‘İnsanlar göğe doğru düşer’
Mutlak değerlere sırt çeviren, vaizlere ve vaazlara kuşkuyla yaklaşan, vasatlıktan tiksinen, hiçleşmeyi hiçleştiren bir nihilizm yaratan Nietzsche’ye, Kierkegaard’un varoluşçuluğuna ve Wittgenstein’ın mantıksal çıkarımlarına yakın duran Emil Michel Cioran; insanın üstünde ve mezarlarında gezinen Tanrı’ya, ilahiyatçılığın dümen suyuna giden ve cinayet ile düş arasında kalıp cinayeti tercih eden insana sırt çeviren bir düşünürdü.
Fanatizmin ve saygısızlığın, tüm diyalog ve iletişim imkânlarını yok ettiğini savunan Cioran, yaşam ve ölüm arasına sıkıştırılan fikirler için bir çıkış yolu bulmaya çalışırken yeniden doğuş arayışına girişiyordu. Metinlerinde buna yönelik satırlar kaleme almıştı. Onlardan biri de anadili Rumencede yazdığı son kitap olan Düşüncelerin Günbatımı’ydı.
1940’ların gerilimli ve çatışmalı ortamında, insanlarla birlikte fikirlerin de katledildiği günlerin ürünü olan bu kitapta Cioran, bilindik veya alışıldık dünyanın sona erişini haber verirken uzaklardaki umuda ve kendisinin alametifarikası hâline gelen öfkesine tutunuyor.
Tanrı, hiçlik, ölüm ve yaşam üzerine fikirlerinin yer aldığı Düşüncelerin Günbatımı’nda Cioran, vaazlara kapılıp vaizlere sarılan insanları eleştirirken başlangıçlarla ve sonlarla hayatı açıklıyor. Karşıtların yaşamın taşıyıcısı olduğunu düşündüğünden iyiliği kötülüğe, kötülüğü de iyiliğe başvurarak ortaya koyuyor. Kısacası terk ettiğini söylediği felsefenin tam ortasına geliyor.
Yaşama uğraşının aşamalarını anlatıyor Cioran; acıdan ve mutluluktan bahsediyor, vicdan azabının dinsel ve şiirsel ifadesini çözümlüyor, zamanın akışına kafa yoruyor. Yolunu yitirmişlere seslenirken üzerine epey düşündüğü dine getiriyor sözü: “Din, sessizliğin hafifletilmiş bir vahyedilişi, tedirginlik ve sakınganlığımızın süzgecinden geçmiş fısıldaşmaların kulağımıza üflediği nihilizm dersinin yumuşatılmasıdır…”
Çelişkilerle, hayal kırıklıklarıyla ve aralara serpiştirilmiş mutlulukla yaşamı açıklamaya çalışan Cioran, zamanın kurucu ve yıkıcı bir öğe hâlinde karşımızda durduğunu, insanın bu akış içinde var olduğunu hatırlatıyor. İnsanın yalnızlığından bahsederken kalabalık içinde aslında tek başına kalmış ve bazen de bunu seçmiş kişinin, kendisi ve başkası olması arasında bocaladığını, bunun bazen bir zenginliğe bazen de bir yoksunluğa denk geldiğine dikkat çekiyor.
“Ayrıcalıklar yeri” diye tanımladığı hayatta, insanlardan medet umarak hayaletlere inanmayı sürdürdüğümüzü söyleyen düşünür, “zaman bunaltısı”ndan kurtulamadığımızı anımsatıyor: “Her buruşuk, zamanın bıraktığı bir cesettir. Zaman denen kötü cin, insan yüzünü bir boş gurur meşheri hâline getirir. Kim kendi günbatımında buna serinkanlılıkla bakabilir?”
Cioran’ın bahsettiği yalnızlığın bir başka ifadesi ya da biçimi, “bütün insanlık beni insanlardan ayırıyor” cümlesiyle su yüzüne çıkıyor. Bu cümle, hem yazarın olgunlukla etrafına bakmaya başladığını hem de hayatın getirdiklerini mecburen kabullendiğini gösteriyor.
Dünyada tekrar okunabilecek ve bize bir şey anlatan yazarların sayıca çok az olması gibi bilen insanların ve tamamlanmış hayatların da öyle kolay bulunamadığını belirtiyor Cioran. Bu da melankolik bir uzaklaşmaya kapı aralıyor. Madalyonun öbür yüzünde ise “zamanla kavgaya tutuşma” yer alıyor ve düşünüre göre bu durum bizi tehlikeli sulara götürüyor: “Zaman öldürmek; can sıkıntısının münasebetsizliği, beylikçe ve derinlikle böyle ifade edilir. Zamansallığın, hayatîliğin dolaysızlığından bağımsızlığı bizi esasa ait olmayana, özünü yitiren ‘oluş’un boşluğuna duyarlı kılar: hayatî içeriği olmayan bir süre. (...) Can sıkıntısı: Hayattan bağını çözmüş, hatta münasebetsiz bir özerklik yaratmak uğruna onu tahliye eden ifadesiz zamanın tutsağı olmak… O zaman ne kalır? İnsanın boşluğu ve zamanın boşluğu; iki yokluğun çiftleşmesi can sıkıntısını doğurur: hayattan ayrılmış bilinçte zamanın yas tutması.”
Bugün korkulan ve uzak durulan yalnızlığa sımsıkı sarılan ve onu, düşünüp yazmak için neredeyse tek yol olarak gören Cioran, bu hâlin zihni değilse bile ruhu dinginleştirdiğini söylüyor. Yalnızlık, ona “yeterince mutsuz olamama mutsuzluğunu” düşündürürken aptallığın, “maddesel bir hiçlik ve kişinin kendisi hakkında düşünememe durumu” olduğunu kavramasını kolaylaştırıyor.
“Mutlak şimdi” diyen ahmakları yine yalnız kaldığı anlarda kıyasıya eleştirirken insanı Tanrı’ya götüren........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein
Rachel Marsden