Vladimir Putin, Beyaz Saray fotoğrafçısı Pete Souza’nın 1988’de Moskova Kızıl Meydan’da çektiği bir fotoğrafta o sırada Sovyetler Birliği’ni ziyaret etmekte olan ve küçük bir Rus çocuğun elini sıkmak için hamle yapan ABD Başkanı Ronald Reagan’ın karşısında, boynunda fotoğraf makinesi olan turist kamuflajındaki KGB / FSB ajanı olarak, görülmekteydi… Ronald Reagan (1911-2004) ve Charlie Wilson (1933-2010) gibi Amerikalı siyasetçiler Rusya ordusunu Afganistan'da 1979-1989 arasında yenilgiye uğratsın amacıyla Afganlılara İsrail gibi ülkelerden ağır silahlar tedarik edip bunları organize bir şekilde dağıttılar...Sonuçta 25 Aralık 1991 Çarşamba günü Sovyetler Birliği tarih sayfaları arasına karıştı... Afganistan'da 1979-1989 arasında ABD ve Sovyetler Birliği savaştı...Savaşı ABD kazandı...Sovyetler Birliği kendi vatandaşlarına marketlerde temel ihtiyaç maddelerini tedarik, temin etmekte zorlanmış ve muhalifler için kitle imha kampları kurmuştu... Daha fazlası için: Charlie Wilson's War: The Extraordinary Story of How the Wildest Man in Congress and a Rogue CIA Agent Changed the History of Our Times... Afganistan ve İran bir zamanlar laik ülkelerdi...Afganistan dünya üzerinde işgali imkansız ülkelerden biri...Rusya ve ABD burada tutunamadı...Charlie Wilson's War adlı filmde Suudi Arabistan'ın parasıyla, İsrail'in Mısır'dan ele geçirdiği Sovyetler Birliği silahları Afganistan halkına dağıtılarak Sovyetler Birliği'nin 1979-1989 arasında 14.453 askerinin öldürülmesi konu edilir... Dünyayı değiştiren ikili : Demokrat Partili Charlie Wilson (1933-2010) & Joanne Herring (1929) 80'li yıllarda Sovyet işgaline karşı Afgan mücahitlere yardımı örgütleyen, hayatı filme konu olan eski Amerikalı kongre üyesi Charlie Wilson... 10 Şubat 2010'da nefes almakta güçlük çektiği için hastaneye götürülen Wilson, kalp ve akciğerlerindeki sorunların artmasıyla, tedavi göremeden yaşamını yitirdi. 27 yaşında siyasete atılan Wilson, 12 dönem Amerikan Kongresi'nde görev yapmıştı. 1996'da, Temsilciler Meclisi'ne aday olmayacağını açıklarken sarfettiği sözler, bir anlamda, onun hayat görüşünü de yansıtıyordu: Herşeyin bir zamanı vardır. Bünyem bana, devlete 36 yıl hizmet etmenin yeterli olduğunu söylüyor. Kongre'yi Cumhuriyetçiler kontrol ettiği için, seçimlerden korkup çekindiğim için siyasetten çekilmiyorum. Aday değilim çünkü kongre artık eğlenceli bir yer değil." 1973'ten 1996'ya kadar Amerikan Temsilciler Meclisi üyesi olan Charlie Wilson, sefahatin doruğa çıktığı partilere düşkünlüğüyle ünlüydü, İngilizce de 'Zevk düşkünü' anlamına da gelen 'Good Time Charlie' takma adıyla bilinirdi. Teksas'ın en zengin kişilerinden Joanne Herring, Wilson'ın yakın dostu, koruyucusu ve bazen de sevgilisiydi. Bu ikili, Afgan mücahitlere fon ve silah sağlayıp, sonuçta Sovyet işgalinin sona ermesinin yolunu açtı. 'Şeytan İmparatorluğu' Temsilciler Meclisi'nin ödeneklerden sorumlu komisyonunda görev yapan Wilson, CIA'in, Afgan mücahitlere yardımını önemli ölçüde artırdı. Türkiye'de 2008'de gösterime giren 'Charlie Wilson'ın Savaşı' adlı filmde, Wilson'ı Tom Hanks, Herring'i de Julia Roberts canlandırmıştı. 22 yıl Amerikan Merkezi Haber Alma Örgütü CIA'de görev yapan, Michael Shaw, yakından tanıdığı Charlie Wilson'ı önce şakayla karışık, 'Kızınızın akşam yemeğine eve getirmesinden dolayı memnun olacağınız bir kişi değildi' sözleriyle anlatıyor. Shaw bununla birlikte, Wilson'ın, jeopolitik analizleri güçlü bir kişi olduğunu belirtip, ekliyor: "Charlie Wilson, Sovyetlere zarar verilmesinde ve daha sonra eski başkan Ronald Reagan'ın deyimiyle 'Şeytan İmparatorluğu'nun yıkılmasında, belirgin rol oynamıştır. Bence kendisi bu noktada büyük bir övgüyü hak etmektedir.' ABD'nin 40. Başkanı Ronald Reagan şöyle demişti: 'Politics is supposed to be the second oldest profession. I have come to realize that it bears a very close resemblance to the first- Politika, dünyanın en eski ikinci mesleği olarak bilinir. Ama şunu gördüm ki, en eski birinci meslekle (fahişelikle) çok yakın benzerliği var' ABD Başkanı John F. Kennedy Kirk Douglas'ın filmlerini özellikle 'Spartacus'ü çok severdi... ABD başkanı Ronald Reagan 'Reds' (1981), 'Moscow Does Not Believe in Tears' (1980) , 'The Day After' (1983) gibi filmlerden Sovyetler Birliği tarihi, halkı, insanları ve bu ülkeyle ABD arasındaki küresel nükleer savaş hakkında çok şey öğrendiğini söyledi...Bu üç film Reagan'ın genel kültürüne çok olumlu katkılar yapmıştı... Moscow Does Not Believe in Tears 1958 -1978 arasında Sovyetler Birliği'nde yetişkin kadın nüfusu yetişkin erkek nüfusunun çok üzerine çıkınca ülkede kadın ruhundan anlayan yüksek nitelikli koca adayları karaborsaya düştü...Gelin adayı boldu damat adayı kıtlığı yaşandı...Ülkede yaşayan erkekler 40'lı yaşlarda obez, göbekli, bakımsız ve alkolik hale geliyordu...Koca arayan kadınlar çeşitli organizasyonlara kayıt yaptırarak yardım aradılar....ABD Başkanı Ronald Reagan Sovyetler birliği lideri Mikhail Gorbachev ile buluşmadan önce bu konuyu işleyen "Moscow Does Not Believe in Tears - Москва слезам не верит-Moskva slezam ne verit" adlı filmi defalarca seyrederek Sovyetler Birliği hakkında bilgi edinmişti...Anılan film 31 Mart 1981'de Los Angeles'ta konuşma dili İngilizce olmayan yılın en iyi yabancı filmi Oscar'ını kazandı...Sovyetler Birliği'nde 93 milyon seyirci sinema salonlarında bu film için bilet satın almıştı... The Day After 20 Ocak 1961’de ABD başkanı Kennedy göreve başladığında Sovyetlerin elinde dünya üzerindeki yaşamı iki kez yok edebilecek kadar nükleer silah vardı…Aynı tarihte ABD’nin elinde dünya üzerindeki yaşamı on kez yok edebilecek nükleer silah vardı…Bugün İsrail’in bile elinde 400 nükleer silah olduğu tahmin ediliyor… 'Kıyamet Günü' Olasılığı ve Senaryosu: 1996’da yayınlanan ve İsrail -İran savaşı yan konularından biri olan bir bilimkurgu romanı okuyan herkesin tüylerini ürpertti. Romanın adı: 'Richter 10 – Deprem Richter 10'du (Resif Yayınları; Yazarlar: Arthur C. Clarke, Mike McQuay). 'Richter 10 – Deprem Richter 10'un yazarlardan ilki olan Clarke (1917 – 2008), '2001: A Space Odyssey” (1968’de gösterime sunuldu) ve “2010”(1984’te gösterime sunuldu) adlı sinema filmlerine konu olan metinleri de yazmıştı. 'Richter 10 – Deprem Richter 10'da İran’dan gelen saldırıya karşılık olarak İsrail nükleer silâhlarını ('Masada Opsiyonu') Müslüman hedeflerine yolluyor ve bunun sonucunda sadece ilk gün 60 milyondan fazla insan ölüyordu (Sayfa: 77, 104, 197, 212, 235). Nükleer patlamalar sadece Orta Doğu’yu ve tüm petrollerini radyasyona maruz bırakmakla kalmıyor, yeraltında da derin etkiler yaratıyordu: İlk olarak Arap plâkası etkileniyor, o ise Türk – Ege ve İran plâkalarını hareketlendiriyordu. Domino taşlarının düşüşü gibi gelişiyordu her şey. Hint – Avustralya ve Avrasya plâkaları da birbiri ardından kırılmaya başlıyordu. 1961 yılında bile Sovyetler Birliği tüm dünyadaki yaşamı iki kez, ABD ise tüm dünyadaki yaşamı on kez yok edecek nükleer silahlara sahipti…Yani 63 yıl önce bile iki ülke dünya üzerindeki yaşamı on iki kez yok edebilecek nükleer silahlara sahipti… 2024 yılındayız ve İran nükleer silahlar üretiminin eşiğindedir…Bugün İsrail’in elinde bile 400 kadar nükleer başlıklı füze olduğu tahmin ediliyor…Kuzey Kore, Pakistan, Hindistan, İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD de nükleer silahlara sahip… Nükleer savaşla insanlığın yok oluşu en azından dört büyük filmde canlandırıldı…Yeryüzünde insan uygarlığı bu dört filmde yok oldu…On the Beach (1959; Stanley Kramer), Doctor Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964; Stanley Kubrick), Planet of the Apes ( 1968 ;Franklin J. Schaffner), The Day After (1983; Nicholas Meyer)…1968’de gösterime sunulan filmde 25 Kasım 3978 yılındaki dünya gezegenine bir zaman yolculuğuyla ulaşan bir ekip geçmişte çıkan bir nükleer savaşta dünya gezegenindeki insan uygarlığının yok olduğunu keşfetti… The Ultimate Quotable Einstein (Alice Calaprice tarafından yazılan kitap) ve daha birçok kaynakta “3. dünya savaşında hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum lakin (ancak) 4. dünya savaşında mızrak, taş ve sopaların kullanılacağını biliyorum” sözünün 1946, 1947 ve 1949’da çeşitli kişilerce dile getirildiği belirtiliyor… Bu kişiler: General Omar Bradley (1893-1981), fizikçi Albert Einstein (1879-1955), gazeteci Walter Winchell (1897-1972) , Amerikalı siyasetçi, akademisyen J. William Fulbright (1905-1995) Sözü ilk sarf eden ise Einstein değil adı bilinmeyen bir ABD ordusu teğmeni… Sadece İsrail’de 400, ABD’nde 7000 nükleer silah var…Pakistan, Hindistan, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Kuzey Kore gibi ülkelerde de binlerce nükleer silah var…Oppenheimer filmini seyredenler o filmde İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyasının bilim insanı Wernher von Braun’un V1 ya da V2 bomba yüklü balistik füzelerinden birinin İngiltere’ye doğru yol aldığını görmüştü…Teknolojik devrimler bilimsel ilerlemeler en öldürücü kitle imha silahlarının üretimine kapıyı açmıştı…Nazilerin Afrikadaki Uranyum madenlerine el koyarak atom bombası üretme ihtimali ABD’ne sığınan Yahudi bilim insanlarını ürkütmüş ve bu bilim insanları ABD Başkanı Roosevelt’i harekete geçirerek Kanadadaki uranyumla 1939’dan 1945’e kadar uzanan bir süreçte o dönemin 2 milyar doları harcanarak ABD’nin ilk atom bombası üreten ülke olması sağlanmıştı… The Day After dünya üzerinde çok kapsamlı bir nükleer savaş çıktığında yani kitle imha silahları topluca kullanıldığında milyarlarca insanın birkaç saat içinde buharlaşarak öleceğini, geri kalanların bir çeşit Zombieye dönüşerek radyasyon bulaşıklığından dolayı ölümcül derecede kanser yaralarıyla kısa süre içinde öleceğini, insanlığın taş çağına geri döneceğini, sağ kalanların bir iç savaşın kurbanı olacağını anlatan, bilinen en gerçekçi korku filmi… Albert Einstein’ın dediği gibi küresel nükleer savaş olursa sağ kalan insanlar bir sonraki küresel savaşı taş ve sopalarla yapmak zorunda kalacak… The Day After’ı 1983’te 100 milyondan fazla Amerikalıyla birlikte seyrederek dehşete kapılan ABD Başkanı Ronald Reagan nükleer bir kitlesel savaş olasılığını ortadan kaldırmak için her tür önlemi almanın yollarını aramaya başlamıştı… Kırk yıl öncesinin ilkel bilgisayar efektleri bile The Day After’da fazlasıyla dehşet verici, korkunç ve çok ürkütücü sahneler yaratmayı başarıyor! Reds (1981) Asgari ücret ABD’nde 1910’larda saatlik 10 centti…Bugün 15 dolar…Amerikan solu o kadar bölündü ve iç çatışmalarla zaman kaybetti ki ; Beatty işçilerin haklarını savunmak yerine birbirini yiyen solcuları anlatıyor…1919 Rusya’sında açlık ve tifüsün 4 milyondan fazla insanı öldürdüğünü biliyor muydunuz? Warren Beatty 'her zaman arkadaş olarak gördüğüm ABD başkanı Ronald Reagan ve eşi Nancy Reagan, Beyaz Saray’da Reds için özel bir gösterim ayarladı' dedi. Kaliteli Sinema filmleri size zaman yolculuğu yaptırabilir…Bu film onların en iyilerinden biri… Çarlık Rusyası tam bir diktatörlüktü; on milyonlarca insan açtı, yoksuldu, eğitimden, sosyal adaletten, fırsat eşitliğinden,sosyal güvenceden, emeklilik hakkından yoksundu.Yoksullar devletin/ İmparatorun kölesi olarak savaşlarda bozuk para gibi harcanmaktaydı…O düzenin yıkılmasını konu alan bu filmde Çarı deviren Bolşeviklerin Rus halkının yoksulluğuna, açlığına çare olamadıkları, onların hayat standartlarını yükseltemediklerini görüyoruz…En azından 1917-1918-1919-1920 yıllarında durum böyleydi…Amerikalı gazeteci Bolşevik devriminin ilk yıllarına tanıklık ediyor…Film aynı zamanda bir aşk öyküsü… Jerzy Kosinski Polonya vatandaşı 6.000.000 insan Almanya’nın, Sovyetler Birliği’nin işgal faaliyetlerinde ve Holocaust sırasında 1939-1945 arasında hayatını kaybetti…Bunların 3.000.000’u Yahudi asıllıydı…Bir siyasetçi, ne kadar vasatsa, ne kadar cahilse ve ne kadar ortalamanın altında bir zekaya sahipse o kadar çok yükselir ve medya,toplum tarafından yükseltilir fikrini savunan 'Being There' (1970) adlı romanın yazarı Jerzy Kosinski Holocaust’tan kurtulan Polonyalı Yahudilerden biriydi…Kendisine ve ailesine Katolik Papaz 'Katoliktir' belgesi,nüfus cüzdanı düzenlemişti…Kosinski Warren Beatty’nin yönetmen dalında Oscar kazandığı ve Başkan Ronald Reagan’ın Beyaz Saray’da davetlilerine gösterdiği “Reds”(1981) filminde Stalin tarafından 1936’da idam edilen Sovyetler Birliği Komünist Partisi yöneticilerinden Grigory Zinoviev rolünü üstlendi…Kosinski Charles Manson çetesinin 1969’da Sharon Tate ve arkadaşlarını katlettiği davete katılmayı başaramamıştı (!) Kosinski’nin senaryosunu yazdığı 'Being There' (1979) filminde Warren Beatty’nin ablası Shirley MacLaine baş kadın oyuncu rolündeydi…'Being There”deki oyunculuğuyla Melvyn Douglas Oscar kazanırken bu filmdeki rolüyle Peter Sellers Oscar’a aday gösterilmişti… 'Red Bells Part I: Mexico on Fire / Krasnye kolokola-Meksika Alevler İçinde' (1982) Sergei Bondarchuk’un filmi aynı yıl Karlovy Vary festivalinde birincilik ödülü Kristal Küre’yi kazandı. 