Geçtiğimiz hafta sonu Rusya’da yapılan seçimler sonucu Putin beşinci kez devlet başkanlığına seçildi. Bu seçimler Putin için ayrıca Ukrayna Savaşı konusunda bir güven oylaması, bir referandumdu. Oyların yüzde 87.3’nü alarak aslında Putin, Ukrayna Savaşı ve hatta ötesi için vize de almış oldu. Batı ise seçimleri hileli görüyor ve çıkan sonuçların meşruiyetini sorguluyor. ABD ve İngiltere’nin hatta AB’nin en büyük hayali Rusya’nın zayıflatılması ve son noktayı da Putin rejimine seçimlerde Rus halkının koyması şeklindeydi. Dolayısıyla bu seçimlerden Batı biraz ümitliydi. Özellikle Rus muhalif Navalny’nin de ölmesiyle halkın Putin’e karşı sandıkta bir tepki koyacağı beklentisi vardı. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Putin oyların çoğunluğunu aldı. Şimdi ABD yeni bir stratejik değişikliğe gitmek zorunda…

ABD’nin önünde rakip ile stratejik ortak kavramları arasına sıkışmış bir Rusya ve Çin var. Her iki ülke de ABD’nin rakibi olduğu kadar birbirleriyle de stratejik ortaklıkları var, ama esas mesele Rus ve Çin meselelerinin birbirine bağlı olduğu gerçeğidir. Geçtiğimiz pazartesi günü Putin’i tebrik için arayan Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping,”Çin, Çin-Rusya ilişkilerinin geliştirilmesine büyük önem veriyor ve ikili ilişkilerin sürdürülebilir, sağlıklı, istikrarlı ve derinlemesine gelişmesini teşvik etmek için Rusya ile yakın iletişimi sürdürmeye istekli olduğunu” söyleyerek iki ülke arasındaki stratejik işbirliğini bir kez daha teyit etti.

Rusya cephesinde şu an için işler iyi gidiyor gibi gözüküyor; ancak aynı şey Ukrayna için söylenemez. Ukrayna’nın geleceği ABD ve AB’nin elinde. Savaş uzadıkça destek verenlerin de sabrı azalıyor. Savaşın ilk günlerinde sesi çok çıkan Baltık ülkelerinin bugünlerde sesi soluğu pek çıkmıyor. Bilindiği üzere bu ülkeler eski Sovyet ülkeleri ve bu savaşla Moskova’dan yıllarca boyunduruğu altında oldukları Sovyet yönetiminin intikamını almak istiyorlardı.

Şimdilerde Ukrayna’nın geleceği büyük bir belirsizlik içinde. AB, sabrının sonuna geldi. ABD, kara kara düşünüyor. Washington yönetimi, Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali üzerinden yola çıkarak Ukrayna’nın krizinin de Putin’in sonu olacağına inanıyordu, olmadı. Putin, Ukrayna konusuna uzun bir süre çalışmış, olası sonuçlarını görmüş ve ona göre bir strateji geliştirdiği bugün daha net anlaşılıyor. Avrupa’ya verdiği petrol ve doğalgazı ustaca bir manevrayla Asya’ya yönlendirerek dünyanın iki önemli büyük enerji ithalatçısına satmıştır. Çin ve Hindistan, bugün Rusya’dan doğalgaz ve petrol alımında ilk iki sırayı paylaşmaktadır. Bunun sonucu olarak savaşın üçüncü yılına gelindiği şu günlerde Rusya’nın ekonomik kaybı beklenenden daha az oldu. Bilhassa enerji ithalatının Rusya ekonomisini ve devletini ayakta tuttuğu görüldü.

Savaşın başında Batı’nın Rus doğalgaz ve petrolüne uyguladığı yaptırımın Rusya’nın enerji satışında çok büyük etkisi olmamıştır. Halbuki savaşın başında ABD’nin ana stratejisi Rusya’yı enerji satışları üzerinden vurmak, Rusya’ya karşı küresel bir yaptırım ağı kurmak ve Rusya’yı tüm dünyada izole etmekti. BM oylamalarında ülkelerin istenen desteği vermemesiyle mesele NATO’nun elinde kaldı.

Artık Zelensky eskisi gibi ülkelerde büyük bir kahraman olarak görülmüyor. Nereye gitse para ve silah isteyen bir adama dönüştü. Ülkeler, Zelensky’i kabul etmek istemiyor. Zaten gidebildiği çok az sayıda ülke kaldı. Gazze meselesinde Yahudi kimliğini öne çıkararak İsrail’e koşulsuz destek vermesi kendisini özellikle İslam aleminde yalnızlaştırdı. Müslümanların sempatiyle baktığı Zelensky şimdi Gazze’deki vahşete verdiği destekten dolayı istenmeyen adam oldu.

