Savaşmak cesaret gerektirdiği gibi barışmak da cesaret gerektirir. Dolayısıyla savaş da barış da cesurların işidir.

Ünlü Çinli stratejist Sun Tzu’ya göre en değerli komutan savaşmadan savaşı kazanabilen, zaferi elde edebilen komutandır.

İsrail ile İran arasında yakın zamanda yaşanan süreç aslında birçokları için Orta Doğu’da şiddetli bir savaşın habercisiydi. Ancak iki ülke aralarındaki misilleme sürecinin bir bölgesel savaşa dönüşmesini önlediler. Bu durum birilerinin savaş hevesini kursağında bırakırken birilerinin ise hanelerine olumlu puanlar yazdı. Misille sürecinde ilgili ülkeler arasında bir kazan-kazan stratejisi takip edildiği açık. İsrail ve İran birbirlerine tavizler verdi mi? Bilinmiyor! Zira, İran ve İsrail cephesinde sessizlik hakim. Hizbullah da sessiz. Esas mesele bu sessizlik fırtına öncesi bir sessizlik mi yoksa mahcubiyetin sessizliği mi? Zaman hepsini gösterecek.

İsrail’in Şam’da tüm teamülleri yıkarak ve uluslararası hukuku ihlal ederek diplomatik koruma altında olan ve dokunulmaz olan bir binaya saldırarak yedi İran vatandaşına ölümüne neden olması meseleyi ortadan kaldırmıyor. BM’de dahi kınanamayan bu saldırı uluslararası hukuk için kara bir leke olarak duruyor. Muhtemelen Amerikalı hukukçular, İsrail’in bu eylemlerini haklı ve meşru gösterebilme adına uluslararası hukukta yeni kılıflar aramaya çoktan başlamışlardır. Gerçi, ABD için kılıf bulmak kolaydır. Daha önce de 1999’da Çin’in Belgrat Büyükelçiliğini NATO uçakları vurmuştu. ABD, Çin’in tepkilerine rağmen yanlışlıkla vuruldu dedi ve üstünü kapattı.

İran ile İsrail şu an için savaşı frenlemiş olsalar da bu yakın gelecekte tekrar karşı karşıya gelmeyecekleri anlamına gelmiyor. İki ülkenin karşı karşıya gelmemesi için esas olan uluslararası hukukun güçlendirilmesi, Birleşmiş Milletler teşkilatının güçlendirilmesi ve ülkelerin hukuka uymasının sağlanmasıdır. Her ülke için geçerli olacak bir şekilde evrensel hukuk kurallarını yerleştirmediğiniz sürece ülkeler kendi çıkarlarını uluslararası hukuk kurallarının üstünde tutacaktır. Böylece, Birleşmiş Milletler teşkilatının sorun çözme adına ihdas etmiş olduğu mekanizmaların da hiçbirinin anlamı kalmayacaktır. Uluslararası Adalet Divan’ı İsrail’in eylemlerini önleyememektedir. Zaten İsrail de bu yapıları dikkate almamaktadır.

Yine, İsrail, benzer şekilde Uluslararası Ceza Mahkemesinin yetkisi tanımamaktadır. Geçtiğimiz günlerde ABD, Netanyahu için Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanma kararının çıkarılma ihtimali üzerine yaptığı açıklamada Uluslararası Ceza Mahkemesinin bu yönde bir yetkisinin olmadığını açıkça dünyaya duyurmuştur. Bir başka deyişle ABD, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yetkisini tanımamaktadır oysa bu mahkemenin kurulmasında ABD’nin katkısı büyüktür; hatta Sırp lider Miloseviç’in bu mahkemede yargılanması konusunda ABD’nin göstermiş olduğu çaba o dönem birkaç ülke istisna dünya kamuoyu tarafından takdirle karşılanmıştı. Ancak bugün gelinen noktada ABD Uluslararası Ceza Mahkemesini İsrail için görmezden gelmektedir. ABD, ilginç bir çelişki içerisindedir. Netanyahu’nun tutuklanması konusunda yetkileri olmadığı için Uluslararası Ceza Mahkemesine karşı çıkarken, Putin’e tutuklama kararı veren aynı Uluslararası Ceza Mahkemesini desteklemişti! Son bir yılda ne değişti?

Birleşmiş Milletler sisteminin kurulmasına ABD öncülük etmiştir ama bugün gelinen noktada ABD bir yol ayrımına gelmiştir; ya İsrail’i ya da Birleşmiş Milletler teşkilatını tercih edecekti. İsrail’i seçti. 79 yaşındaki Birleşmiş Milletler teşkilatı ABD’nin belki de geçtiğimiz yüzyıldaki en büyük diplomatik başarısıydı. Buna rağmen ABD bütün emeğini İsrail için heba etti.