'Red Bells Part II: I Saw the Birth of a New World /Krasnye kolokola II –Dünyayı Sarsan 10 Gün' (1983) Sergei Bondarchuk’un 'Meksika Alevler İçinde' ve 'Dünyayı Sarsan 10 Gün' adlı filmleri, Amerikalı Warren Beatty’nin 35 milyon dolarlık bir yapım bütçesiyle gerçekleştirdiği, 12 dalda OSCAR adaylığı ve 3 OSCAR ödülü elde eden 'Reds-Kızıllar'ına Sovyetler Birliği’nin cevabıdır…'Kızıllar' da gazeteci John Reed’i Warren Beatty canlandırırken, Sergei Bondarchuk’un filmlerinde John Reed rolünde Franco Nero vardır…Gazeteci John Reed (1887-1920) “Ten Days That Shook the World-Dünyayı Sarsan On Gün” (1919) adlı kitabını yayınlandıktan bir yıl sonra 32 yaşındayken hayatını kaybetmiştir. Not: Hitler, Stalin ve Lenin’in politikaları 1945’e gelindiğinde şu sonuçları vermişti.Sovyetler Birliği’nde 1923’te dünyaya gelen her üç erkekten ikisi ölmüştü. Sabri Ülker oğlu Murat Ülker'in başucu filmi : Doktor Zhivago Boris Pasternak 'Doctor Zhivago"da, Alexander Soljenitsin 'Gulag Takımadaları'nda, Shostakovich 'Testimony-Tanıklık Tutanağı-Zabıtları' adlı anılarında Rus halkının 20. yüzyılda yaşadıklarını anlattı... Yönetmen Stanley Kubrick'in oyuncu Kirk Douglas'la uyarlamak istediği 'Doktor Jivago' İngiliz yönetmen David Lean tarafından uyarlanmıştı...Omar Sharif'in Doctor Yuri Zhivago'yu canlandırdığı Anti Komünist film "Doctor Zhivago" (1965) Sovyetler Birliği'nde yasaklanarak sinemalarda hiçbir zaman gösterilmedi...Doctor Zhivago Fransa'da 9,817, 914, Kuzey Amerikada 110,615,755 , İspanya’da 6 milyon İsveç’te 1 milyon 800 bin kişiyi sinema salonlarına getirecekti... 'Doktor Jivago' filmi, beşer OSCAR ile Altın Küre ödülü kazanmış ve 1966 Cannes Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye için yarışmıştı...Yapımcılığını Sophia Loren’in kocası Carlo Ponti’nin, görüntü yönetmenliğini mesleklerinin en büyük ustalarından Freddie Young ile Nicolas Roeg’in üstlendiği “Doktor Jivago”, yılın en iyi dram filmi, yönetmeni, erkek oyuncusu (Ömer Şerif), senaryosu, özgün müziği dallarında Altın Küre, yılın en iyi senaryosu, görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni, giysi tasarımı ve özgün müziği dallarındaysa OSCAR ödülü elde edecekti... Sovyetler Birliği’nin (İmparatorluğun) yıkılmasında bir edebiyat ve sinema başyapıtının herkesten ve her şeyden büyük payı olmuştu…O eser 'Doktor Jivago (Zhivago)'ydu.Yahudi asıllı Rus yazar Boris Pasternak (1890-1960) Sovyetler Birliği dışına kaçırılarak ilk kez 1957’de İtalya’da yayınlanan romanının da etkisiyle 1958’de Nobel edebiyat ödülünü almıştı… Sovyetler Birliği’nde hemen yasaklanan (sakıncalı bulunan) 'Doktor Jivago' romanını son 67 yılda kara borsa aracılığıyla okumayan Rus kalmayacaktı.''Doktor Jivago' Sovyet Komünist Partisi’nin uygulamalarını yerden yere vurmaktaydı, Komünizme yöneltilmiş en ağır suçlamaları içermekteydi ve Lenin ile Stalin zamanı zulümlerini tüm dünyanın gözlerinin önüne serdiği için de varolmuş en güçlü anti-Komünist metne dönüşmüştü…Üstelik Leo Tolstoy’dan (1828-1910) ve Aleksandr Soljenitsin’den (1918-2008) sonraki en büyük Rus yazarlarından birinin elinden çıkmış bir edebiyat şaheseriydi… Öte yandan Komünizmi savunan hiçbir edebiyatçı “Doktor Jivago”nun yanına bile yaklaşabilecek bir esere imza atmayı başaramayacaktı... 'Doktor Jivago'nun beyazperde uyarlamasınıysa, yedi OSCAR ödüllü 'The Bridge on the River Kwai-Kwai Köprüsü' (1957’nin filmi Türkiye sinemalarına 1962’de geldi) ve yine yedi OSCAR ödüllü 'Lawrence of Arabia-Arabistanlı Lawrence'ın (1962’nin filmi Türkiye’de çok uzun yıllar yasaktı) harika yönetmeni İngiliz David Lean (1908-1991) gerçekleştirecekti... Sinema tarihinin gördüğü en büyük kusursuzluk arayıcısı olan David Lean “Doktor Jivago'yu Kanada, İspanya, Meksika ve Finlandiya’daki mekanlarda çekti; filmin son sahnesi İspanya ile Portekiz arasındaki Aldeadavila Barajı’nda çekildiğinden çekimlerde kullanılan ülke sayısı beşe çıkmıştı...'Doktor Jivago”nun yapım bütçesi 11 milyon dolara ulaşırken Larissa ('Lara') Antipova rolündeki Julie Christie’ye 120 bin dolar ödendi…”Lawrence of Arabia-Arabistanlı Lawrence”tan da sekiz bin İngiliz Sterlini alan Ömer Şerif, Doktor Yuri Jivago’yu canlandırdığı “Doktor Jivago”dan da aynı ücreti aldı... 'Doktor Jivago', Rusya’dan kaçarak dünyanın her tarafına dağılan Rus diasporasının da (milyonlarca insanın) verdiği destekle son altmış yılın en popüler sinema filmlerinden birine, tam bir sinema efsanesine dönüşecekti....'Doktor Jivago'nun 22 Aralık 1965 New York galasını, 26 Nisan 1966’daki Londra galası ve 5 -20 Mayıs 1966 tarihleri arasındaki Cannes Festivali gösterimi takip etti. 28 Aralık 1968’de Türkiye sinemalarına ulaşan 'Doktor Jivago', 1929’da Sovyetler Birliği’nden (Kırım’dan) Türkiye’ye göç eden/göç etmek zorunda kalan ve sonbahar 1944’te (1944 Türkiye’de girişimci patlaması yaşanan bir yıldı ve Yapı Kredi Bankası’nın da temeli o yıl atılmıştı) Ülker Grubu’nun temellerini atan Sabri Ülker’i de (1920-2012) etki alanına almayı başaracaktı; Sabri Bey filmde anlatılanlarla kendi hayatı arasındaki büyük paralellikleri hemen fark edecek ve bundan çok çok etkilenecekti…Sabri Ülker, bu muhteşem filme oğlunu (Murat Ülker) ve kızını (Ahsen Ülker Özokur) defalarca götürmek için kıymetli zamanını ayıracaktı…Oğul Murat Ülker için de her zaman en çok beğendiği film 'Doktor Jivago' oldu ve olmaya devam ediyor… Potemkin Zırhlısı filmi (1925) 1613-1917 arasında Rusya'yı yöneten Romanov hanedanının son üyesi Çar 2. Nicholas da kelimenin tam anlamıyla bir diktatördü...Robert Massie gibi tarihçilerin kitaplarında 2. Nicholas'nın iktidar ve emperyal hırsının, başka ülkeleri istila isteğinin, halkına düşünce özgürlüğü, sosyal adalet, fırsat eşitliği, şeffaf yönetim, hukuk devleti, tam demokrasi ve millet meclisi denetimini çok görmesinin, imparatora halkının taleplerini ileten bir dilekçe vermek isteyen masum insanların kitleler halinde katledilmesinin,yoksullara yiyecek ve içecek dağıtımlarının izdihama dönüşerek binlerce kişinin ezilerek ölmesinin, imparatorun kötü yönetiminin, Alman asıllı eşinin kuklası olmasının, ülkedeki derin yoksulluğa hiçbir çare aramamasının, 'itibardan tasarruf olmaz' diyerek hiç vazgeçmediği lüks yaşamının, 1904-1917 arasında Rus ordusunun Japonya ve Almanya karşısında aldığı ağır yenilgilerin ayrıntılarını okuyabilirsiniz...Nicholas 1917'de halk ayaklanmasıyla devrildi ve 1918'de idam edildi ; ancak 2. Nicholas'dan sonra Rusya'da Lenin, Trotsky, Stalin gibi yeni diktatörler mutlak hakimiyet kurdu... 1905'te Karadenizdeki Potemkin zırhlısındaki 600 Rus denizci Çarlık ordusunun kendilerine kurtlanmış, çürümüş sığır eti yedirmek istemesine karşı isyan ederek gemiyi ele geçirir ve Romanya'ya iltica eder... Rusya'da Diktatör size gıcıksa bu durum "hayatınız tehlikede" anlamına geliyor... Anti Komünist için öldürülenler: Amiral Alexander Kolchak Çarlık rejimini savunan anti Komünist orduları yönetti ve savaşta yenilerek 1920'de öldürüldü...22 milyon dolar harcanan Rus filmi Admiral'de (2008) Kolchak'ın hikayesi anlatıldı...Rusya iç savaşında (1917-1923) 10 milyon insan öldürüldü... 1921'de Kronstadt askeri üssünde askerler anti komünist bir isyan, kalkışma gerçekleştirdi...Ayaklanmayı bastıran subay olan Mikhail Tukhachevsky (1893-1937) Stalin'in kurbanlarından biri oldu... Leonid Andreyev (1871-1919) ' Kızıl Kahkaha-Bulunmuş Bir Elyazmasından Parçalar' adlı kitabın yazarıydı...Bu kitap hakkında: Andreyev’in Rusya’nın Rus-Japon Savaşı’ndan (1904) ağır bir yenilgiyle çıkmasının ardından kaleme aldığı Kızıl Kahkaha, savaşın akıl almaz mezalimi üzerine yazılmış en sarsıcı metinlerden biridir. Bir Rus subayının Mançurya’daki korkunç taarruz sırasında tuttuğu bölük pörçük günlük, onun ölümünden sonra savaşa katılmayan kardeşi tarafından tamamlanır. Genç subay kendi ordusunun mermilerine hedef olarak bacaklarını yitirmiştir. 'Kızıl Kahkaha” onun için yaralı, sakatlanmış, paramparça bedenlerin; “kanla kızıllaşan toprakların” simgesidir: “Dünya çıldırdığında böyle gülmeye başlar.' Savaş alanındaki vahşet, hem sonu gelmeyen yürüyüşün tükettiği askerleri hem de bütün bu acılar karşısında büyük bir acze düşen doktorları delirtmiştir. Subayın kardeşi savaşı dışarıdan izlese de ölümü ve acıyı kanıksayıp duyarsızlaşmış, o da tıpkı subay gibi akıl sağlığını yitirmiştir. Savaş öyle akıl dışı bir hale gelmiştir ki oğlunun korkunç bir ölümle can verdiğini gazetelerde okuyan bir ana, bir ay boyunca ondan mektup alır. Ölülere ölülerden mektup gelir. Kızıl Kahkaha, giderek toplu bir cinnete dönüşen savaşın yol açtığı muazzam yıkımın, altüst ettiği hayatların, insanlıktan çıkıp deliliğe sığınanların trajik öyküsüdür. Stalin’in kurbanları Stalin döneminde 1930-1933 yılları arasında Sovyetler Birliği genelinde, özellikle Kazakistan ve Ukrayna çiftçisinin tarım ve hayvancılık ürünlerine silah zoruyla el kondu, bunlar yabancı ülkelere satıldı; 15 milyon Rusya ve Ukrayna, Kazakistan vatandaşı açlıktan öldü...Diktatör Stalin rakibi olarak gördüğü Leon Trotsky'yi etkisiz hale getirmesine rağmen, ona gıcık olduğundan Trotsky İstanbul Büyükada'da sürgünde yaşarken öldürtmeyi planlatmış ve Meksika'dayken öldürtmüştü (1940)... Zinaida Nikolayevna Reich (1939’da öldürüldü) oyuncu Jakub Wajda (1940’ta öldürüldü) subay Vsevolod Meyerhold (1940’ta öldürüldü) tiyatro yönetmeni Mikhail Tukhachevsky (1937’de öldürüldü) general Dmitry Pletnyov (1941’de öldürüldü) doktor Leon Trotsky (1940’da öldürüldü) siyasetçi Stalin’in ikinci eşi Nadezhda Alliluyeva (1932’de, eşinin başka kadınlarla kendisini aldatmasından ve mutsuz evliliğinden dolayı intihar etti) Stalin 40.000’den fazla yüksek rütbeli Rus subayını onlara güvenmediğinden idam ettirdi…Bu idamları her öğrendiğinde Hitler mutluluktan dans ediyordu… Navalny (2022) filmi Yönetmen: Daniel Roher...13 Mart 2023'te yılın en iyi belgesel filmi dalında Oscar ödülüne layık bulundu...Navalny Rusya'ya tam demokrasi gelmesini isteyen Rusların en çok saygı duyduğu aktivist/ eylemciydi...Navalny önce zehirlendi; Almanya'da tedavi edilip ölümden döndürüldü...2024'te Rusya'da cezaevinde hayatını kaybetti...Kırım'ın ilhakı konusundaki görüşleri nedeniyle Ukraynalılar Navalny'nin Putin'in adamı olarak değerlendiriyor... Alina Polyakova, "Dünya çapında Navalny daima Putin'e karşı cesurca savaşan biri olarak görülüyor oysa Ukrayna'da Navalny, Rus milliyetçiliği ve emperyalizm zihniyetiyle uyumlu görülüyor" dedi. Putin'in kurbanlarından birkaçı: Rusya doğumlu çifte ajan 72 yaşındaki Sergei Skripal ve 39 yaşındaki kızı Yulia, 2018 yılında İngiltere Salisbury'de Putin'in yolladığı cellatlarca sinir gazı Novichok kullanılarak öldürülmeye çalışılmıştı . Onlar hayatta kaldılar, ancak 44 yaşındaki Dawn Sturgess, parfüm olduğunu düşündüğü zehirle temas ettikten sonra öldü. Putin'in cellatlarınca öldürülenler: Alexei Navalny (1976-2024), Alexander Litvinenko (2006'da), Anna Politkovskaya (2006'da), Boris Berezovsky (2013'te), Yevgeny Prigozhin, Dmitry Utkin (2023) Putin Mikhail Khodorkovsky'yi ise Alman siyasetçi, Dışişleri eski bakanı Hans Dietrich Genscher'in ricasını kıramadığından özgürlüğüne kavuşturdu... (2013) 1991’de Sovyetler Birliği (İmparatorluğu) tarihe karışırken (gömülürken / yıkılırken) bugünkü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hayatının kendisine en acı veren deneyimini yaşadığını sonradan itiraf edecekti... Andrei Rublev filmi İtalyan rönesansını Michelangelo (1475-1564) ve Leonardo da Vinci (1452-1519) temsil eder; Andrei Rublev (1360-1430) Rus kilise ressamı ve Rus rönesansının temsilcisidir...Andrey Tarkovski Rublev'i konu alan bir film (1966) yapmıştı... Vatanları İçin Öldüler Vatanları İçin Öldüler (Rusça özgün adı: Они сражались за Родину) 1975'te gösterime sunulan SSCB yapımı savaş filmidir.Temmuz 1942; Sovyetler Birliği orduları bir yıldır Alman işgaline karşı savaşıyor…Ancak geri çekile çekile…Film Stalingrad Savaşı öncesindeki döneme ışık tutuyor…Alman ordusunun silahlarının (tank, uçak) teknolojik üstünlüğünü görüyoruz…Geri çekilme Sovyetler Birliği halklarında büyük hayal kırıklığı yaratmış, geri çekilen askerleri asker kaçağı zanneden siviller var…Ordu aç, susuz, askerler pire torbasına dönmüş…Ölenler, esir düşenler, gözlerini, kollarını, bacaklarını,ellerini, işitme duyularını, konuşma duyularını ve akıllarını kaybedenler…60 kiloluk silahları taşımak zorunda kalan askerler…Ancak, Larisa Shepitko’nun Ascent’i kadar karamsar bir film değil…Bondarchuk savaşı kazanma ümidini hiç yitirmedik demeye getiriyor…Savaşta (Alman işgalinde) 27 ila 30 milyon arasında Sovyet vatandaşı hayatını kaybetti…Öte yandan 1917-1953 döneminde devlet güvenmediği 20 milyon vatandaşını idam etmişti…10 milyon kişide iç savaşta açlıktan, hastalıklardan öldü ya da öldürüldü…Bu filmde Almanlarla işbirliği yapan Sovyet vatandaşlarından hiç söz edilmiyor… Sergei Bondarchuk’un bir başka filmi “They Fought for Their Country-Vatanları İçin Öldüler”dir. (1975’in filmi Türkiye’de 1978’de gösterilmiştir) Alman istilacılara karşı Sovyet halkının kahramanca direnişini konu alan bu filmin Sovyetler Birliği’ndeki seyirci sayısı 40 milyon 600 bine ulaşmıştır.“Vatanları İçin Öldüler” Rusya’nın aday adayı olarak 28 Mart 1977’de sahiplerini bulan 49. OSCAR ödüllerine gönderildi ve OSCAR adaylığı elde edemedi.“Vatanları İçin Öldüler” 1975 Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye için yarıştı Krylya -Wings 1966 Karı koca; Larisa Shepitko (Voskhozhdenie; The Ascent; 1977) ve Elem Klimov (Idi i smotri; Come and See; 1985) yaklaşık 27 ila 30 milyon Sovyetler Birliği yuttaşının hayatını kaybettiği dönemi (22 Haziran 1941-8 Mayıs 1945) iki filmde anlattılar…Bu devasa rakama Alman işgalcilerle işbirliği yapan Sovyet vatandaşları dahil...Almanlar Sovyetler Birliği eyaleti Ukrayna'ya girdiğinde Nazi ordusu burada kurtarıcı olarak karşılandı...Hitler Ukraynalıları Alman ordusuna asker olarak alsaydı tüm Ukraynalılar Sovyetler Birliği'ne karşı savaşırdı... Wings: İkinci dünya savaşında altı ülke ordusuyla savaşan Sovyetler Birliği 27 ila 30, Japon saldırısına uğrayan Çin 20, Alman ve Sovyet saldırısına uğrayan Polonya 6 milyon ölü vermişti...Bu filmde Larisa Shepitko savaştan 20 yıl sonra bile korkunç anılarının yarattığı kabusların travmaların ruhunda açtığı derin yaraların pençesinde bir kadın savaş pilotunun ağır depresyonuna odaklanır...Pilot en yakın arkadaşlarını sevgilisini bu savaşta kaybetmiştir...Haziran 1941'de Almanya, İtalya, Romanya, Macaristan, Slovakya, Finlandiya orduları Sovyetler Birliği'ne saldırmıştı... I Am Twenty-Mne dvadtsat let / 1965 / Marlen Khutsiev Dünyanın en iyi filmlerinden biri…BİR TANIKLIK TUTANAĞI…Hayata bir kere geliyoruz…Her saniyemiz benzersiz ve bunun bir tekrarı yok…Film Rusya lideri Nikita Krusçev tarafından eleştirildi… “Gençlerin anne babalarından, diğer aile büyüklerinden,devlet büyüklerinden tavsiye ve yardım istemeden,almadan nasıl yaşayacaklarına ,hayatlarına nasıl yön vermeleri gerektiğine bizzat kendilerinin karar vermeleri gerektiğini düşünmeleri çok büyük bir hatadır” dedi Krusçev… Krusçev’e göre her genç kendini vatanına adamalıydı…Kişisel içgüdülerine,arzularına,isteklerine kulak vermemeliydi…Batı Avrupa ve ABD popüler kültürüne kapılarını kapatmalıydılar...Şeytana uymamalıydılar…Her şey anavatan/ devlet / büyük Rusya (Sovyetler Birliği) için olmalıydı…Kişisel saplantılarınıza, bağımlılıklarınıza,isteklerinize hayatınızda yer açmamalıydınız / vermemeliydiniz…Film 1960larda Moskova’da insanlar nasıl yaşıyorlardı? Bu soruyu en güçlü ve en benzersiz şekilde cevaplıyor… Bu film aracılığıyla bir zaman yolculuğu yapıyorsunuz ve o yılların Moskova’sındaki hayata bizzat ve çok yakından tanıklık ediyorsunuz… Yarı belgesel bir film de kabul edilebilir! Otosansürsüz çekilmiş ve bu nedenle çok nadir bir Rus filmi… 1965’te sansüre uğramış versiyonu 1989’da sansürsüz versiyonu (189 dakika) ortaya çıktı… Aşağıda adı geçen başyapıtlarla birlikte anılmalı… Voskhozhdenie / Larisa Shepitko, Come and See/ Elem Klimov, Elveda Matyora /Elem Klimov, Agoniya /Agony / Rasputin/ Elem Klimov, Andrei Rublev / Andrei Tarkovski Gamlet /Hamlet / Grigoriy Kozintsev War and Peace / Sergei Bondarchuk Waterloo / Sergei Bondarchuk Sovyetler Birliği sinemalarında filmlerin pek çoğu kapalı gişe gösterilirdi...1956'da Mısır filmi "Struggle in the Valley-The Blazing Sun-Siraa Fil-Wadi- Борьба в долине-Cehennemi Gökyüzü" (yönetmen: Youssef Chahine) Sovyetler Birliği'nde 25.800.000 bilet kesmişti...Film oyuncu Omar Sharif'in (asıl adı: Michel Demetri Shalhoub) ilk filmiydi...Bu filmde Omar Sharif 1955-1974 arasında evli olduğu Faten Hamamah ile baş rolleri paylaşmıştı...Cehennemi Gökyüzü'nün konusu: Genç bir tarım mühendisi olan Ahmed, köylülere daha verimli şeker kamışı hasadı yapmaları konusunda yardımcı olur. Bu toprakların sahibi olan Taher Paşa, onun getirdiği bu yeni tekniklerden hoşlanmaz. Ahmed, Paşa’nın kızına âşık olsa da, aralarındaki rekabet, bu aşkı saklamasına neden olur... Türkiye Sovyetler Birliği ortak yapımı: Nazım Hikmet uyarlaması ”Ferhad ile Şirin”de Ferhad rolünde Faruk Peker, Şirin rolünde Alla Sigalova, Mehmene Banu rolünde Türkan Şoray vardır…Baş rol oyuncuları arasında filmin yapımcılarından biri olan Yılmaz Duru’da bulunmaktadır…“Bir Aşk Masalı: Ferhat ile Şirin” Rus ordusunun 130 bin askerle Afganistan’ı işgal etmesinden (24 Aralık 1979) bir ay önce gösterilmeye başlandığı Kasım 1979’da Sovyetler Birliği sinemalarında büyük bir seyirci ilgisi toplar ve kısa zamanda 25 milyon 400 bin seyirciye ulaşır… “Bir Aşk Masalı: Ferhat ile Şirin”, Ocak 1976’da Sovyetler Birliği sinemalarında gösterilmeye başlanan ve 29 Mart 1976 Pazartesi gecesi Los Angeles’ta yılın en iyi yabancı filmi Oscar’ını Sovyetler Birliği’ne kazandıran Japon Akira Kurosawa’nın yönettiği “Dersu Uzala”dan (20 milyon 400 bin seyirci) bile daha büyük bir gişe başarısı elde etmiştir... “Türk sinemasının sultanı”nın efsaneleşmiş filmlerinin ne yazık ki hiçbirinin seyirci rakamları zamanında tutulmadığından bilinmiyor! Ancak 1991’de tarihe karışan Sovyetler Birliği’nin İstatistik Kurumu’ndan edindiğim yeni bilgiler Türk sinema tarihinin bilinen en yüksek seyirci rakamını bu yazıda duyurmamı sağladı…Türkiye’de fırsat eşitliği, sosyal adalet sağlanmasını arzu etmesinin ödülü olarak yaklaşık onüç buçuk yılını çeşitli cezaevlerinde geçiren Nazım Hikmet’ten (1902-1963) uyarlanan bir filmdi bu… Alman yazar Dietrich Gronau (1943 doğumlu) “Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu” adlı kitabının 248. sayfasında Nazım Hikmet’ten şöyle söz eder: ”Nazım Hikmet Dolmabahçe Sarayındaki Atatürk’ün sofrasına gece yarısı davetini o sıralarda ünlü olan gece kulübü şarkıcısı Nixe Eftalia (Deniz Kızı Eftalya; 1891-1939) olmadığı gerekçesiyle geri çevirmişti…” Lord Kinross’un (1904-1976) “Atatürk ; Bir Milletin Yeniden Doğuşu”nun 707. sayfasında Nazım Hikmet’ten şöyle bahsedilir: “Atatürk şairlere karşı saygı duyardı.Öyle ki bir gün Nazım Hikmet’in kendisinden bir şiirini okuması istenince “Ben kabare şarkıcısı değilim” diye horozlanıp masadan / sofradan kalkması bile bu saygıyı zedelemedi. Atatürk kızmadı; sadece üzüldü…Çünkü Nazım Hikmet ile eserleri, sanatı üzerine konuşmayı çok arzulamıştı…” Nazım Hikmet, Haziran-Ekim 1948 arasında Bursa Cezaevi’nde “Ferhad ile Şirin” adlı tiyatro oyununu yazmıştı…”Ferhad ile Şirin” ilk kez Ekim 1953’te “Legend of Love-Bir Aşk Masalı” adıyla Moskova Dram Tiyatrosu’nda sahnelendi…Mart 1953’te Sovyetler Birliği’nin,Adolf Hitler’i yenen, diktatörü Stalin ölmüştü…23 Mart 1961 Perşembe günü dünyanın en ünlü baleti Rudolf Nureyev’in de (1938-1993 ; Nureyev 16 Haziran 1961 Cuma günü Paris’te Fransa’dan sığınma hakkı isteyecekti) kadrosunda yer aldığı Saint Petersburg’daki Kirov Balesinde bale olarak sahnelenen Nazım Hikmet’in “Legend of Love-Bir Aşk Masalı”nın müziğini Arif Melikov/f (1933 doğumlu) besteledi ve koreografisiniyse Yury/i Nikolayevich Grigorovich (1927 doğumlu) üstlendi…Nazım Hikmet'in en çok beğenilen oyunlarından biri olan “Ferhad ile Şirin” Türkiye’de ilk defa De Yayınevi tarafından 1965 yılında yayımlanmıştı… Nazım Hikmet’in titatro oyunu ”Ferhad ile Şirin / Legend of Love- Bir Aşk Masalı” Tuğra Film ile Mos Film tarafından Türkiye-Sovyetler Birliği ortak yapımı olarak beyazperdeye uyarlandı…Yönetmen ve senaryo yazarı Azhdar Ibragimov / Ejder İbrahimof’tu (1919-1993)…Arif Melikov/f’un müziği de filmde kullanılır...Türkiye tarafında yapımcı koltuğunda Sabah Duru ve Yılmaz Duru çifti vardır… Ferhad rolünde Faruk Peker, Şirin rolünde Alla Sigalova, Mehmene Banu rolünde Türkan Şoray vardır…Baş rol oyuncuları arasında filmin yapımcılarından biri olan Yılmaz Duru’da bulunmaktadır… “Bir Aşk Masalı: Ferhat ile Şirin” Rus ordusunun 130 bin askerle Afganistan’ı işgal etmesinden (24 Aralık 1979) bir ay önce gösterilmeye başlandığı Kasım 1979’da Sovyetler Birliği sinemalarında büyük bir seyirci ilgisi toplar ve kısa zamanda 25 milyon 400 bin seyirciye ulaşır… “Bir Aşk Masalı: Ferhat ile Şirin”, Ocak 1976’da Sovyetler Birliği sinemalarında gösterilmeye başlanan ve 29 Mart 1976 Pazartesi gecesi Los Angeles’ta yılın en iyi yabancı filmi Oscar’ını Sovyetler Birliği’ne kazandıran Japon Akira Kurosawa’nın yönettiği “Dersu Uzala”dan (20 milyon 400 bin seyirci) bile daha büyük bir gişe başarısı elde etmiştir… 2010’da Antalya Film Festivali’nde ödüllendirilen oğul Fedor Bondarchuk babasını henüz aşabilmiş değil. 2010 hesaplamasına göre Rus filmi “Savaş ve Barış” (1966) bugün çekilse 800 milyon dolar yetmez!*“Savaş ve Barış” filmine beyazperdeye uyarlandığı romanın (1869) tam 100. yıldönümünde (1969) Los Angeles’ta Altın Küre & OSCAR ödülü kazandırılması benzersiz bir zamanlama ve halkla ilişkiler zaferidir. Bondarchuk hanedanının Los Angeles’a Rusya’nın aday adayı olarak yollanan “Vatanları İçin Öldüler”, “9th Company” ve “Stalingrad” adlı filmleri OSCAR seçmelerinde elendi.*Los Angeles’ta yabancı film OSCAR’ını elde eden dört Rus yapımı hangileri?*Diktatör Vladimir Putin’in gözdesi yönetmen Nikita Mikhalkov’un beş filmi Rusya’nın OSCAR aday adayı olarak seçilerek Los Angeles’a yollandı. 