Putin, yeni döneminde Ukrayna konusunda müttefiklerin arasında ortaya çıkan görüş ayrılıklarını kullanarak Rusya için kârlı bir barış müzakeresi sağlayacak yolları arayacak. Muhtemelen Biden, 2024 seçimleri kaybedecek. Trump seçildiği taktirde bu savaş anlamını da çoktan yitirmiş olacak. Büyük ihtimalle 2025 yılı barış için pazarlıkların ve müzakerenin yürütüldüğü yıl olacak. Şimdi Zelensky ve ekibi savaşı daha da genişletmenin peşindeler. Bir şekilde bu savaşa NATO’yu ve komşularını dahil etmek için yollar aramaktadır. Bu bağlamda, son günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Macron’dan ilginç açıklamalar gelmektedir. Macron’un savaşı genişletmeye yönelik neden bu kadar provakatif davrandığı ise merak konusudur. NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir diyen bir liderin NATO’yu göz göre göre Ukrayna konusunda ateşe atmaya hevesli olmasının arkasında tek bir neden yatmaktadır: O da NATO’yu yok etmek.

Macron’un diğer bir nedeni de Afrika’dan Wagner ve Rusya’nın yardımıyla kovulan Fransa’nın şimdi intikam arayışı içerisinde olmasıdır. Macron, Rusya’ya hatta dünyaya Fransa’nın bir özgül ağrılığının olduğunu ispat etmeye çalışıyor. Afrika’dan kovulan ve mevzilerini Rusya’ya kaptıran Fransa, Rusya’nın yanı başında Avrasya coğrafyasında boy göstermeye çalışıyor. Bunun da ilk adımı Kafkaslarda Ermenistan olacak gibi gözüküyor. Fransa, Ermenistan ordusunu eğitimini üzerine almış durumda. Fransa, kendi özgül ağırlığını gösterme adına Ermenistan’ı Azerbaycan’ın üzerine kışkırtmaktan geri durmayacaktır!

Rusya’nın savaş sonrası stratejisi Asya-Pasifik ve Afrika odaklıdır. Ancak bunu için önce Avrupa sınırını güvence altına alması ve Ukrayna ile anlaşmazlıkları çözmesi gerekiyor. Ardından da Afrika ve Batı Asya’ya yönelik operasyonları yapabileceği sıcak deniz limanlarının bulunduğu Karadeniz’i kontrol altında alması gerekmektedir. Bu nedenle Rusya, Doğu Karadeniz’de Abhazya yakınlarında yeni büyük bir deniz üssü kurmaya hazırlanıyor. Söylentilere göre yenilenmiş Karadeniz filosu burada konuşlanacak.

Rusya bir Avrupa ülkesi ve gücü olduğu gibi aynı zamanda da bir Asya-Pasifik ülkesidir. Bu nedenle coğrafi olarak oldukça uzak olan Japonya ve Güney Kore gibi ülkeler Ukrayna’nın yanında yer alarak Rusya’nın zayıflatılması tezine katıldılar. Özellikle, Japonya, Pasifik’te Çin’in yanında bir de Rusya’nın rakip olarak çıkmasını istemiyor. Bu nedenle, Rusya yükselen Asya’ya karşı pozisyon alırken arkasını da sağlama alması gerekiyordu. Putin, son üç yıldan beri Rusya’nın tüm politikalarını Asya-Pasifik merkezli hale getirdi.

ABD ise bir yol ayrımında. ABD nasıl bir Rusya istiyor? Güçlü bir Rusya mı? Zayıflatılmış bir Rusya mı? ABD, stratejisini güncelliyor, zayıflatılmış bir Rusya’dan vazgeçiyor gibi görünüyor.

Ukrayna Savaşı’nın ilk günlerinde hatta ilk aylarında ABD’nin ve Batı’nın nihai amacının Rusya’yı zayıflatmak olduğu hep belirtilmişti. Ancak bugün ortaya çıkan gelişmelere bakıldığında sanki ABD, fikir değiştirmişçesine güçlü ve caydırıcı bir Rusya’yı zayıf ve etkisiz bir Rusya’ya tercih edecek gibi gözüküyor. Bir başka deyişle kimseyi korkutmayan bir Rusya açıkçası Amerikan çıkarlarına aykırı duruyor. Eğer Rusya, Ukrayna’ya yönelik özel operasyonunu başlatmasaydı NATO üyeleri hiç bu kadar kenetlenebilir miydi? Yıllarca üye olmayan İsveç ve Finlandiya’nın bir anda NATO’ya dahil olmaları mümkün olur muydu? Cevap hayır. Rusya, beyin ölümü gerçekleşmiş NATO’yu yeniden hayata döndürmüştür. Dolayısıyla, ABD gelecekte her ihtiyaç duyduğunda yeniden Rusya’ya başvurmak isteyecektir. Eğer Rusya’yı zayıflatır ve bir köşeye atarsa ABD’nin Avrupa’ya karşı Demokles’in kılıcı olarak kullanacağı başka aparatı kalmayacaktır.

ABD, benzer bir stratejiyi de Asya-Pasifik’te Çin üzerinden kurgulamaya çalışıyor. Asya-Pasifik bölgesinde yapay bir Çin tehdidi söylemi geliştirerek Japonya, Güney Kore, Avustralya gibi ülkeleri kendi safına çekerek bölgeyi kendi hegemonyası altına almaya çalışıyor. Bir başka deyişle Asya-Pasifik’te Demokles’in kılıcı rolünü Çin’e giydirmek istiyor.