ABD’nin bizzat bir asırdan beri savunduğu kendi değerleriyle çelişen kendi değerlerini hiçe sayan bugünkü tavrı bizzat Amerikan kamuoyunda da eleştirilmektedir. Bugün, ABD’de ülke genelinde bütün seçkin üniversitelerde ABD’nin İsrail politikası ve dolayısıyla İsrail’in Gazze politikası öğrenciler tarafından protesto edilmektedir. Bu protestoları engelleyebilmek adına yönetim üniversite rektörlerini istifaya zorlamış hatta zaman zaman kampüse polisleri sokarak gözaltılar yapmış ama buna rağmen öğrencileri geri adım attıramamıştır. Vietnam savaşından bu tarafa ABD’de yaşanan en büyük öğrenci protestolarına şahit olmaktayız. Bu durum bize bir gerçeği göstermektedir; o gerçek de şudur: Artık yeni nesil Amerikalılar, İsrail’in ve Yahudilerin imtiyazlı statüsüne hayır demektedir, onların dokunulmaz statüsüne hayır demektedir, Siyonizm’e hayır demektedirler.

Netanyahu’nun moralini bozacak yeni bir gelişme ise başkan adayı olan Trump’ın Time dergisine vermiş olduğu röportajla geldi. Trump yaptığı açıklamada ikinci döneminde Netanyahu ile çalışmaya sıcak bakmıyor ve 7 Ekim saldırılarından Netanyahu’nun sorumlu olduğunu söylüyor. Ayrıca, Trump: “İsrail’de tanıdığım, iyi bir iş çıkarabilecek çok iyi insanlar var.” diyerek Netanyahu’nun alternatifleri olduğunu söylüyor. Bu bağlamda, Trump: “Benny Gantz’ın iyi olduğunu düşünüyorum” diyor. Oysa Netanyahu aylardan beri Trump’ın başkan olacağı 2025′ e ulaşabilmek için İran Konsolosluğunu bile bombalamıştı ama bugün gelinen noktada ABD’de hiç kimse Netanyahu’nun günahlarını üstlenmek istemiyor. Trump bile… Her şeye rağmen Trump olası İran-İsrail savaşında İsrail’in yanında duracaklarının da altını çizmekten geri durmadı.

Unutmamak lazım! Orta Doğu’da SORUNLAR çözülmez, dondurulup rafa kaldırılır sadece. O halde Netanyahu, Trump’ı yanına çekebilmek adına bir kez daha İran’ı sahaya çekmeye zorlayabilir. Trump, Netanyahu’nun yanında durmaz ama İsrail’in yanında durur. Bugünlerde de İsrail demek Netanyahu demektir!

YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN

QOSHE - Savaş ve Barış - Barış Adıbelli
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Savaş ve Barış

27 0
03.05.2024

Savaşmak cesaret gerektirdiği gibi barışmak da cesaret gerektirir. Dolayısıyla savaş da barış da cesurların işidir.

Ünlü Çinli stratejist Sun Tzu’ya göre en değerli komutan savaşmadan savaşı kazanabilen, zaferi elde edebilen komutandır.

İsrail ile İran arasında yakın zamanda yaşanan süreç aslında birçokları için Orta Doğu’da şiddetli bir savaşın habercisiydi. Ancak iki ülke aralarındaki misilleme sürecinin bir bölgesel savaşa dönüşmesini önlediler. Bu durum birilerinin savaş hevesini kursağında bırakırken birilerinin ise hanelerine olumlu puanlar yazdı. Misille sürecinde ilgili ülkeler arasında bir kazan-kazan stratejisi takip edildiği açık. İsrail ve İran birbirlerine tavizler verdi mi? Bilinmiyor! Zira, İran ve İsrail cephesinde sessizlik hakim. Hizbullah da sessiz. Esas mesele bu sessizlik fırtına öncesi bir sessizlik mi yoksa mahcubiyetin sessizliği mi? Zaman hepsini gösterecek.

İsrail’in Şam’da tüm teamülleri yıkarak ve uluslararası hukuku ihlal ederek diplomatik koruma altında olan ve dokunulmaz olan bir binaya saldırarak yedi İran vatandaşına ölümüne neden olması meseleyi ortadan kaldırmıyor. BM’de dahi kınanamayan bu saldırı uluslararası hukuk için kara bir leke olarak duruyor. Muhtemelen Amerikalı hukukçular, İsrail’in bu eylemlerini haklı ve meşru gösterebilme adına uluslararası hukukta yeni kılıflar aramaya çoktan başlamışlardır. Gerçi, ABD için kılıf bulmak kolaydır. Daha önce de 1999’da Çin’in Belgrat Büyükelçiliğini NATO uçakları vurmuştu. ABD, Çin’in tepkilerine rağmen yanlışlıkla vuruldu dedi ve üstünü kapattı.

İran ile İsrail şu an için savaşı frenlemiş olsalar da bu yakın gelecekte tekrar karşı karşıya gelmeyecekleri anlamına gelmiyor. İki ülkenin karşı karşıya gelmemesi için esas olan uluslararası hukukun güçlendirilmesi, Birleşmiş Milletler teşkilatının güçlendirilmesi ve ülkelerin hukuka uymasının sağlanmasıdır. Her ülke için geçerli olacak bir şekilde........

© CGTN Türk


Get it on Google Play