İnsanlar kendi ihtiyaçlarını başkalarına muhtaç olmadan karşılayabilselerdi, sosyal varlık şeklinde gelişmelerine gerek kalmazdı. İnsanlık tarihinin bir evresinde avcı ve toplayıcılar, aralarında yırtıcı hayvanları yenebilen en güçlü olanı baş seçer ve buna itaat ederler.
Bu kişi, büyücüyle birlikte topluluğu kontrol altında tutmayı başarır. ‘Siyaset’in kökenini buralara kadar götürebiliriz, çünkü siyaset yöneten ve yönetilen ilişkisidir. Sınıflar öncesi dönemde ‘güçlü ve büyücü işbirliği’ zayıfı yönetiyordu, Tanrılar ise insanüstü doğa olaylarına yani karanlığa, aydınlığa, rüzgara, soğuğa, sıcağa ve yıldırıma hükmediyordu. Başlangıçta insan sayısı az ve etkilediği coğrafya sınırlıyken, Tanrıların sayısı çoğunluktaydı. Tersi geliştiğinde tanrılar birer birer yok oldu ve tek tanrı kaldı.

Yerleşik tarım topluluğuna geçiş ve uygarlığın gelişimi devam ederken, barbarlık hala varlığını sürdürüyordu. Tarım alanlarında dağınık yaşayan insanlar, barbarların saldırılarından kendilerini koruyamıyorlardı.
Şartlar dağınık insanları bir araya toplamayı ve ilk şehir devletlerinin ortaya çıkmasını zorladı.
Toprak, mal ve mülkiyet sahibi aileler, şehir devletlerinde söz sahibi oldular. Bu sınıf toplum ve devlet düzenini belirlemede önemli rol oynadı. Dış saldırılara karşı silahlı gücün oluşması ve bu silah tekeline kumanda edecek iktidar biçimi tiranlık, diktatörlük, prenslik ve daha sonra cumhuriyet oldu. Roma ve Akdeniz şehir devletlerinde toplumu oluşturan sınıflar; soylular, yerliler, yabancılar ve kölelerden oluşuyordu. Devlet ve toplumun en ideal yönetim biçimini soylular belirlemek istese de, nihayet doğanın koşulları coğrafya ve süreçler daha belirgin oldu.
Bir şehir devleti sürekli iç ve dış tehditlerle karşı karşıya kaldığında, başında tiran eksik olmazdı. Tehditler ortadan kalkmış olsa bile, tiranın varlığı devam ederdi. Çünkü ‘tehditler’ sayesinde devlet kurumlarında kendisine mümkün olduğunca, çok sayıda ‘suç ortağı’ bağlamıştır. Suç ortakları sustukça tiran konuşmaya, bağırmaya, çağırmaya devam eder ve ömrü uzardı. Etrafındakiler ona ‘hükümdarım çok yaşa sen her şeyi bilensin’ dedikleri müddetçe, tiran kendi vahim hatalarını göremez ve sonunu kestiremezdi. Tiranın sonu uzaktan gelen tehditle değil, en güvendiği yakınından gelecektir. Geleceği ve tehlikeleri gören, ancak günün birinde yanılgıya düşen kâhin, tiranın sonunu hazırladı.
Tiranlıktan sonra yeni başlangıcı toplumun mecbur kaldığı diktatör yapar, çünkü eski tiranın tüm ilişkilerini ancak yeni bir iktidar gücü çözebilir. Diktatörün eline geçen güç, bir gün kendisini ve tüm kurmaylarını olduğunun karşıtı yapar. En güçlü döneminde en anti demokratik yasaları yürürlüğe koyar. Diktatörün sonunu kıtlık, salgınlar ve toplumun yozlaşması getirecektir. Diktatör çöküşünü fark ettiğinde, bu kez aksine en demokratik yasaları ilan eder, ancak kaçınılmaz sonu önleyemez.
Roma örneğinde diktatörün başvurabileceği bir yöntemi daha vardır. Oda kendisinden ve halktan daha güçlü olan, hatta sonsuz gücü olan bir otoriteyle iletişimde olan kurumla, işbirliği yapmasıdır. Roma’nın Pagan dini, imparatorluk coğrafyasında etkili olmadığından, Papalık kurumu ve Hıristiyan dini diktatörün ömrünü uzatmıştır. Artık Roma’nın başında sadece bir diktatör yoktu, tek tanrıyla iletişim kuran Papa’yla hareket eden bir otorite vardı. Gücünü ölçemediğiniz, biçemediğiniz ve kestiremediğiniz ‘otoriteye’, savaş açamaz ve onu yenemezsiniz. Büyük insan topluluklarını ve coğrafyaları tek tanrının yardımıyla yönetmek, Roma’nın egemenliğini ve varlığını uzattı. Diktatörlük dönemleri de böyle devam etti. Taaki halk din adına savaşlarda helak olana kadar, paralı askerlere ödemeler tükenip ve şehir devletleri yıkılana dek.