Sonuç olarak hiç kimse Macron’u ciddiye alamasa da her an Avrupa’da bölgesel bir savaşı başlatabilecek bir provokasyona imza atabilir. Putin’in açıklamalarına göre, Rusya, her türlü olasılığa karşı hazır gibi görünüyor. Her türlü gelişmiş silah sistemlerini Kaliningrad ve Belarus’ta konuşlandırmış durumda. Nükleer savaş da dahil olmak üzere Rusya, tüm kartları masaya koymuş vaziyette. Çin, ABD’nin Çin ve Rusya arasındaki Büyük Avrasya ortaklığını yıkmaya odaklandığının farkında. Bu nedenle Rusya ile ilişkileri daha da derinleştirirken başta Taiwan olmak üzere Güney Çin denizinde sıkı önlemler alıyor. Bu arada son günlerde NATO karargâhı da oldukça hareketli…

Barış Adıbelli

YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN

QOSHE - Putin ne kazandı Batı ne kaybetti? - Barış Adıbelli
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Putin ne kazandı Batı ne kaybetti?

18 8
22.03.2024

Geçtiğimiz hafta sonu Rusya’da yapılan seçimler sonucu Putin beşinci kez devlet başkanlığına seçildi. Bu seçimler Putin için ayrıca Ukrayna Savaşı konusunda bir güven oylaması, bir referandumdu. Oyların yüzde 87.3’nü alarak aslında Putin, Ukrayna Savaşı ve hatta ötesi için vize de almış oldu. Batı ise seçimleri hileli görüyor ve çıkan sonuçların meşruiyetini sorguluyor. ABD ve İngiltere’nin hatta AB’nin en büyük hayali Rusya’nın zayıflatılması ve son noktayı da Putin rejimine seçimlerde Rus halkının koyması şeklindeydi. Dolayısıyla bu seçimlerden Batı biraz ümitliydi. Özellikle Rus muhalif Navalny’nin de ölmesiyle halkın Putin’e karşı sandıkta bir tepki koyacağı beklentisi vardı. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Putin oyların çoğunluğunu aldı. Şimdi ABD yeni bir stratejik değişikliğe gitmek zorunda…

ABD’nin önünde rakip ile stratejik ortak kavramları arasına sıkışmış bir Rusya ve Çin var. Her iki ülke de ABD’nin rakibi olduğu kadar birbirleriyle de stratejik ortaklıkları var, ama esas mesele Rus ve Çin meselelerinin birbirine bağlı olduğu gerçeğidir. Geçtiğimiz pazartesi günü Putin’i tebrik için arayan Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping,”Çin, Çin-Rusya ilişkilerinin geliştirilmesine büyük önem veriyor ve ikili ilişkilerin sürdürülebilir, sağlıklı, istikrarlı ve derinlemesine gelişmesini teşvik etmek için Rusya ile yakın iletişimi sürdürmeye istekli olduğunu” söyleyerek iki ülke arasındaki stratejik işbirliğini bir kez daha teyit etti.

Rusya cephesinde şu an için işler iyi gidiyor gibi gözüküyor; ancak aynı şey Ukrayna için söylenemez. Ukrayna’nın geleceği ABD ve AB’nin elinde. Savaş uzadıkça destek verenlerin de sabrı azalıyor. Savaşın ilk günlerinde sesi çok çıkan Baltık ülkelerinin bugünlerde sesi soluğu pek çıkmıyor. Bilindiği üzere bu ülkeler eski Sovyet ülkeleri ve bu savaşla Moskova’dan yıllarca boyunduruğu altında oldukları Sovyet yönetiminin intikamını almak istiyorlardı.

Şimdilerde Ukrayna’nın geleceği büyük bir belirsizlik içinde. AB, sabrının sonuna geldi. ABD, kara kara düşünüyor. Washington yönetimi, Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali üzerinden yola çıkarak Ukrayna’nın krizinin de Putin’in sonu olacağına inanıyordu, olmadı. Putin, Ukrayna konusuna uzun bir süre çalışmış, olası sonuçlarını görmüş ve ona göre bir strateji geliştirdiği bugün daha net anlaşılıyor. Avrupa’ya verdiği petrol ve doğalgazı ustaca bir manevrayla Asya’ya yönlendirerek dünyanın iki önemli büyük enerji ithalatçısına satmıştır. Çin ve Hindistan, bugün Rusya’dan doğalgaz ve petrol alımında ilk iki sırayı paylaşmaktadır. Bunun sonucu olarak savaşın üçüncü yılına gelindiği şu günlerde Rusya’nın ekonomik kaybı beklenenden daha az oldu. Bilhassa enerji ithalatının Rusya ekonomisini ve devletini ayakta tuttuğu görüldü.

Savaşın başında Batı’nın Rus doğalgaz ve........

© CGTN Türk


Get it on Google Play