2010 yılında düzenlenen 47. Antalya film festivalinde tüm kariyeriyle özel bir ödüle layık bulunan yönetmen Fedor Bondarchuk geçen yıl gişe canavarına dönüşen “Stalingrad” adlı yeni filmiyle bir kez daha gündeme geldi…O Rusya’nın şu anda James Cameron’ı, Peter Jackson’ı, George Lucas’ı ya da Steven Spielberg’ü…Türkiye’nin Yılmaz Erdoğan’ın “Kelebeğin Rüyası”yla temsil edildiği 86. OSCAR elemelerinde Rusya Fedor Bondarchuk’un (1967 doğumlu) 30 milyon dolara malolan “Stalingrad”ıyla temsil edildi. Fedor Bondarchuk, yılın en iyi yabancı film dalındaki OSCAR ödülünü “Savaş ve Barış”la Rusya’ya kazandıran efsaneleşmiş yönetmen Sergei Bondarchuk’un (1920-1994) oğlu… “Sudba cheloveka / The Destiny of a Man” (1959) Sergei Bondarchuk’un 1959 Moskova Festivali’nde birincilik ödülü kazanan filmi…Sovyetler Birliği sinemalarında 39 milyon 250 bin seyirciye ulaştı. “Voyna i mir / War and Peace” (1966) Rusların “Savaş ve Barış”ı kusursuzluğuyla, yönetmen, görüntü yönetmeni ve giysi tasarımı dallarında üç OSCAR adaylığı elden ve yılın en iyi yabancı filmi dalında Altın Küre kazanan İtalyan yapımı Tolstoy uyarlaması “War and Peace-Savaş ve Barış”ı (1956 ; yönetmen: King Vidor) adeta ezmiştir.147 dakikalık ilk bölümü 1965 Moskova Film Festivali’nde büyük ödülü kazanan, tamamı 427 dakika süren “Savaş ve Barış”ın Rus uyarlaması 1966’da Sovyetler Birliği sinemalarında gösterime sunulmuştur. Bugün yapılsa 800 milyon doların bile yetmeyeceği (2010 yılı hesaplaması) Sergei Bondarchuk’un ölümsüz yazar Tolstoy’dan satır satır uyarladığı “War and Peace-Savaş ve Barış” (1966) en önemli Rus filmlerinden biridir. Sergei Bondarchuk Sovyetler Birliği’nin bütün olanaklarını seferber ederek filmini, ilk kez 1869’da kitap olarak basılan, Leo Tolstoy’un aynı adlı romanının 100. yılının dünya çapında bir kutlamasına dönüştürmeyi başarmıştır.“Savaş ve Barış” filmine beyazperdeye uyarlandığı romanın (1869) tam 100. yıldönümünde (1969) Los Angeles’ta Altın Küre & OSCAR ödülü kazandırılması benzersiz bir zamanlama ve halkla ilişkiler zaferidir.O dönemin parasıyla “Savaş ve Barış”a en az 100 milyon dolar ve yedi yıllık emek harcanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde yabancı film OSCAR’ını (14 Nisan 1969’da sahiplerini bulan 41. OSCAR ödüllerinde) kazanan “Savaş ve Barış”ı Sovyetler Birliği sinemalarında 135 milyon 300 bin kişi seyretmiştir.Sergei Bondarchuk’un ölümsüz filmi “Savaş ve Barış” Los Angeles’ta yabancı film dalındaki Altın Küre’ye de layık bulunmuştur…Filmin sanat yönetmeni dalında bir OSCAR adaylığı da bulunmaktadır. “Waterloo” (1970) Sergei Bondarchuk yaşadığı dönemde 3 milyon 500 bin kişinin ölümüne yol açtığı hesaplanan Napoleon’un 1812’deki Rusya istilasını ve bozgununu anlattığı “Savaş ve Barış”tan sonra Napoleon’un 18 Haziran 1815 Pazar günkü son savaşını “Waterloo”da anlattı.Rus versiyonu 4 saati bulan bu filmin bütçesi de 25 ila 35 milyon dolar arasındadır.Napoleon Bonaparte rolünde “In the Heat of the Night-Gecenin Sıcağında”ki oyunculuğuyla OSCAR kazanan Rod Steiger’ın olduğu bu film “Waterloo Savaşı” adıyla ve kısa versiyonuyla 1972’de Türkiye sinemalarına geldi .“Red Bells Part I: Mexico on Fire / Krasnye kolokola-Meksika Alevler İçinde” (1982) Sergei Bondarchuk’un filmi aynı yıl Karlovy Vary festivalinde birincilik ödülü Kristal Küre’yi kazandı. “Red Bells Part II: I Saw the Birth of a New World /Krasnye kolokola II –Dünyayı Sarsan 10 Gün” (1983) Sergei Bondarchuk’un “Meksika Alevler İçinde” ve “Dünyayı Sarsan 10 Gün” adlı filmleri, Amerikalı Warren Beatty’nin 35 milyon dolarlık bir yapım bütçesiyle gerçekleştirdiği, 12 dalda OSCAR adaylığı ve 3 OSCAR ödülü elde eden “Reds-Kızıllar”ına Sovyetler Birliği’nin cevabıdır…”Kızıllar” da gazeteci John Reed’i Warren Beatty canlandırırken, Sergei Bondarchuk’un filmlerinde John Reed rolünde Franco Nero vardır…Gazeteci John Reed (1887-1920) “Ten Days That Shook the World-Dünyayı Sarsan On Gün” (1919) adlı kitabını yayınlandıktan bir yıl sonra 32 yaşındayken hayatını kaybetmiştir. “Boris Godunov” (1986) Sergei Bondarchuk’un filmi aynı yıl Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye için yarıştı. “9 rota / 9th Company / 9th Legion” (2005) Fedor Bondarchuk’un yönettiği “9th Company / 9th Legion” / Maliyet: 9 buçuk milyon dolar…25 Şubat 2007’de sahiplerini bulan 79. OSCAR ödüllerinde Rusya’nın yabancı film aday adayıydı; OSCAR adayı seçilemedi… “9 rota / 9th Company / 9th Legion”, Rusya sinema hasılat listesinde Boris Akunin tarafından yazılan çok satan romanın uyarlaması olan “Turetskii gambit /Turetskiy gambit / Turkish Gambit-Türk Hamlesi”ni (yapım maliyeti: üçbuçuk ila 4 milyon dolar) geride bırakarak 2005 yılı hasılat birincisi oldu, hasılatı 25 milyon 610 bin doları buldu. “Stalingrad” (2013) Fedor Bondarchuk’un ”Stalingrad”ı IMAX 3 Boyut teknolojisiyle çekildi… Maliyet : 30 milyon dolar / 2 Mart 2014’te sahiplerini bulan 86. OSCAR ödüllerinde Rusya’nın yabancı film dalında aday adayıydı; OSCAR adayı seçilemedi… Rusya hasılatı: 52 milyon dolar / Çin hasılatı: 11 milyon 520 bin dolar / Ukrayna hasılatı: 3 milyon 410 bin dolar…2013’te “The Hobbit: The Desolation of Smaug-Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları”nı ikinci sıraya iterek Rusya sinema hasılatı birinciliğini elde etti. Rusya’ya yabancı film OSCAR’ını kazandıran dört film *Yabancı film dalında OSCAR kazanan ilk Rus filmi “Savaş ve Barış”tı.”Savaş ve Barış” aynı zamanda 147 dakikalık ilk bölümüyle 1965 Moskova Film Festivali birincilik ödülünü kazanmıştı. *Yabancı film dalında OSCAR kazanan ikinci Rus filmi, Japonya’nın usta yönetmeni Akira Kurosawa’nın elinden çıkan aynı zamanda 1975 Moskova Film Festivali birincisi “Dersu Uzala” oldu…Dört milyon dolara malolan “Dersu Uzala” Sovyetler Birliği’nde 20 milyon 400 bin seyirciyi sinemalara çekti…”Dersu Uzala” Türkiye sinemalarına 1978’de geldi. Yabancı film OSCAR’ıyla ödüllendirilen üçüncü Rus filmi “Moscow Does Not Believe in Tears” (1980’in filmi Türkiye’de 1987’de “Aşk Gözyaşlarına İnanmıyor” adıyla gösterildi) 84 milyon 400 bin kişiyi Sovyetler Birliği’nde sinemalara çekmeyi başardı.*Rus diktatör Vladimir Putin’in gözdesi olan yönetmen Nikita Mikhalkov’un ”Burnt by the Sun / Utomlyonnye solntsem-Güneş Yanığı” (1994) yabancı film dalında OSCAR kazanan şimdilik en yeni Rus filmidir…”Güneş Yanığı” 27 Mart 1995’te dağıtılan 67. OSCAR’larda ödüle ulaşmıştır. *Nikita Mikhalkov’un “The Barber of Siberia-Sibirya Berberi” kargocuların filmin kopyasını Los Angeles’taki Akademi bürosuna zamanında ulaştıramaması (skandalı) üzerine 71. OSCAR ödüllerine katılma hakkını kaybederek diskalfiye edilmiştir. *Yine Nikita Mikhalkov’un “Güneş Yanığı 2”si 26 Şubat 2012’de dağıtılan 84. OSCAR elemelerine Rusya’nın aday adayı olarak katıldı ve OSCAR adaylığı elde edemedi.*Nikita Mikhalkov’un “12”si 24 Şubat 2008’de dağıtılan 80. OSCAR ödüllerinde yabancı film dalında OSCAR adaylığı elde etti. *Nikita Mikhalkov’un “Urga /Territory of Love /Close to Eden” adlı filmi 29 Mart 1993’te sahiplerini bulan 65. OSCAR ödüllerinde yabancı film dalında OSCAR adaylığı elde etti. *Nikita Mikhalkov’un (1945 doğumlu) ağabeyi Andrei Konchalovsky’nin (1937 doğumlu) yönettiği “Dom durakov /House of Fools –Deliler Evi” 23 Mart 2003’teki 75. OSCAR ödüllerine Rusya’nın aday adayı olarak yollandı ve OSCAR adaylığı elde edemedi. Stalin hakkında çok şey söyleyen değerli filmler Mission to Moscow /1943 / Michael Curtiz The Assassination of Trotsky / 1972 / Joseph Losey Testimony / 1988 / Tony Palmer Europa Europa / 1990 / Agnieszka Holland The Inner Circle / 1991 / Andrey Konchalovskiy Stalin / 1992 / Ivan Passer Katyn / 2007 / Andrej Wajda The Death of Stalin / 2017 / Armando Iannucci State Funeral / 2019 / Sergey Loznitsa Vladimir Putin’in kendine rol modeli olarak seçtiği diktatör Stalin kimdi? Stalin’in toprak talepleri İnönü’yü ABD’yle ittifak içinde hareket etmeye yöneltti…Ali Murat Güven’in bu konuyu anlatan “Welcome Missouri” (2019; 103 dakika) adında bir belgesel filmi var… Stalin Hitler’i intihar ettiren kişi olarak tarihe geçti…1402’de Ankara Savaşında yenilen Bayezid’in Topal Timur tarafından bir demir kafese kapatılarak Semerkand’a götürüldüğü bazı tarihçilere konu olmuştur…Hitler, Stalin’in oğlunu 1941’de esir almış ve 1943’te de öldürtmüştü…Hitler 1944-45’te Stalin’in kendisini bir kafese kapatarak tüm dünyaya sergileyeceğine inanıyordu…Rusya’ya saldıran Almanlar 1941-45 arasında bu ülkede 27 ila 30 milyon insanı öldürtmüştü…Rus ordusu Hitler’in yanmış cesedini ele geçirdi…Hitler’in dişlerinin filmleri sayesinde yanmış cesedin Hitler’e ait olduğu tespit edildi…Hitler’in Nisan 1945’te Berlin’den kaçıp kurtulduğu ve Güney Amerika’da gizlendiği efsanesi sadece asılsız bir dedikodudur… 1944-1945 Almanya için dönüm noktası oldu…Her yaştan milyonlarca Alman Rus askerlerin tecavüzüne uğradı…Bu konuda çok sayıda kitap ve film vardır…Marta Hillers (1911 – 2001) ve Günter Wilhelm Grass (1927-2015) bu konuyu anlattılar…Bakınız: Grass; “The Tin Drum” (1959), “Beim Häuten der Zwiebel” (2006), “Die Box” (2008) Bakınız: Hillers; A Woman in Berlin -Anonyma – Eine Frau in Berlin-The Downfall of Berlin Anonyma (1954) Stalin’in cenaze töreninde izdihamdan, kalabalıktan dolayı ezilerek ölen çok sayıda insan var… Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov ile Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’in 1945’in 7 Haziran Perşembe ve 18 Haziran Pazartesi günü yaptıkları iki görüşme…Sovyet diktatörü Joseph Stalin, Dışişleri Bakanı Vyaçeslav Molotov aracılığıyla Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’i Bakanlığa çağırttı ve onun yüzüne şu ültimatomu okudu: ”Bu söyleyeceklerim, doğrudan doğruya yoldaş Stalin’in sözleridir. Vaktiyle, Kars, Ardahan ve Artvin’i Brest-Litovsk Anlaşması’ndan yararlanarak bizden haksız yere almıştınız. Şimdi o üç şehri en kısa zamanda bize geri vereceksiniz. Yoksa, buraları işgal edeceğiz. Ayrıca, bizi Boğazlar’ın yönetimine de ortak edeceksiniz.” Sarper, o hafta Ankara’ya gelerek Cumhurbaşkanı İnönü’ye bu ültimatomu iletti. Dünya tarihinin en çok insan öldürten diktatörlerinden birinin cenaze törenini konu alan iki saat 15 dakika uzunluğunda bir Sovyetler Birliği propaganda filmi…66 dakikalık kısa bir versiyonu da var… 1917’de İsviçre’de sürgünde bulunan Lenin dahil 32 Rus Komünist İmparator 2. Wilhelm’in Almanya’sıyla anlaşarak İsviçre’den Rusya’ya dönmüş, Rus imparatorunu devirmiş, Rus-Alman savaşını sonlandırmış, 1918’de Rus İmparatoru ve ailesini idam etmişti…Komünist Parti Rusya’nın % 100 kontrolünü 1923’te ele geçirebildi…1917-1923 arasındaki Rus iç savaşında 10 milyon kişi öldü… Almanya Rusya’ya savaş açtığında (1914’te) Rusya nüfusu 164 milyondu…Savaşta 3 milyon Rus vatandaşı öldürüldü…Sanayileşememiş, gelişememiş ya da az gelişmiş İmparatorluk askere aldığı vatandaşlarının çok azına silah ve cephane temin edebildi…Aynı durum İkinci Dünya Savaşı’nda da tekrarlandı ve ABD 1941-1945 arasında Rus ordusunun her türlü savaş donanımını üretti ve bunları Rusya’ya yolladı…Böylece Almanlarla savaşan çok az ABD askeri (418.000+) ölürken Almanlar yaklaşık 30 milyon Rusya vatandaşını öldürdü… 1917’de Rus İmparatorunu deviren Lenin’in sağlığı hızla bozuldu…1918’de bir suikast girişimine uğradı…Lenin’e saplanan bir kurşun vücudundan çıkarılamadı…Bu çıkarılamayan ve zehirli olduğuna inanılan kurşunun Lenin’in sağlığını bozduğu iddia edildi…Lenin 1920’lerin başında felç oldu…Sağlığı hızla ve tamamen bozuldu…Kronştad’daki Komünist karşıtı askeri isyan (1921) gibi olaylar çok kanlı bir şekilde bastırıldı… Kronştad İsyanı’nı bastıran subaylardan Mihail Tuhaçevski 1936-1938 idam fırtınasında 1937’de Stalin tarafından öldürtüldü…Bu yetenekli subayın öldürülmesi Nazi Almanyasında büyük sevinç dalgası yarattı… 1919’dan itibaren 1919-1920-1921 ve 1922 boyunca Lenin, Çiçerin gibi Rus Komünistler dört işgal ordusunun (İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan) Türkiye’den kovulabilmesi için Ankara hükümetine ve Atatürk’e tam destek verdiler… Lenin’in sağlığının bozulmasıyla birlikte Stalin Rusya’da iktidarı eline geçirdi…Muhalifleri bir tekneye doldurup