Yeniden kurulacak şehir devletlerinin inisiyatifini soylular aldığında, mal mülk ve toprak sahiplerinin güvenliğini ve toplumla ‘uyum’ sağlayabilecek prens, önceki dönemden kalan enkazı kaldırmak ister. Halkın itibarını kazanabilmek için, önce kesin kazanacağı savaşta bizzat cephede başkomutanlık yapar. Yapmasaydı cephedeki generalin gölgesinde kalırdı ve kahraman general olurdu.
Prensin yönettiği şehir devletini çoğunluğu dışardan gelen halklar oluşturuyorsa, zamanla mülkiyet ilişkilerinde ‘eşitlik’ gelişebilir. Eşitlik toplumun geniş kesimine yayıldığında, prensliğin etki alanı daralır ve sadece azınlık olan soylularca itibar görmeye başlar. Çoğunluğu oluşturan halk ise artık mülkiyet hakkı ister. ‘Halk’ denilen sınıf o dönem burjuvaziydi. Burjuvazi devrimci atılımlarıyla monarşiyi sınırlayarak sonunda anayasa, yurttaşlık ve milli meclis ilan etmeyi başardı ve yeni yönetim biçiminin yolunu açtı.
Yeni yönetim biçiminin şartları oluştuğunda cumhuriyet ‘eşit toplumun’ yeni düzeni oldu. Cumhuriyetin anlamı “kamuya ait” demektir. Krallar, tiranlar ve padişahların korkulu rüyası cumhuriyettir, çünkü cumhuriyetle birlikte eski yönetim biçimlerine ve eski çağlara geri dönüş yolları kapanmış oldu. Bugün bile Belçika Krallığı’nda cumhuriyet adıyla parti kurmak yasaktır.
Nihayet kralların, tiranların, padişahların tahtları ve mülkiyetleri ‘barışçıl’ yoldan kamunun denetimine geçmedi. Mülkiyet haklarını da tekrar halktan geri almak ‘barışçıl’ yoldan olmayacaktır.
Silah tekeli, vergi tekeli ve bilgi tekeli ‘kendiliğinden’ el değiştiremez.
İster tiranlık olsun ister cumhuriyet, her yönetim biçimini besleyen bir ana kaynak var.
Sistemle kaynak arasındaki bağ koptuğunda, sistem mekanizması ‘yaşayamaz’.
Ancak insan canlı türdür ve varlığını sürdürmek ister, kritik an geldiğinde yeni sistem arayışına başlar.
Önceki sistemi ayakta tutan kaynak tükenmişse, toplum yeni kaynak bulma sorununu çözmek zorunda kalacak. Bu da yeni bir düzeni gerektiriyor.

