olarak yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini gerçekleştirecek, vatandaşın anayasal haklarının güvencesini sağlayacak bir Anayasa Mahkemesi’nin varlığı ve işlerliği şarttır...

Demokrasinin temel ilkesi kuvvetler ayrılığının bilimsel temellerini Fransız düşünür Montesquieu atmıştır.

1748 yılında yayımlanan “Kanunların Ruhu” (De L’esprit Des Lois) kitabında “İktidarın kötüye kullanılması vatandaş özgürlüğünü ortadan kaldırır. Siyasi kuvveti elinde bulunduran güç, onu kötüye kullanmak eğiliminde olacaktır. Bu nedenle, kuvvetin kuvveti denetlemesi gerekir” diye yazmıştır.

Montesquieu’nun bu yargısı insanlık tarihinde yüzlerce defa doğrulanmıştır.

Günümüz “azgelişmiş hibrit demokrasi”lerinde daha da kötü bir durum ortaya çıkmıştır. Böyle modellerde yürütmeyi elinde tutan güç, seçimlerde çoğunluğu sağlayarak meclisi de denetim altına alıyor. Yürütme ile yasama adeta bir elde toplanıyor. Geriye bir tek yargı kalıyor.

Yargı da yürütmenin etkisi altına girerse, artık gerçek evrensel demokrasiden söz etmek olanağı ortadan kalkıyor. Bu nedenle, bağımsız yargının varlığı çok önemlidir. Bu noktada özellikle bağımsız ve tarafsız Anayasa Mahkemesi’nin varlığı önem kazanıyor.

Meclis’in kabul ettiği bir kanun anayasaya aykırı ise ne olacaktır?

Kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi ilk kez, ABD’de gerçeklemiştir. ABD yüksek mahkemesinin 1803 yılında, Marbury v. Madison davasında aldığı karar, yasaların yargısal denetiminin yolunu açmıştır. Böylece anayasa hukukunda ve demokrasi kuramında bir devrim oldu. Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığı ilkesi hukuksal açıdan gerçekleşiyordu... ABD

Yüksek Mahkeme Başkanı John Marshall’ın yazdığı kararda şöyle deniliyordu:

- Her hukuk kuralı kendinden üstün olan hukuk kuralı karşısında gücünü kaybeder.

- Anayasa kanunlardan üstün bir hukuk........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play