tekneyi batırtmak gibi zalimce zevkleri olan Stalin dönemi Fransız İhtilali’ndeki Robespierre döneminden daha kanlı infazlara-idamlara sahne oldu…Soljenitsin’in “Gulag Takım Adaları”nda anlattığı bu dönem Nazilerin 1933-1945 arasında 25 milyondan fazla insanı esir ve kitle imha kamplarına doldurmasına esin kaynağı oldu… Rusçayı ağır bir Gürcü aksanıyla konuşabilen Stalin Rus ve Ukrayna çiftçisinin ürünlerine el koydu ve bunları yurt dışı ülkelere satarak para kazandı…Rusya’da Kazakistan ve Ukrayna eyaletlerinde Stalin döneminde 15 milyondan fazla insan açlıktan öldü…Ukrayna’daki ve Kazakistan'daki açlık kaynaklı soykırıma Holodomor adı verildi… Stalin düzenlediği entelektüel, subay, muhalif katliamlarıyla özellikle Nazi Almanyasında büyük bir sevinç dalgası yarattı…1941’de Almanya Rusya’ya saldırdığında karşısında Stalin’in düzenlettiği idamlardan dolayı çok zayıflamış, güçsüzleşmiş Rus ordusunun 5.700.000 askeri (Stalin’in oğlu dahil) Almanlara esir düştü…Tarihçilerin tahminlerine göre Almanya Batıdan Japonya Doğu’dan saldırsaydı Sovyetler Birliği diye bir ülke tamamen ortadan kalkmış olurdu… 1904-1905 savaşında Japon ordusu Rus ordusunu yenmişti…Japonya’nın 1941’de Rusya’ya saldırmaması ve 1941-1945 arasında ABD sanayisinin Rus ordusunun tüm ihtiyaçlarını üretip, Rusya’ya yollaması Sovyetler Birliği’nin 1945’te Berlin’e girişini sağladı..Roosevelt 1941 1945 arasında o gününün parasıyla 10 milyar dolarlık savaş malzemesini Sovyetler Birliği'ne yolladı... Stalin yakın çalışma arkadaşlarına verdiği bir yemekten sonra “yediklerinize zehir kattım; birkaç saate kalmaz ölmüş olacaksınız” diyebilecek kadar acımasız eşek şakalarıyla ünlüydü… Sovyetler Birliği’nden önce İstanbul’a sonra da Meksika’ya kaçan Lenin’in çalışma arkadaşlarından Troçki’yi Stalin 1940’ta Meksika’da öldürttü… 1944-1945 tarihin en ilginç dönemlerinden biriydi…General Theodore Roosevelt Junior (ABD eski başkanının oğlu), General Patton, Hitler, Mussolini , ABD Başkanı Roosevelt bu dönemde ya öldü ya da öldürüldü…O günün en ünlü kişileri bunlardı…Yine 1945’te Stalin önce felç, ardından kalp krizi geçirdi… Sigara bağımlısı Stalin yüksek tansiyon, damar sertliği gibi hastalıklara sahipti…Sülük tedavisi sonuç vermiyordu… Stalin 1945’te Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya gibi ülkeleri de Rus topraklarına katma planları hazırlatıyordu… 2 Mart 1953’te Stalin’in beyninin sol yarı küresindeki kanama sağ tarafını felç etti…Bilincini kaybederken, kalbi iflas etti, solunum sorunlarını, yüksek ateş, kalp yetmezliği, kalbin çılgınca atışı (dakikada 135-150) izledi…5 Mart 1953 saat 21:50’de öldüğünde Sovyetler Birliği nüfusu 190 milyondu… Sovyet ordusu o dönemde Çekoslovakya, Polonya, Bulgaristan, Romanya, Doğu Almanya, Macaristan,Ukrayna, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan,Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan gibi pek çok ülkeyi işgal altında tutuyordu… Stalin’in cesedi mumyalandıktan sonra bir sergi sarayında 6-7-8 Martta milyonlarca insan tarafından ziyaret edildi…9 Marttaki cenazesinde binlerce insan ezilerek öldü…1917’den sonra Rusya’dan kaçan Ruslar Lenin’in ölümünü (1924) kutladıkları gibi Stalin’in ölümünü de coşkuyla kutladılar… Sovyet propaganda filminde Stalin’in ölümünden dolayı samimiyetle ağlayanlar, yas tutanlar, üzülenler de var…Sevincini ya da Stalin’den nefretini gizleyenler de var…Stalin’e ve bazı Rusların Annemiz dediği Komünist Partisi’ne sadakatini, bağlılığını göstermeye gelenler de var…Komünist Partisi’nin gazabından, teröründen, işkencehanelerinden kendini korumak için cesedi ziyaret edenler de var… Stalin’in camekanlı tabutu 9 Mart’ta Kızıl Meydan’da Lenin yanına taşındı… Oğlu Yakov Stalin (1907-1943) Hitler tarafından öldürtülen Stalin’in kızı Svetlana Stalin (1926-2011) 1967’de ABD’ne sığındı Not: Stalin’in toprak talepleri İnönü’yü ABD’yle ittifak içinde hareket etmeye yöneltti…Ali Murat Güven’in bu konuyu anlatan “Welcome Missouri” (2019; 103 dakika) adında bir belgesel filmi var… 1917'de ve sonrasında milyonlarca Rus, Komünist teröründen dolayı Rusya dışına kaçtı...Hatta 1917'den sonra yüzbinlerce Rus başka ülkelere göç edebilmek amacıyla Türkiye'ye sığındı...Stalin 50 milyon insanı öldürttü...Stalin'in casusları Stalin'e "Almanya 3 milyon askerle Rusya'ya saldıracak" bilgisini çok önceden ulaştırdı; Stalin bu bilgiye asla inanmadı...Hitler'i sığınağında intihar ettirebilmek için 27 ila 30 milyon Rusya vatandaşı canını verdi...Stalin karısını her fırsatta aldatıyordu; bu nedenle karısı intihar etti...Stalin'in oğlu ön cephede savaşırken Almanlara esir düştü ve esir kampında öldürüldü... Stalin'i ziyarete giden yabancı ülke liderleri arasında İsmet İnönü de bulunuyor...Churchill ise tam bir Yunan dostu olduğundan Stalin'e yalvararak Rus ordusunun Yunanistan'ı işgal etmemesini garanti altına almayı başardı...Stalin Komünist halk ayaklanmasının ilk yıllarındaki çalışma arkadaşı Leon Trostky'i İstanbul Büyükada'da değil Meksika'da öldürtmeyi tercih etti...Stalin'in eceliyle değil zehirlenerek öldürüldüğü iddiaları var... Stalin'in Atatürk'ün sağlığında değil vefatının sonrasında Türkiye'den toprak talepleri oldu; Çanakkale ve İstanbul boğazlarında Rus askeri üsleri istedi; Doğu Anadoluyu Doğu Karadenizi istedi...Stalin'in Türkiye'den toprak taleplerine Türkiye'nin verdiği cevap NATO'ya üye olmak ve Amerikan üslerine topraklarını açmak oldu... Rus halkının çok büyük bölümünün çok yoksul olduğu bir Rusya gerçeği...Yönetmen Andrey Wajda’nın babası Katyn Ormanı’nda Stalin'in emriyle Ruslar tarafından öldürülen 26 bin Polonyalıdan biri...Polonya’da İkinci Dünya Savaşı’ndaki Alman-Sovyet işgali sırasında 3 milyonu Yahudi asıllı toplam 6 milyon insan hayatını kaybetti.1940 yılında Katyn Ormanı’nda Ruslar tarafından öldürülen 26 bin Polonyalı esir arasında Andrzej Wajda’nın 72. Piyade Alayı’nda yüzbaşı olan ve katledildiğinde 40 yaşında olan babası Jakub Wajda da vardı.Andrzej Wajda babası öldürüldüğünde henüz 14 yaşındaydı…Wajda, annesi öldüğündeyse 24 yaşındaydı…Andrzej Wajda’nın öğretmenlik yapan annesi on binlerce Polonyalı gibi yıllarca eşinin sağsalim eve dönmesini bekledi durdu. Zaman geçtikçe Bayan Wajda’nın da ümitleri söndü, tükendi.”Katyn-Katin” filmini çok erken yaşta ölen, acıların kadını, sevgili annesi Aniela Zofia Wajda’ya (1901-1950) ithaf eden Andrzej Wajda delikanlılık yıllarında Alman işgaline karşı direniş hareketi içinde yer aldı.Katin Ormanı kanamaya devam ediyor!Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yakın zamanda Rusların 1940’ta 26 bin Polonyalı seçkin aydını Katyn (Katin) Ormanı’nda öldürmesiyle ilgili zaman aşımı kararı verdi…Katliamda hayatını kaybedenlerin yakınları 2012’de bu mahkemede Rusya aleyhine dava açmışlardı; ne yazık ki bu davayı kaybettiler.10 Nisan 2010’daysa Polonya Devlet Başkanı Lech Kaçinski dahil 96 kişinin korkunç bir şekilde ölümüyle sonuçlanan uçak kazasının kurbanları Rusların planladığı ve gerçekleştirdiği “Katyn-Katin” Ormanı Katliamı’nın 70. yıldönümünde olay yerinde bir anma töreni gerçekleştirmeye gidiyorlardı…Bu uçak kazasının Polonyalı uzmanlarında katıldığı soruşturması sonucunda düşmenin Rusların sabotajı olmadığı ortaya çıktı ve herkes çok rahatladı.Bu talihsiz, tüyler ürpertici kaza, 1940’ta 26 bin Polonyalının katledildiği “Katyn-Katin” Ormanı’nın ne yazık ki 70 yıl sonra bile kanamaya devam ettiğini, 70 yıl sonra bile yeni yeni kurbanlar almaya devam ettiğini gösterdi.“Katyn-Katin” filmi OSCAR ödülüne aday gösterilmişti... Polonyalı yönetmen Andrej Wajda (6 Mart 1926 doğumlu) 80 yaşını tamamlamaya hazırlandığı Şubat 2006’da yeni nesil, genç sinemaseverlerin tarihi olayları ve siyasal konuları işleyen filmlere ilgisi göstermemesine rağmen çalışma arkadaşlarıyla birlikte Rusların yaptığı ve 26 bin Polonyalı’nın canının alındığı, 1940 “Katyn-Katin” Ormanı Katliamı’nı konu alan bir film senaryosu yazdıklarını açıklamıştı…15 milyon Polonya Zlotisi harcanan, Polonya ile Almanya’nın ortak yapımı bu film “Katyn-Katin” (118 dakika uzunluğunda) adıyla, Polonya’nın işgalinin 68. Yıldönümünde (Eylül 2007’de) bu ülkede gösterilmeye başlanacak ve hem “Shrek the Third-Şrek 3” filminden sonra o yıl Polonya sinemalarında en çok seyirci toplayan film olmayı, hem de yabancı film dalında Oscar ödülüne aday gösterilmeyi başaracaktı. ”Katyn-Katin”in dünya galası Sovyet Rus İşgalinin 68. Yıldönümü olan 17 Eylül’de başkent Varşova’da yapıldı.Film 21 Eylül’den itibaren de Polonya sinemalarında gösterilmeye başlandı.”Katyn-Katin”, Polonya’da 2 milyon 700 bin bilet keserken, 14 milyon dolarda hasılat elde etti.Dünya tarihinde bugüne kadar görülmüş belki de en zalim, en acımasız, en gaddar iki diktatörün (Hitler ve Stalin’in) orduları tarafından paspas gibi çiğnenen çok talihsiz bir milletin, çok şanssız bir ülkenin dinmeyen acılarının öyküsü olan ”Katyn-Katin” 5-20 Nisan 2008 tarihleri arasında gerçekleştirilen 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde de sinemaseverlere sunulmuştu. Ruslar 24 yıl önce “Katyn-Katin” Katliamı’nı yaptıklarını itiraf etti Eylül 1939’da Polonya Almanya ve Sovyet Rusya arasında paylaşıldı.1 Eylül’de Almanlar, 17 Eylül’de Ruslar saldırdı. İşgal ordularının gelişmiş tank ve uçaklarının karşısına çıkarılan çağdışı Polonya süvarilerinin çok acıklı bir yenilgiye, hezimete uğramaktan başka çaresi yoktu.1940 yılının ilk yarısında (Mart başından Haziran başına kadar) diktatör Stalin’in emriyle Sovyet Rusya ordusu, elindeki Polonyalı esirlerden 26 bin kadarını Rusya’nın Smolensk kenti yakınlarındaki “Katyn-Katin” ormanında katletti. Bunlar savaş öncesinde doktor, avukat, akademisyen, mühendis, polis ve din adamı olarak görev alan Polonyalılardı.”Katyn-Katin” Ormanı katliamı 10 Haziran 1944’te Fransa’daki Oradour-sur-Glane köyündeki erkek, kadın, çocuk, ihtiyar toplam 642 masum sivilin tümünün Almanlarca katledilmesi gibi Avrupa tarihinin unutturulmak istenen on binlerce kötü, berbat anısından biriydi.“Katyn-Katin” katliamının Ruslar tarafından tamamlanmasından tam bir yıl sonra Haziran 1941’de Alman ordusu (Wehrmacht) üç milyondan fazla askeriyle Sovyet Rusya’yı işgale girişti ve Almanlar Katyn Ormanlarındaki toplu mezarları keşfederek / bularak, Sovyet Rusya’nın insanlık suçunu dünya kamuoyuna açıkladı.Ruslar Katyn katliamının sorumluluğunu yaklaşık 50 yıl boyunca (1990’a kadar) hiçbir şekilde kabul etmedi ve bu insanlık suçunun da Almanların işlediği diğer binlerce insanlık suçundan biri olduğu propagandasını yaptı.Günümüzden 24 yıl kadar önce Rusya’dan itiraflar ve kabullenme geldi; önce Rus lider Mihail Gorbaçov, ardından da Boris Yeltsin katliamı diktatör Stalin’in emriyle Rusların yaptığını itiraf etti.1992’de Rus lider Boris Yeltsin, Polonya Cumhurbaşkanı Lech Walesa’ya Katyn Katliamıyla ilgili verilen emrin Sovyet lider Stalin tarafından imzalanan orijinal belgesini verdi.Polonya İkinci Dünya Savaşı’nda altı milyon canını kaybetti Polonya İkinci Dünya Savaşı’ndaki Alman-Sovyet işgali sırasında 3 milyonu Yahudi asıllı toplam 6 milyon canını kaybetti…Başkent Varşova, Filipinlerin başkenti Manila’yla birlikte bu savaştan en büyük yıkım, tahribat ve zararla çıkan kentti…Polonya doğumlu Roman Polanski’nin annesi de Polonya’yı işgal eden Almanlar’ca öldürüldüAlmanların ve Rusların İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Polonya işgalinin 6 milyon kurbanı arasında Yahudi asıllı OSCAR ödüllü (OSCAR ödülünü “Piyanist”le kazanmıştır ve Polonya’yı temsil eden “Knife in the Water-Sudaki Bıçak” adlı filmi yabancı film dalında OSCAR ödülüne aday gösterilmiştir) yönetmen Roman Polanski’nin Alman toplama ve öldürme kamplarında hayatını kaybeden annesi de bulunmaktadır.Roman Polanski’nin babası soykırımdan canını kurtaran 300 bin Polonya Yahudisinden biridir.. Bir film: Nicholas and Alexandra (Robert Massie’nin 1967’de yayınlanan tarih kitabından uyarlanmıştı) NICHOLAS HALKINA KARŞI KAPLAN , EŞİ KARŞISINDA SÜT DÖKMÜŞ YAVRU KEDİYDİ… Tarihin gördüğü en berbat, en aciz, en yeteneksiz, en beceriksiz Rus imparatoruyla kontrol manyağı Alman asıllı eşinin evliliğinin öyküsü bu…Alexandra zayıf karakterli İmparatoru hatalı kararlara sürüklüyordu…İmparatorun kararlarına sürekli olarak müdahale ediyordu…Hatta imparatoru kendisine devlet işleriyle ilgili düzenli rapor vermeye zorluyordu…Alexandra bakanlar kurulunun yönetimini bile İmparatordan elde etmişti…İmparator eşi kaynanasından nefret ettiği için annesinden bile vazgeçmişti…Rus imparatoru ülkedeki en yeteneksiz bürokratları göreve getirmesiyle ün kazanmıştı…Çiftin dört kızı ve bir oğlu dünyaya geldi…2. Nicholas babasının vefatında ve tahttan indirildiğinde çok ağır psikolojik yıkım yaşamış , sinir krizleri geçirmişti… 1914’te 175 milyonluk Rusya nüfusunun büyük bölümü yoksuldu…2. Nicholas “İtibardan Tasarruf Olmaz” düşüncesine sahipti…İmparatorun ağzından çıkan sözler o dönemde kanun kabul edilmekteydi…Onun döneminde Polonya Rus işgali altındaydı…Büyükbabası suikast sonucu hayatını kaybetmişti… İmparator olmadan önce bir dünya gezisine çıkarak Monaco’dan Mısır’a dünyayı dolaşmıştı…2. Nicholas anayasal yetkilerinin daraltılmasına karşı çıkıyordu…Kore’yi Japonya’ya kaptırmamak uğruna onbinlerce Rusun ölmesine yol açtı; onları ölüme yolladı…İmparatordan birazcık insan hakları, fırsat eşitliği, sosyal adalet, İngiltere tarzı Parlamenter demokrasi ve hukuk devleti talep edenleri diktatörün / Çarın askerleri kitleler halinde öldürdü… Alman İmparatoru Rus imparatorunun kuzeni olmasına rağmen Rusya’ya savaş açtı…Birinci Dünya Savaşı Rusya, Almanya ve İngiltere’yi yöneten akraba kralların savaşıydı… Almanya sanayileşmişti; Rusya ise tarım ülkesiydi…Savaşta Rusya askerlerinin hepsine gereken silah, cephane, mühimmat, giysiyi, yiyeceği ve at, demiryolu gibi ulaşım araçlarını temin edemedi…Rus askerine günde 3 kurşun veriliyordu…Üç Rus askerinden ikisine savaşmak için gereken malzeme temin edilemiyordu…Erler amirlerine çoğu zaman isyan ederken, askerler arasında intihar olayları çok yaygındı…Rus ordusu Avusturya ve Almanyayla savaşırken milyonlarca ölü verdi…Rus askerler kitleler halinde savaştıkları ülkelerin askerlerine teslim oluyordu…Savaş esnasında ülkede açlık çok yaygındı…Yoksul halk açlıktan bulduğu her yiyecek mağazasını,fırını, dükkanı yağmalıyordu… 1904-1917 arasındaki savaşlar ülke hazinesinin iflas etmesine yol açmıştı…Ülkede kargaşa, istikrarsızlık, huzursuzluk, yağma ve talan düzeni hakimdi…Cezaevleri ve işkencehaneler dolup taşıyordu.Baskıcı bir düzen ve sansür ortamı vardı..Ayaklar baş başlar ayak olmuştu adeta…Yoksulluk ülke çapında çok yaygındı; Japonya, Almanya ve Avusturya orduları karşısında alınan ağır yenilgiler ülkedeki yiyecek, yakacak kıtlığı , açlıktan ve soğuktan ölümler dönemin özelliği haline gelmişti…Bu da ülke çapında protesto gösterilerine, grevlere, ayaklanmalara ve İmparatorluk yönetiminin yıkılmasına yol açtı…Kuzeni İngiltere Kralı bile tahttan indirilen Rus imparatorunu ülkesine istemezken Lenin Almanya ile anlaşarak İsviçre’den Saint Petersburg’a döndü ve Rus ordusunun Almanyayla savaşına son verdi… Birinci Dünya Savaşı’nda 3,5 milyon Rus vatandaşı ölürken,1917-1922 arasındaki Rus iç savaşında 10 milyona yakın kişi öldü… Nicholas and Alexandra filminde Lenin, Troçki (Rusya’nın Robespierre’i) ve Stalin gibi karakterlere de (özellikle Lenin’e) yer veriliyor… Rasputin Alexandra’nın himayesi altında Rus devletinin yönetimini eline geçirmişti…Halka göre Alexandra bir Tuva atı yani Alman casusuydu ve Rasputin’in kuklasıydı…Rus gençleri (kadın ya da erkek) Rasputin’in seks oyuncakları olmuştu…Alexandra Anneannesi İngiltere Kraliçesi Victoria’dan gelen tedavisi ve ilacı olmayan hemofili hastalığını oğluna aktardı…Victoria’nın dört oğlundan sadece birinde hemofili ortaya çıkmıştı…Hemofili anneden oğluna geçer…Hemofili geni taşıyan her annenin oğlunda hemofili ortaya çıkmaz…Alexandra İmparatoru annesinden ve tüm arkadaşlarından uzaklaştırdı; kopardı…İmparator annesinin uyarılarına, tavsiyelerine asla değer vermedi…Rus halkı İmparatorun oğlunun Hemofili hastalığını hipnoz tedavisiyle stabil ve zararsız hale getirdiği için İmparatoriçenin gözdesi haline gelen Rasputin’in İmparatoriçe ve dört kızını seks kölesi olarak kullandığı dedikodularına inanmıştı…İmparator zilzurna sarhoş olmadan uyuyamayan Rasputin’den nefret ediyordu ve Rasputin’e İmparatoriçeyi kızdırmamak için katlanıyordu… İngiltere Kralı ve Alman İmparatoru 2. Nicholas’nın kuzenleriydi… Romanov hanedanı 300. yıldönümünü kutlamıştı (1613-1913) Rasputin & 2. Nicholas & Alexandra & Rus Devrimi konulu başlıca filmler: 1-Rasputin and the Empress / Richard Boleslawski & Charles Brabin /1932 2-Ten Days That Shook the World / Sergei Bondarchuk / 1982 3-Nicholas and Alexandra /Franklin J. Schaffner /1971 4-Reds/ Warren Beatty /1981 5-Doctor Zhivago / David Lean /1965 6-Stalin /Ivan Passer /1992 7-Agoniya ; Agony: The Life and Death of Rasputin / Elem Klimov / 1981 8-Testimony /Tony Palmer / 1987 9-Rasputin /Uli Edel / 1996 10-Rasputin / Josée Dayan & Irakli Kvirikadze / 2011 11-The Assassination of Trotsky / Joseph Losey / 1972 1890’dan itibaren bir balerinle (Mathilde Kschessinska) 3 yıl süren aşk ilişkisi yaşayan ancak aristokrat kökenli olmayan bir kadınla evlenmesi ailesinin koyduğu kurallara göre yasak olan Rus çarı (imparatoru) 2. Nicholas’ın 5 çocuğunun öğretmeni İsviçreli Pierre Gilliard tarafından yazılan ve 1921’de okurlara sunulan “Rus Sarayı’nda 13 yıl” adlı kitap (Alp Tümertekin tarafından Türkçeye çevrilmişti; İş Bankası Yayınevi ) “Nicholas and Alexandra” adlı Robert Massie kitabının (1967) ve Rasputin hakkındaki üç önemli filmin, (Franklin J. Schaffner ;Nicholas and Alexandra; 1971), (Elem Klimov ;Agony; 1981) , (Uli Edel; Rasputin: Dark Servant of Destiny ; 1996) en önemli kaynaklarından biridir… O dönemde anadili gibi Fransızca bilen İsviçreli öğretmenler Rus yüksek sosyetesinde çok popülerdi…Aristokratlar bu öğretmenlerle çocuklarına Fransızca ve genel kültür öğretmesi için anlaşırlardı…Gilliard 1905’te Rus Sarayı’na girer; hemofili hastası (kanaması olan hemofili hastasında akan kan kolay kolay pıhtılaşmaz ve hemofili hastası genelde genç yaşta vefat eder) veliaht Alexei’in (1904-1918) ağır sağlık sorunlarını tedavi etmesi için 1907’de saraya davet edilen Rasputin hakkında Gilliard kitabında (Thirteen Years at the Russian Court) çok detaylı bilgiler verir… Papaz Theofan Rasputin’i saraya şifacı olarak ve Rus yüksek sosyetesine tavsiye, takdim eder…Ancak Sarayda dadılık,mürebbiyelik yapan Tyutçeva, Theofan ve bir diğer papaz (Hermogen) Rasputin’in gerçek kişiliğini kısa sürede keşfederler ve Rus sarayını uyarırlar…Uyarmaları sonuç vermez… Rasputin hakkında suçlamada bulunanlar İmparatoriçenin gazabına uğrar, sürgüne yollanır…Protestan Hıristiyanken Ortodoks Hıristiyanlığa geçen ve fanatik Ortodoks haline gelen İmparatoriçe Rusya’yı Rasputin’e teslim edecek kadar fanatik bir Rasputin müridi olmuştur… İngiltere Kraliçesi Victoria anneannesi olan, Victoria’dan aldığı kan hastalığı hemofiliyi oğluna aktaran İmparatoriçeye göre Rasputin’i kendisine oğlu Alexei’yi hayatta tutabilsin diye Tanrı göndermiştir…Alman asıllı İmparatoriçenin Alman ajanı olduğuna Rus halkının büyük bölümü inanmaktaydı… Pierre Gilliard, tanıklar, tarihçiler şöyle diyor: “Rasputin, İmparatoriçe aracılığıyla, zayıf iradeli, kararsız, karar vermekte daima zorlanan, eşinin kuklası haline gelen İmparatoru da kullanarak, Rusya’yı ele geçirdi…Veliahtın sağlık sorunlarını tek tedavi edebilecek olanın kendisi olduğunu iddia ediyordu… ”İmparator Rasputin’den nasihat, tavsiye alacak kadar zayıf kişilikliydi…Rus ordusunun nerelerde konuşlanacağı konusunda bile Rasputin’den tavsiye alındığı yaygın iddialar arasındadır…Rus İmparatoruna Rasputin’in faaliyetleri, suçları, sefahat alemleri hakkında dosyalar sunulmuştur… İmparatorun annesi de İmparatoru eşinin kuklası olmaması konusunda sürekli olarak uyarmaktaydı…1904-1905’te Rusya Kore’yi ele geçirmeye kalkıştı…Rus ordusu, kışın buz kitleleriyle kaplanmayan bir ülkeye sahip olmak için Japonlarla savaşıp büyük bir yenilgi aldı… Birinci Dünya Savaşı öncesinde 164 ila 170 milyon nüfuslu Rusya bugünkü Polonya, Romanya, Finlandiya, Ukrayna’yı, hatta Doğu Anadolu’yu elinde tutmaktaydı…1914 yazında Avusturya veliahtı bir Sırp tarafından öldürülünce Avusturya Sırpları cezalandırmak istemiş Rusya buna karşı çıkmıştı… Birinci Dünya Savaşı önce Almanya’nın müttefiği Avusturya’nın, sonra İngiltere ve Fransa’nın müttefiği Rusya’nın, daha sonra Almanya’nın seferberlik ilan etmesiyle başlamıştı…Üstelik İngiltere, Almanya ve Rusya kraliyet aileleri çok yakın akrabaydı…164 ila 170 milyon nüfuslu Rusya’da eğitim görmüş yaklaşık 20 milyon kişi vardı… Demiryolları ülkenin her yanına yayılmamıştı…Ülke sanayileşememiş tarım ülkesiydi…Askere aldığı herkese Rus ordusu silah ve cephane temin edemiyordu…Birinci Dünya Savaşı boyunca İngiltere ve Fransa’dan silah ve cephane akışı, yardımı olmasa Rus ordusu savaşacak durumda değildi…Ülkede yiyecek, yakacak, at (halk açlıktan atları yemişti) sıkıntısı had safhadaydı…Milyonlarca asker kaçağı vardı…Enflasyon azmıştı…Kızamık (saçları da döker) gibi hastalıklar çok yaygındı… Rus halkının bir bölümü Çarın halkına karşı cömert ancak Çar’ın ekibinin cimri ve halk düşmanı olduğuna inanmaktaydı…Yaygın açlık ve 1904-1917 arasında milyonlarca askerin savaşlarda öldürülmesi 1613’ten 1917’ye kadar Rusya’yı diktatörce yöneten Romanov hanedanın yıkılmasında en büyük rolü oynadı…İmparatoriçe ve kızlarını Rasputin’in seks kölesi olarak gösteren karikatürler Birinci Dünya Savaşı boyunca Rusya’nın her tarafında sokaklarda dağıtılmaktaydı… Lenin ve yoldaşları kadar Rusya ile savaşan Almanya, Avusturya’da bu karikatürlerin Rus halkına ulaşmasından son derece yararlandılar…Bolşeviklerin (Lenin, Troçki, Stalin üçlüsünün) Rusya’yı ele geçirmesine Rasputin’in Rus aristokratlarını seks kölesi olarak kullandığının Rus halkı tarafından öğrenilmesi olağanüstü bir katkı sundu…1917’de Almanya Lenin ve yoldaşlarını bir trenle İsviçre’den Saint Petersburg’a taşıyarak, onlar aracılığıyla, Rus ordusunun Almanya ve Avusturya ile savaştan çekilmesini sağladı…Ludendorff adlı Alman lider Lenin’in Rus ordusunun Almanya ile savaşına son vermesinden çok memnun olduğunu açıklamıştır…Ortodoks Hıristiyan propagandası yaparak kendini Rus yüksek sosyetesine tanıtan Rasputin kendisini Mesih, Hazreti İsa’nın vekili, kahin, 1683’te Hıristiyan dünyasını bir araya getirerek Osmanlı’nın Viyana’ya girmesini önleyen papaz Marco d’Aviano’nun eşdeğeri olarak tanıtmıştı… İçişleri Bakanı dahil, çok sayıda müridi, fanatik hayranı vardı…Kendi tarikatını kurdu ve 1907-1916 arasında Rusya’yı kişisel genelevi olarak kullandı…Bir suikast girişiminden sağ kurtulmayı başaran Rasputin’in İmparatoriçe üzerinde psişik egemenliği vardı…Son Rus İmparatoruna ve ailesine yemek sofrasında pornografik fıkralar anlatan, psişik güçleri, hipnotizma yeteneği olan Rasputin hakkındaki iddialardan bazıları:hırsız, rüşvetçi, mitoman (hastalık derecesinde yalan söyleyen kişi),teşhirci, biseksüel, ırz düşmanı, umuma açık yerlerde tecavüze kalkışmaktan çekinmeyen, paragöz, açgözlü, Şeytan’ın ete kemiğe görünmüş hali, Alman casusu, kötü Cin, doğaüstü güçlere sahip, aziz, kutsanmış kişi, ayyaş… Rasputin’in iyi tarafı: Sarayda etkili olduğu ilk yıllarda Kraliyet ailesine savaş çıkarmaktan kaçınmalarını tavsiye etti…

QOSHE - Nitelikli damat adaylarının karaborsaya düştüğü ülke hangisiydi? - Hakan Sonok
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Nitelikli damat adaylarının karaborsaya düştüğü ülke hangisiydi?

