Diyarbakırlı Ramazan Hoca olarak bilinen tebliğci Ramazan Pişkin, Fatih’te alçakça bir cinayete kurban gitti. Güzel insan sözüne tamı tamına uyan bir Allah adamı idi. Sevgili kardeşim Murat Özer, Ramazan Pişkin’in arkasından yazdığı şairane iki satır ile onun nasıl biri olduğunu mükemmelen anlattı: “Yunus gibi duruydu sözleri. Din bezirganlarının hoca sanıldığı çağa ağır geldi zayıf bedeni.”

Merhum, son konuşmalarından birinde “ben sadece emeğimle para kazanıyorum, din tüccarlığını sevmem, din tüccarlığı insanı aşağılık bir duruma düşürür” demişti. Bazı cemaatler ve “hocalar” tarafından hedef gösterildiği de biliniyordu. Cinayet nasıl işlendi bilinmez ama din bezirganlarının nefret objesi haline geldiği açıktı.

Dinin aslını anlatan kişi, sahtesinden ekmek yiyenin hedefi oluyordu. Orijinal olan sahtecileri, hırsızları çileden çıkarıyordu.

Tıpkı Elif Şafak’ın hırsızlık yaptığının tespit edilmesinde olduğu gibi. Şafak, Bit Palas adlı romanını, Mine Kırıkkanat’tan aparmış. Hem de adına varıncaya kadar. Bu intihal mahkeme tarafından sabit bulununca ne oldu dersiniz? Normal koşullarda Şafak’ı kınaması gereken anlı şanlı yazarlar toplanıp ona destek açıklaması yaptılar. Ellerinden gelse Mine Kırıkkanat’ı yok edecekler, çünkü hepsi az çok intihalci ve Kırıkkanat’ın varlığı ayıplarını yüzlerine vuruyor.

Allah Ramazan Hoca’ya rahmet eylesin. Kırıkkanat’a da hırsızlar ile mücadelesinde güç kuvvet versin.

Geçen yazımda Gazze’ye sahip çıkmazsak emperyalizm bambaşka bir tarih yazar, hafızamıza tecavüz eder demiştim. Nasıl olur diyenler varsa eğer, onlara Dresden örneği anlatmak isterim.

İkinci Dünya Savaşı bitmek üzereyken, 13-15 Şubat 1945 tarihlerinde ABD ve İngiliz uçakları Almanya'nın Dresden şehrine saldırdılar. Dresden, hiçbir stratejik askeri tesise ev sahipliği yapmıyordu. Tüm savaş boyunca sivillerin sığındığı silahsız bir şehirdi. Yani, müttefikler bilerek ve isteyerek sivil Almanları bombaladılar.

Hem de ne bombalamak… Bombardımana 2 binden fazla ABD ve İngiliz uçağı katıldı. 48 saat içinde şehre 7 bin ton bomba atıldı. Sonuç, tamamı sivil 135 bin insanın ölümüydü.

Savaştan sonraki yıllarda bu katliamın bir savaş suçu sayılmasını isteyen pek çok aydın ve siyasetçi oldu. Ancak ABD ve İngiltere (ve onları iktidarda tuttuğu Alman hükümetleri) bunu engellediler. Çünkü Siyonist lobi, böylesi bir nitelemenin Yahudi soykırımını gölgede bırakacağını düşünüyordu.

Batılı hükümetlere kalsa çoktan unutturulacak olan bu katliam, bir avuç solcunun ve Alman milliyetçilerinin çabası ile akıllarda tutuldu.

Ancak Alman hükümetleri ilk fırsatta hafızaya müdahale ettiler. Önce katliamın rakamlarını revize ederek işe koyuldular. 2005'te kurulan özel bir komisyon, ölü sayısını 25 bine düşürdü. Tarih ders kitaplarında zaten minnacık yer verilen Dresden, tamamen silindi.

Ardından Dresden anmalarını yasakladılar. Baş edemediklerini görünce bu sefer kendileri resmi anmalar düzenleyerek olayı silikleştirmeye çalıştılar.

Ve en sonunda geçtiğimiz hafta, katliamın anısına dikilen ve önünde anmaların yapıldığı anıtı kaldırma kararı aldılar. Dresden kentinde artık 135 bin sivilin katledilmesini hatırlatacak tek bir simge bile kalmadı. ABD ve İngiltere, Almanya’daki işbirlikçileri sayesinde tarihi ters yüz etmeyi başardılar. Siyonizmden de kocaman bir aferini kaptılar!

Katledilen Almanların hatırasına bile bunu yapan emperyalizm, Filistinliye Müslümana neler yapmaz, varın bir düşünün.

QOSHE - Her şeyin sahtesi aslından nefret eder - Gaffar Yakınca
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Her şeyin sahtesi aslından nefret eder

219 24
02.02.2024

Diyarbakırlı Ramazan Hoca olarak bilinen tebliğci Ramazan Pişkin, Fatih’te alçakça bir cinayete kurban gitti. Güzel insan sözüne tamı tamına uyan bir Allah adamı idi. Sevgili kardeşim Murat Özer, Ramazan Pişkin’in arkasından yazdığı şairane iki satır ile onun nasıl biri olduğunu mükemmelen anlattı: “Yunus gibi duruydu sözleri. Din bezirganlarının hoca sanıldığı çağa ağır geldi zayıf bedeni.”

Merhum, son konuşmalarından birinde “ben sadece emeğimle para kazanıyorum, din tüccarlığını sevmem, din tüccarlığı insanı aşağılık bir duruma düşürür” demişti. Bazı cemaatler ve “hocalar” tarafından hedef gösterildiği de biliniyordu. Cinayet nasıl işlendi bilinmez ama din bezirganlarının nefret objesi haline geldiği açıktı.

Dinin aslını anlatan kişi, sahtesinden ekmek yiyenin hedefi oluyordu. Orijinal olan sahtecileri, hırsızları çileden çıkarıyordu.

Tıpkı Elif Şafak’ın hırsızlık yaptığının tespit edilmesinde olduğu gibi. Şafak, Bit Palas adlı romanını, Mine Kırıkkanat’tan aparmış. Hem de adına varıncaya kadar. Bu intihal mahkeme tarafından sabit bulununca ne oldu dersiniz? Normal koşullarda Şafak’ı kınaması........

© Aydınlık


Get it on Google Play