Buraya kadar özetlemiş olduğumuz satırlar, Machiavelli’nin “Titus Livius’un ilk on kitabı üzerine Söylevler” adlı eserinden referans alınmıştır.
Machiavelli 1512’lere kadar İtalya’nın Floransa şehir devletinin hukukçusu, elçisi ve devlet adamlarındandı. Floransa düştükten sonra, sistemin dışına itilir ve sürgün edilir.
Sistemin dışına itildikten sonra Roma tarihini irdeleyerek, mevcut durumu analiz eder ve yeni devlet düzeni ve cumhuriyetin nasıl ayakta kalabileceğini kaleme alır. Henüz hiçbir insanın görmediği ve henüz yaşanmayan gelecekle ilgili öngörüde bulunmaz.
Machiavelli sistemin içerisinde göremediğini, nihayet sistemin dışında görmeye başlar.
Devlet yöneticilerinin birer kurt olduğunu, ancak danışman olarak aslanları tercih ettiklerini fark eder ve bunun hata olduğunu söyler. Çünkü aslan siyasi stratejik yolda ilerlerken her şeye tepeden bakar, gürler, ezer geçer ancak kurulan tuzakları kestiremez.
Machiavelli’ye göre tilkiden daha iyi danışman bulamazsınız. Tilkinin burnu, kokuları çok iyi algılar ve kurulan tuzakları önceden fark eder.
500 yıl önce yazılmış olan söylevler, halen tazeliğini koruyor.
Bugünkü sistemlerin işleyişini anlamak, güç odaklarının çekişmelerini analiz edebilmek, devlet kurumlarının bir birine güvensizliğini görmek ve egemen sınıfların hangi kaynaktan beslendiğini saptamak bakımından, Machiavelli’nin eseri hala karanlığa ışık tutuyor.

QOSHE - Tiranın, diktatörün ve prensin sonu - Cengiz Köse
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Tiranın, diktatörün ve prensin sonu

16 1
07.01.2024

İnsanlar kendi ihtiyaçlarını başkalarına muhtaç olmadan karşılayabilselerdi, sosyal varlık şeklinde gelişmelerine gerek kalmazdı. İnsanlık tarihinin bir evresinde avcı ve toplayıcılar, aralarında yırtıcı hayvanları yenebilen en güçlü olanı baş seçer ve buna itaat ederler.
Bu kişi, büyücüyle birlikte topluluğu kontrol altında tutmayı başarır. ‘Siyaset’in kökenini buralara kadar götürebiliriz, çünkü siyaset yöneten ve yönetilen ilişkisidir. Sınıflar öncesi dönemde ‘güçlü ve büyücü işbirliği’ zayıfı yönetiyordu, Tanrılar ise insanüstü doğa olaylarına yani karanlığa, aydınlığa, rüzgara, soğuğa, sıcağa ve yıldırıma hükmediyordu. Başlangıçta insan sayısı az ve etkilediği coğrafya sınırlıyken, Tanrıların sayısı çoğunluktaydı. Tersi geliştiğinde tanrılar birer birer yok oldu ve tek tanrı kaldı.

Yerleşik tarım topluluğuna geçiş ve uygarlığın gelişimi devam ederken, barbarlık hala varlığını sürdürüyordu. Tarım alanlarında dağınık yaşayan insanlar, barbarların saldırılarından kendilerini koruyamıyorlardı.
Şartlar dağınık insanları bir araya toplamayı ve ilk şehir devletlerinin ortaya çıkmasını zorladı.
Toprak, mal ve mülkiyet sahibi aileler, şehir devletlerinde söz sahibi oldular. Bu sınıf toplum ve devlet düzenini belirlemede önemli rol oynadı. Dış saldırılara karşı silahlı gücün oluşması ve bu silah tekeline kumanda edecek iktidar biçimi tiranlık, diktatörlük, prenslik ve daha sonra cumhuriyet oldu. Roma ve Akdeniz şehir devletlerinde toplumu oluşturan sınıflar; soylular, yerliler, yabancılar ve kölelerden oluşuyordu. Devlet ve toplumun en ideal yönetim biçimini soylular belirlemek istese de, nihayet doğanın koşulları coğrafya ve süreçler daha belirgin oldu.
Bir şehir devleti sürekli iç ve dış tehditlerle karşı karşıya kaldığında, başında tiran eksik olmazdı. Tehditler ortadan kalkmış olsa bile, tiranın varlığı devam ederdi. Çünkü ‘tehditler’ sayesinde devlet kurumlarında kendisine mümkün olduğunca, çok sayıda ‘suç ortağı’ bağlamıştır. Suç ortakları sustukça tiran konuşmaya, bağırmaya, çağırmaya devam eder ve ömrü uzardı. Etrafındakiler ona ‘hükümdarım çok yaşa sen her şeyi bilensin’ dedikleri müddetçe, tiran kendi vahim hatalarını göremez ve sonunu kestiremezdi. Tiranın sonu uzaktan gelen tehditle değil, en güvendiği yakınından gelecektir. Geleceği ve tehlikeleri gören, ancak günün birinde yanılgıya düşen........

© Aydınlık


Get it on Google Play