6 1
09.03.2024

Vladimir Putin, Beyaz Saray fotoğrafçısı Pete Souza’nın 1988’de Moskova Kızıl Meydan’da çektiği bir fotoğrafta o sırada Sovyetler Birliği’ni ziyaret etmekte olan ve küçük bir Rus çocuğun elini sıkmak için hamle yapan ABD Başkanı Ronald Reagan’ın karşısında, boynunda fotoğraf makinesi olan turist kamuflajındaki KGB / FSB ajanı olarak, görülmekteydi… Ronald Reagan (1911-2004) ve Charlie Wilson (1933-2010) gibi Amerikalı siyasetçiler Rusya ordusunu Afganistan'da 1979-1989 arasında yenilgiye uğratsın amacıyla Afganlılara İsrail gibi ülkelerden ağır silahlar tedarik edip bunları organize bir şekilde dağıttılar...Sonuçta 25 Aralık 1991 Çarşamba günü Sovyetler Birliği tarih sayfaları arasına karıştı... Afganistan'da 1979-1989 arasında ABD ve Sovyetler Birliği savaştı...Savaşı ABD kazandı...Sovyetler Birliği kendi vatandaşlarına marketlerde temel ihtiyaç maddelerini tedarik, temin etmekte zorlanmış ve muhalifler için kitle imha kampları kurmuştu... Daha fazlası için: Charlie Wilson's War: The Extraordinary Story of How the Wildest Man in Congress and a Rogue CIA Agent Changed the History of Our Times... Afganistan ve İran bir zamanlar laik ülkelerdi...Afganistan dünya üzerinde işgali imkansız ülkelerden biri...Rusya ve ABD burada tutunamadı...Charlie Wilson's War adlı filmde Suudi Arabistan'ın parasıyla, İsrail'in Mısır'dan ele geçirdiği Sovyetler Birliği silahları Afganistan halkına dağıtılarak Sovyetler Birliği'nin 1979-1989 arasında 14.453 askerinin öldürülmesi konu edilir... Dünyayı değiştiren ikili : Demokrat Partili Charlie Wilson (1933-2010) & Joanne Herring (1929) 80'li yıllarda Sovyet işgaline karşı Afgan mücahitlere yardımı örgütleyen, hayatı filme konu olan eski Amerikalı kongre üyesi Charlie Wilson... 10 Şubat 2010'da nefes almakta güçlük çektiği için hastaneye götürülen Wilson, kalp ve akciğerlerindeki sorunların artmasıyla, tedavi göremeden yaşamını yitirdi. 27 yaşında siyasete atılan Wilson, 12 dönem Amerikan Kongresi'nde görev yapmıştı. 1996'da, Temsilciler Meclisi'ne aday olmayacağını açıklarken sarfettiği sözler, bir anlamda, onun hayat görüşünü de yansıtıyordu: Herşeyin bir zamanı vardır. Bünyem bana, devlete 36 yıl hizmet etmenin yeterli olduğunu söylüyor. Kongre'yi Cumhuriyetçiler kontrol ettiği için, seçimlerden korkup çekindiğim için siyasetten çekilmiyorum. Aday değilim çünkü kongre artık eğlenceli bir yer değil." 1973'ten 1996'ya kadar Amerikan Temsilciler Meclisi üyesi olan Charlie Wilson, sefahatin doruğa çıktığı partilere düşkünlüğüyle ünlüydü, İngilizce de 'Zevk düşkünü' anlamına da gelen 'Good Time Charlie' takma adıyla bilinirdi. Teksas'ın en zengin kişilerinden Joanne Herring, Wilson'ın yakın dostu, koruyucusu ve bazen de sevgilisiydi. Bu ikili, Afgan mücahitlere fon ve silah sağlayıp, sonuçta Sovyet işgalinin sona ermesinin yolunu açtı. 'Şeytan İmparatorluğu' Temsilciler Meclisi'nin ödeneklerden sorumlu komisyonunda görev yapan Wilson, CIA'in, Afgan mücahitlere yardımını önemli ölçüde artırdı. Türkiye'de 2008'de gösterime giren 'Charlie Wilson'ın Savaşı' adlı filmde, Wilson'ı Tom Hanks, Herring'i de Julia Roberts canlandırmıştı. 22 yıl Amerikan Merkezi Haber Alma Örgütü CIA'de görev yapan, Michael Shaw, yakından tanıdığı Charlie Wilson'ı önce şakayla karışık, 'Kızınızın akşam yemeğine eve getirmesinden dolayı memnun olacağınız bir kişi değildi' sözleriyle anlatıyor. Shaw bununla birlikte, Wilson'ın, jeopolitik analizleri güçlü bir kişi olduğunu belirtip, ekliyor: "Charlie Wilson, Sovyetlere zarar verilmesinde ve daha sonra eski başkan Ronald Reagan'ın deyimiyle 'Şeytan İmparatorluğu'nun yıkılmasında, belirgin rol oynamıştır. Bence kendisi bu noktada büyük bir övgüyü hak etmektedir.' ABD'nin 40. Başkanı Ronald Reagan şöyle demişti: 'Politics is supposed to be the second oldest profession. I have come to realize that it bears a very close resemblance to the first- Politika, dünyanın en eski ikinci mesleği olarak bilinir. Ama şunu gördüm ki, en eski birinci meslekle (fahişelikle) çok yakın benzerliği var' ABD Başkanı John F. Kennedy Kirk Douglas'ın filmlerini özellikle 'Spartacus'ü çok severdi... ABD başkanı Ronald Reagan 'Reds' (1981), 'Moscow Does Not Believe in Tears' (1980) , 'The Day After' (1983) gibi filmlerden Sovyetler Birliği tarihi, halkı, insanları ve bu ülkeyle ABD arasındaki küresel nükleer savaş hakkında çok şey öğrendiğini söyledi...Bu üç film Reagan'ın genel kültürüne çok olumlu katkılar yapmıştı... Moscow Does Not Believe in Tears 1958 -1978 arasında Sovyetler Birliği'nde yetişkin kadın nüfusu yetişkin erkek nüfusunun çok üzerine çıkınca ülkede kadın ruhundan anlayan yüksek nitelikli koca adayları karaborsaya düştü...Gelin adayı boldu damat adayı kıtlığı yaşandı...Ülkede yaşayan erkekler 40'lı yaşlarda obez, göbekli, bakımsız ve alkolik hale geliyordu...Koca arayan kadınlar çeşitli organizasyonlara kayıt yaptırarak yardım aradılar....ABD Başkanı Ronald Reagan Sovyetler birliği lideri Mikhail Gorbachev ile buluşmadan önce bu konuyu işleyen "Moscow Does Not Believe in Tears - Москва слезам не верит-Moskva slezam ne verit" adlı filmi defalarca seyrederek Sovyetler Birliği hakkında bilgi edinmişti...Anılan film 31 Mart 1981'de Los Angeles'ta konuşma dili İngilizce olmayan yılın en iyi yabancı filmi Oscar'ını kazandı...Sovyetler Birliği'nde 93 milyon seyirci sinema salonlarında bu film için bilet satın almıştı... The Day After 20 Ocak 1961’de ABD başkanı Kennedy göreve başladığında Sovyetlerin elinde dünya üzerindeki yaşamı iki kez yok edebilecek kadar nükleer silah vardı…Aynı tarihte ABD’nin elinde dünya üzerindeki yaşamı on kez yok edebilecek nükleer silah vardı…Bugün İsrail’in bile elinde 400 nükleer silah olduğu tahmin ediliyor… 'Kıyamet Günü' Olasılığı ve Senaryosu: 1996’da yayınlanan ve İsrail -İran savaşı yan konularından biri olan bir bilimkurgu romanı okuyan herkesin tüylerini ürpertti. Romanın adı: 'Richter 10 – Deprem Richter 10'du (Resif Yayınları; Yazarlar: Arthur C. Clarke, Mike McQuay). 'Richter 10 – Deprem Richter 10'un yazarlardan ilki olan Clarke (1917 – 2008), '2001: A Space Odyssey” (1968’de gösterime sunuldu) ve “2010”(1984’te gösterime sunuldu) adlı sinema filmlerine konu olan metinleri de yazmıştı. 'Richter 10 – Deprem Richter 10'da İran’dan gelen saldırıya karşılık olarak İsrail nükleer silâhlarını ('Masada Opsiyonu') Müslüman hedeflerine yolluyor ve bunun sonucunda sadece ilk gün 60 milyondan fazla insan ölüyordu (Sayfa: 77, 104, 197, 212, 235). Nükleer patlamalar sadece Orta Doğu’yu ve tüm petrollerini radyasyona maruz bırakmakla kalmıyor, yeraltında da derin etkiler yaratıyordu: İlk olarak Arap plâkası etkileniyor, o ise Türk – Ege ve İran plâkalarını hareketlendiriyordu. Domino taşlarının düşüşü gibi gelişiyordu her şey. Hint – Avustralya ve Avrasya plâkaları da birbiri ardından kırılmaya başlıyordu. 1961 yılında bile Sovyetler Birliği tüm dünyadaki yaşamı iki kez, ABD ise tüm dünyadaki yaşamı on kez yok edecek nükleer silahlara sahipti…Yani 63 yıl önce bile iki ülke dünya üzerindeki yaşamı on iki kez yok edebilecek nükleer silahlara sahipti… 2024 yılındayız ve İran nükleer silahlar üretiminin eşiğindedir…Bugün İsrail’in elinde bile 400 kadar nükleer başlıklı füze olduğu tahmin ediliyor…Kuzey Kore, Pakistan, Hindistan, İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD de nükleer silahlara sahip… Nükleer savaşla insanlığın yok oluşu en azından dört büyük filmde canlandırıldı…Yeryüzünde insan uygarlığı bu dört filmde yok oldu…On the Beach (1959; Stanley Kramer), Doctor Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964; Stanley Kubrick), Planet of the Apes ( 1968 ;Franklin J. Schaffner), The Day After (1983; Nicholas Meyer)…1968’de gösterime sunulan filmde 25 Kasım 3978 yılındaki dünya gezegenine bir zaman yolculuğuyla ulaşan bir ekip geçmişte çıkan bir nükleer savaşta dünya gezegenindeki insan uygarlığının yok olduğunu keşfetti… The Ultimate Quotable Einstein (Alice Calaprice tarafından yazılan kitap) ve daha birçok kaynakta “3. dünya savaşında hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum lakin (ancak) 4. dünya savaşında mızrak, taş ve sopaların kullanılacağını biliyorum” sözünün 1946, 1947 ve 1949’da çeşitli kişilerce dile getirildiği belirtiliyor… Bu kişiler: General Omar Bradley (1893-1981), fizikçi Albert Einstein (1879-1955), gazeteci Walter Winchell (1897-1972) , Amerikalı siyasetçi, akademisyen J. William Fulbright (1905-1995) Sözü ilk sarf eden ise Einstein değil adı bilinmeyen bir ABD ordusu teğmeni… Sadece İsrail’de 400, ABD’nde 7000 nükleer silah var…Pakistan, Hindistan, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Kuzey Kore gibi ülkelerde de binlerce nükleer silah var…Oppenheimer filmini seyredenler o filmde İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyasının bilim insanı Wernher von Braun’un V1 ya da V2 bomba yüklü balistik füzelerinden birinin İngiltere’ye doğru yol aldığını görmüştü…Teknolojik devrimler bilimsel ilerlemeler en öldürücü kitle imha silahlarının üretimine kapıyı açmıştı…Nazilerin Afrikadaki Uranyum madenlerine el koyarak atom bombası üretme ihtimali ABD’ne sığınan Yahudi bilim insanlarını ürkütmüş ve bu bilim insanları ABD Başkanı Roosevelt’i harekete geçirerek Kanadadaki uranyumla 1939’dan 1945’e kadar uzanan bir süreçte o dönemin 2 milyar doları harcanarak ABD’nin ilk atom bombası üreten ülke olması sağlanmıştı… The Day After dünya üzerinde çok kapsamlı bir nükleer savaş çıktığında yani kitle imha silahları topluca kullanıldığında milyarlarca insanın birkaç saat içinde buharlaşarak öleceğini, geri kalanların bir çeşit Zombieye dönüşerek radyasyon bulaşıklığından dolayı ölümcül derecede kanser yaralarıyla kısa süre içinde öleceğini, insanlığın taş çağına geri döneceğini, sağ kalanların bir iç savaşın kurbanı olacağını anlatan, bilinen en gerçekçi korku filmi… Albert Einstein’ın dediği gibi küresel nükleer savaş olursa sağ kalan insanlar bir sonraki küresel savaşı taş ve sopalarla yapmak zorunda kalacak… The Day After’ı 1983’te 100 milyondan fazla Amerikalıyla birlikte seyrederek dehşete kapılan ABD Başkanı Ronald Reagan nükleer bir kitlesel savaş olasılığını ortadan kaldırmak için her tür önlemi almanın yollarını aramaya başlamıştı… Kırk yıl öncesinin ilkel bilgisayar efektleri bile The Day After’da fazlasıyla dehşet verici, korkunç ve çok ürkütücü sahneler yaratmayı başarıyor! Reds (1981) Asgari ücret ABD’nde 1910’larda saatlik 10 centti…Bugün 15 dolar…Amerikan solu o kadar bölündü ve iç çatışmalarla zaman kaybetti ki ; Beatty işçilerin haklarını savunmak yerine birbirini yiyen solcuları anlatıyor…1919 Rusya’sında açlık ve tifüsün 4 milyondan fazla insanı öldürdüğünü biliyor muydunuz? Warren Beatty 'her zaman arkadaş olarak gördüğüm ABD başkanı Ronald Reagan ve eşi Nancy Reagan, Beyaz Saray’da Reds için özel bir gösterim ayarladı' dedi. Kaliteli Sinema filmleri size zaman yolculuğu yaptırabilir…Bu film onların en iyilerinden biri… Çarlık Rusyası tam bir diktatörlüktü; on milyonlarca insan açtı, yoksuldu, eğitimden, sosyal adaletten, fırsat eşitliğinden,sosyal güvenceden, emeklilik hakkından yoksundu.Yoksullar devletin/ İmparatorun kölesi olarak savaşlarda bozuk para gibi harcanmaktaydı…O düzenin yıkılmasını konu alan bu filmde Çarı deviren Bolşeviklerin Rus halkının yoksulluğuna, açlığına çare olamadıkları, onların hayat standartlarını yükseltemediklerini görüyoruz…En azından 1917-1918-1919-1920 yıllarında durum böyleydi…Amerikalı gazeteci Bolşevik devriminin ilk yıllarına tanıklık ediyor…Film aynı zamanda bir aşk öyküsü… Jerzy Kosinski Polonya vatandaşı 6.000.000 insan Almanya’nın, Sovyetler Birliği’nin işgal faaliyetlerinde ve Holocaust sırasında 1939-1945 arasında hayatını kaybetti…Bunların 3.000.000’u Yahudi asıllıydı…Bir siyasetçi, ne kadar vasatsa, ne kadar cahilse ve ne kadar ortalamanın altında bir zekaya sahipse o kadar çok yükselir ve medya,toplum tarafından yükseltilir fikrini savunan 'Being There' (1970) adlı romanın yazarı Jerzy Kosinski Holocaust’tan kurtulan Polonyalı Yahudilerden biriydi…Kendisine ve ailesine Katolik Papaz 'Katoliktir' belgesi,nüfus cüzdanı düzenlemişti…Kosinski Warren Beatty’nin yönetmen dalında Oscar kazandığı ve Başkan Ronald Reagan’ın Beyaz Saray’da davetlilerine gösterdiği “Reds”(1981) filminde Stalin tarafından 1936’da idam edilen Sovyetler Birliği Komünist Partisi yöneticilerinden Grigory Zinoviev rolünü üstlendi…Kosinski Charles Manson çetesinin 1969’da Sharon Tate ve arkadaşlarını katlettiği davete katılmayı başaramamıştı (!) Kosinski’nin senaryosunu yazdığı 'Being There' (1979) filminde Warren Beatty’nin ablası Shirley MacLaine baş kadın oyuncu rolündeydi…'Being There”deki oyunculuğuyla Melvyn Douglas Oscar kazanırken bu filmdeki rolüyle Peter Sellers Oscar’a aday gösterilmişti… 'Red Bells Part I: Mexico on Fire / Krasnye kolokola-Meksika Alevler İçinde' (1982) Sergei Bondarchuk’un filmi aynı yıl Karlovy Vary festivalinde birincilik ödülü Kristal Küre’yi kazandı. 'Red Bells Part II: I Saw the Birth of a New World /Krasnye kolokola II –Dünyayı Sarsan 10 Gün' (1983) Sergei Bondarchuk’un 'Meksika Alevler İçinde' ve 'Dünyayı Sarsan 10 Gün' adlı filmleri, Amerikalı Warren Beatty’nin 35 milyon dolarlık bir yapım bütçesiyle gerçekleştirdiği, 12 dalda OSCAR adaylığı ve 3 OSCAR ödülü elde eden 'Reds-Kızıllar'ına Sovyetler Birliği’nin cevabıdır…'Kızıllar' da gazeteci John Reed’i Warren Beatty canlandırırken, Sergei Bondarchuk’un filmlerinde John Reed rolünde Franco Nero vardır…Gazeteci John Reed (1887-1920) “Ten Days That Shook the World-Dünyayı Sarsan On Gün” (1919) adlı kitabını yayınlandıktan bir yıl sonra 32 yaşındayken hayatını kaybetmiştir. Not: Hitler, Stalin ve Lenin’in politikaları 1945’e gelindiğinde şu sonuçları vermişti.Sovyetler Birliği’nde 1923’te dünyaya gelen her üç erkekten ikisi ölmüştü. Sabri Ülker oğlu Murat Ülker'in başucu filmi : Doktor Zhivago Boris Pasternak 'Doctor Zhivago"da, Alexander Soljenitsin 'Gulag Takımadaları'nda, Shostakovich 'Testimony-Tanıklık Tutanağı-Zabıtları' adlı anılarında Rus halkının 20. yüzyılda yaşadıklarını anlattı... Yönetmen Stanley Kubrick'in oyuncu Kirk Douglas'la uyarlamak istediği 'Doktor Jivago' İngiliz yönetmen David Lean tarafından uyarlanmıştı...Omar Sharif'in Doctor Yuri Zhivago'yu canlandırdığı Anti Komünist film "Doctor Zhivago" (1965) Sovyetler Birliği'nde yasaklanarak sinemalarda hiçbir zaman gösterilmedi...Doctor Zhivago Fransa'da 9,817, 914, Kuzey Amerikada 110,615,755 , İspanya’da 6 milyon İsveç’te 1 milyon 800 bin kişiyi sinema salonlarına getirecekti... 'Doktor Jivago' filmi, beşer OSCAR ile Altın Küre ödülü kazanmış ve 1966 Cannes Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye için yarışmıştı...Yapımcılığını Sophia Loren’in kocası Carlo Ponti’nin, görüntü yönetmenliğini mesleklerinin en büyük ustalarından Freddie Young ile Nicolas Roeg’in üstlendiği “Doktor Jivago”, yılın en iyi dram filmi, yönetmeni, erkek oyuncusu (Ömer Şerif), senaryosu, özgün müziği dallarında Altın Küre, yılın en iyi senaryosu, görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni, giysi tasarımı ve özgün müziği dallarındaysa OSCAR ödülü elde edecekti... Sovyetler Birliği’nin (İmparatorluğun) yıkılmasında bir edebiyat ve sinema başyapıtının herkesten ve her şeyden büyük payı olmuştu…O eser 'Doktor Jivago (Zhivago)'ydu.Yahudi asıllı Rus yazar Boris Pasternak (1890-1960) Sovyetler Birliği dışına kaçırılarak ilk kez 1957’de İtalya’da yayınlanan romanının da etkisiyle 1958’de Nobel edebiyat ödülünü almıştı… Sovyetler Birliği’nde hemen yasaklanan (sakıncalı bulunan) 'Doktor Jivago' romanını son 67 yılda kara borsa aracılığıyla okumayan Rus kalmayacaktı.''Doktor Jivago' Sovyet Komünist Partisi’nin uygulamalarını yerden yere vurmaktaydı, Komünizme yöneltilmiş en ağır suçlamaları içermekteydi ve Lenin ile Stalin zamanı zulümlerini tüm dünyanın gözlerinin önüne serdiği için de varolmuş en güçlü anti-Komünist metne dönüşmüştü…Üstelik Leo Tolstoy’dan (1828-1910) ve Aleksandr Soljenitsin’den (1918-2008) sonraki en büyük Rus yazarlarından birinin elinden çıkmış bir edebiyat şaheseriydi… Öte yandan Komünizmi savunan hiçbir edebiyatçı “Doktor Jivago”nun yanına bile yaklaşabilecek bir esere imza atmayı başaramayacaktı... 'Doktor Jivago'nun beyazperde uyarlamasınıysa, yedi OSCAR ödüllü 'The Bridge on the River Kwai-Kwai Köprüsü' (1957’nin filmi Türkiye sinemalarına 1962’de geldi) ve yine yedi OSCAR ödüllü 'Lawrence of Arabia-Arabistanlı Lawrence'ın (1962’nin filmi Türkiye’de çok uzun yıllar yasaktı) harika yönetmeni İngiliz David Lean (1908-1991) gerçekleştirecekti... Sinema tarihinin gördüğü en büyük kusursuzluk arayıcısı olan David Lean “Doktor Jivago'yu Kanada, İspanya, Meksika ve Finlandiya’daki mekanlarda çekti; filmin son sahnesi İspanya ile Portekiz arasındaki Aldeadavila Barajı’nda çekildiğinden çekimlerde kullanılan ülke sayısı beşe çıkmıştı...'Doktor Jivago”nun yapım bütçesi 11 milyon dolara ulaşırken Larissa ('Lara') Antipova rolündeki Julie Christie’ye 120 bin dolar ödendi…”Lawrence of Arabia-Arabistanlı Lawrence”tan da sekiz bin İngiliz Sterlini alan Ömer Şerif, Doktor Yuri Jivago’yu canlandırdığı “Doktor Jivago”dan da aynı ücreti aldı... 'Doktor Jivago', Rusya’dan kaçarak dünyanın her tarafına dağılan Rus diasporasının da (milyonlarca insanın) verdiği destekle son altmış yılın en popüler sinema filmlerinden birine, tam bir sinema efsanesine dönüşecekti....'Doktor Jivago'nun 22 Aralık 1965 New York galasını, 26 Nisan 1966’daki Londra galası ve 5 -20 Mayıs 1966 tarihleri arasındaki Cannes Festivali gösterimi takip etti. 28 Aralık 1968’de Türkiye sinemalarına ulaşan 'Doktor Jivago', 1929’da Sovyetler Birliği’nden (Kırım’dan) Türkiye’ye göç eden/göç etmek zorunda kalan ve sonbahar 1944’te (1944 Türkiye’de girişimci patlaması yaşanan bir yıldı ve Yapı Kredi Bankası’nın da temeli o yıl atılmıştı) Ülker Grubu’nun temellerini atan Sabri Ülker’i de (1920-2012) etki alanına almayı başaracaktı; Sabri Bey filmde anlatılanlarla kendi hayatı arasındaki büyük paralellikleri hemen fark edecek ve bundan çok çok etkilenecekti…Sabri Ülker, bu muhteşem filme oğlunu (Murat Ülker) ve kızını (Ahsen Ülker Özokur) defalarca götürmek için kıymetli zamanını ayıracaktı…Oğul Murat Ülker için de her zaman en çok beğendiği film 'Doktor Jivago' oldu ve olmaya devam ediyor… Potemkin Zırhlısı filmi (1925) 1613-1917 arasında Rusya'yı yöneten Romanov hanedanının son üyesi Çar 2. Nicholas da kelimenin tam anlamıyla bir diktatördü...Robert Massie gibi tarihçilerin kitaplarında 2. Nicholas'nın iktidar ve emperyal hırsının, başka ülkeleri istila isteğinin, halkına düşünce özgürlüğü, sosyal adalet, fırsat eşitliği, şeffaf yönetim, hukuk devleti, tam demokrasi ve millet meclisi denetimini çok görmesinin, imparatora halkının taleplerini ileten bir dilekçe vermek isteyen masum insanların kitleler halinde katledilmesinin,yoksullara yiyecek ve içecek dağıtımlarının izdihama dönüşerek binlerce kişinin ezilerek ölmesinin, imparatorun kötü yönetiminin, Alman asıllı eşinin kuklası olmasının, ülkedeki derin yoksulluğa hiçbir çare aramamasının, 'itibardan tasarruf olmaz' diyerek hiç vazgeçmediği lüks yaşamının, 1904-1917 arasında Rus ordusunun Japonya ve Almanya karşısında aldığı ağır yenilgilerin ayrıntılarını okuyabilirsiniz...Nicholas 1917'de halk ayaklanmasıyla devrildi ve 1918'de idam edildi ; ancak 2. Nicholas'dan sonra Rusya'da Lenin, Trotsky, Stalin gibi yeni diktatörler mutlak hakimiyet kurdu... 1905'te Karadenizdeki Potemkin zırhlısındaki 600 Rus denizci Çarlık ordusunun kendilerine kurtlanmış, çürümüş sığır eti yedirmek istemesine karşı isyan ederek gemiyi ele geçirir ve Romanya'ya iltica eder... Rusya'da Diktatör size gıcıksa bu durum "hayatınız tehlikede" anlamına geliyor... Anti Komünist için öldürülenler: Amiral Alexander Kolchak Çarlık rejimini savunan anti Komünist orduları yönetti ve savaşta yenilerek 1920'de öldürüldü...22 milyon dolar harcanan Rus filmi Admiral'de (2008) Kolchak'ın hikayesi anlatıldı...Rusya iç savaşında (1917-1923) 10 milyon insan öldürüldü... 1921'de Kronstadt askeri üssünde askerler anti komünist bir isyan, kalkışma gerçekleştirdi...Ayaklanmayı bastıran subay olan Mikhail Tukhachevsky (1893-1937) Stalin'in kurbanlarından biri oldu... Leonid Andreyev (1871-1919) ' Kızıl Kahkaha-Bulunmuş Bir Elyazmasından Parçalar' adlı kitabın yazarıydı...Bu kitap hakkında: Andreyev’in Rusya’nın Rus-Japon Savaşı’ndan (1904) ağır bir yenilgiyle çıkmasının ardından kaleme aldığı Kızıl Kahkaha, savaşın akıl almaz mezalimi üzerine yazılmış en sarsıcı metinlerden biridir. Bir Rus subayının Mançurya’daki korkunç taarruz sırasında tuttuğu bölük pörçük günlük, onun ölümünden sonra savaşa katılmayan kardeşi tarafından tamamlanır. Genç subay kendi ordusunun mermilerine hedef olarak bacaklarını yitirmiştir. 'Kızıl Kahkaha” onun için yaralı, sakatlanmış, paramparça bedenlerin; “kanla kızıllaşan toprakların” simgesidir: “Dünya çıldırdığında böyle gülmeye başlar.' Savaş alanındaki vahşet, hem sonu gelmeyen yürüyüşün tükettiği askerleri hem de bütün bu acılar karşısında büyük bir acze düşen doktorları delirtmiştir. Subayın kardeşi savaşı dışarıdan izlese de ölümü ve acıyı kanıksayıp duyarsızlaşmış, o da tıpkı subay gibi akıl sağlığını yitirmiştir. Savaş öyle akıl dışı bir hale gelmiştir ki oğlunun korkunç bir ölümle can verdiğini gazetelerde okuyan bir ana, bir ay boyunca ondan mektup alır. Ölülere ölülerden mektup gelir. Kızıl Kahkaha, giderek toplu bir cinnete dönüşen savaşın yol açtığı muazzam yıkımın, altüst ettiği hayatların, insanlıktan çıkıp deliliğe sığınanların trajik öyküsüdür. Stalin’in kurbanları Stalin döneminde 1930-1933 yılları arasında Sovyetler Birliği genelinde, özellikle Kazakistan ve Ukrayna çiftçisinin tarım ve hayvancılık ürünlerine silah zoruyla el kondu, bunlar yabancı ülkelere satıldı; 15 milyon Rusya ve Ukrayna, Kazakistan vatandaşı açlıktan öldü...Diktatör Stalin rakibi olarak gördüğü Leon Trotsky'yi etkisiz hale getirmesine rağmen, ona gıcık olduğundan Trotsky İstanbul Büyükada'da sürgünde yaşarken öldürtmeyi planlatmış ve Meksika'dayken öldürtmüştü (1940)... Zinaida Nikolayevna Reich (1939’da öldürüldü) oyuncu Jakub Wajda (1940’ta öldürüldü) subay Vsevolod Meyerhold (1940’ta öldürüldü) tiyatro yönetmeni Mikhail Tukhachevsky (1937’de öldürüldü) general Dmitry Pletnyov (1941’de öldürüldü) doktor Leon Trotsky (1940’da öldürüldü) siyasetçi Stalin’in ikinci eşi Nadezhda Alliluyeva (1932’de, eşinin başka kadınlarla kendisini aldatmasından ve mutsuz evliliğinden dolayı intihar etti) Stalin 40.000’den fazla yüksek rütbeli Rus subayını onlara güvenmediğinden idam ettirdi…Bu idamları her öğrendiğinde Hitler mutluluktan dans ediyordu… Navalny (2022) filmi Yönetmen: Daniel Roher...13 Mart 2023'te yılın en iyi belgesel filmi dalında Oscar ödülüne layık bulundu...Navalny Rusya'ya tam demokrasi gelmesini isteyen Rusların en çok saygı duyduğu aktivist/ eylemciydi...Navalny önce zehirlendi; Almanya'da tedavi edilip ölümden döndürüldü...2024'te Rusya'da cezaevinde hayatını kaybetti...Kırım'ın ilhakı konusundaki görüşleri nedeniyle Ukraynalılar Navalny'nin Putin'in adamı olarak değerlendiriyor... Alina Polyakova, "Dünya çapında Navalny daima Putin'e karşı cesurca savaşan biri olarak görülüyor oysa Ukrayna'da Navalny, Rus milliyetçiliği ve emperyalizm zihniyetiyle uyumlu görülüyor" dedi. Putin'in kurbanlarından birkaçı: Rusya doğumlu çifte ajan 72 yaşındaki Sergei Skripal ve 39 yaşındaki kızı Yulia, 2018 yılında İngiltere Salisbury'de Putin'in yolladığı cellatlarca sinir gazı Novichok kullanılarak öldürülmeye çalışılmıştı . Onlar hayatta kaldılar, ancak 44 yaşındaki Dawn Sturgess, parfüm olduğunu düşündüğü zehirle temas ettikten sonra öldü. Putin'in cellatlarınca öldürülenler: Alexei Navalny........

© Akdeniz Gerçek


Get it on Google Play