100 yaşını kutlayan Cumhuriyet’in çok genel bir serüvenini, Türkiye’deki ana siyasi akımlar açısından değerlendirdiğim geçen haftaki yazımı şöyle bitirmiştim:

“Bir görüşe göre, Cumhuriyet’in geleceği yer zaten burasıydı. Bir başka görüşe göre, Cumhuriyet hâlâ bir sapma içinde ve yakın vadede demokratik bir uyanışla düzelecek.
Cumhuriyet’in üvey evlatları Kürtler, Aleviler ve azınlıklar açısından ise çok büyük bir değişiklik yok. Onu da haftaya konuşalım.”

Böyle bir vaatte bulunmasına bulundum ama bu da elbette bir köşe yazısına sığmayacak uzunlukta bir mesele. Azınlıklar, daha doğrusu azınlık hâline getirilmiş topluluklar açısından bakacak olursak, bu 100 yıl büyük sıkıntılarla geçti. Bu hafta zaten Taner Akçam’la ‘Yüzyıllık Apartheid’ başlıklı kitabından yola çıkarak yaptığımız söyleşinin ilk bölümünde bu sorunlara değiniyoruz. Yine de konuya birkaç cümleyle burada da değinmek gerekir.

Cumhuriyet’in çok çok büyük bir bölümü azınlıkların büyük hak ihlallerine uğradığı yıllar oldu. Seyahat ve devlet memuru olma yasakları, 1930’larda Ermenilerin Anadolu’da bir kez daha göçe tabi tutulması, 1934 Trakya Yahudi Pogromu, 1942 Varlık Vergisi, 1955 6-7 Eylül Pogromu, 1964’te Rumların sınır dışı edilmesi, 1974 sonrasında azınlık vakıflarının mülklerine el konması, ilk ağızda sayılabilir.

100 yıla damga vuran atmosfer de bunlar kadar önemli. Ermeni Soykırımı inkâr edilip, Ermenilerin haksızlığa uğradığı bile kabul edilmeyip, tam tersine “Ermeniler katliam yaptı” argümanının devlet ve tüm siyasi partiler tarafından yıllar boyunca tekrarlanmasıyla Ermenilere yönelik düşmanca bir tutum, toplumun önemli bir kesiminde kabul gördü.

Bu, bilinçli bir tutumdu. Ermeniler başta olmak üzere tüm azınlıkların ülkeden gitmesi, kelimenin gerçek manasıyla bir ‘ulus devlet’ yaratılması hedefleniyordu. Bütün bu süreçte istenen büyük oranda oldu ve Anadolu’da gayrimüslim nüfus kalmazken, kalan nüfus da gitgide eridi, insanlar yurtdışına göç etmeyi tercih ettiler. Velhasıl elimizde, konuşmaya, ses çıkarmaya çekinir hâlde birkaç bin azınlık kaldı.

AKP, geçen hafta da bahsettiğimiz bir tutumun devamı olarak, yukarıda saydıklarımızı hayata geçiren laik-ulusalcı cepheyle savaşırken, bu tarihi de bir ölçüde tersine çevirmek iddiasıyla azınlıklara yönelik görece hayırhah bir tutum benimsedi. El konan mülklerin bir kısmı iade edildi. AKP bu tutumu izlerken bir yandan da canlandırmaya çalıştığı ‘Osmanlıcı’ siyasetin etkili olduğu görülmekteydi.

Ancak ana tablo büyük oranda aynı kaldı. Azınlık kurumları devletin ve hükümetin büyük ve zaman zaman aba altından sopa gösteren denetimine tabi kalırken, ne Ermeniler ne de Rumlar, Yahudiler ve Süryaniler kendilerini özgür hissedebildiler.

Zaten bilhassa 2015 sonrasına damga vuran Türkçü-İslamcı siyasetler de (Ayasofya’nın camiye çevrilmesini burada hatırlamak gerekir) azınlıkları yine tedirginlik içinde yaşamaya sevk etti. Her şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğu belliydi.

Somut örneklere gelecek olursak, Türkiye Ermenileri açısından Patrik seçimini burada saymak gerekir. Bilindiği gibi, seçimde gelenek dışına çıkıldı ve Türkiye doğumlu ancak yurtdışında görevli adayların katılımı engellendi. Vakıflar dokuz yıl boyunca seçim yapamadılar, dokuz yılın sonunda gelen yönetmelik ise hayli sorunluydu. Ermeniler, Rumlar ve Yahudilerin devlet memuru olamayışı uygulaması hâlen sürüyor.Geçen yıl Ermeni toplumundan bir kişi kaymakam oldu ancak bu, olumlu bir gelişme olmakla birlikte, bir yandan da azınlıklara yönelik ayrımcılığın altını bir kez daha çizmiş oldu.

Tüm bunların ötesinde, Ermenistan’a yönelik düşmanca tutumun sürdüğünü de belirtmek gerekir. 2020 ve 2023 Karabağ savaşlarında Türkiye devletinin ve kamuoyunun büyük oranda ‘Ermenistan düşmanlığı’nı beslediğini ve büyüttüğünü hatırda tutmakta fayda var.

Türkiye’nin Azerbaycan’la dost olması anlaşılır bir şey ancak Türkiye bu savaşlarda düşmanlığı besleyen değil, izleyeceği daha serinkanlı bir tutumla yakınlaşmayı teşvik eden bir siyaset güdebilir, konumunu güçlendirebilirdi. Zira hep hatırlatıyoruz, Türkler ile Ermenilerin hukuku, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinden çok daha eskidir ve sorunlarla esaslı bir yüzleşme, gelecek için ümit doğurabilir.

Haftaya devam edelim.

QOSHE - 100 yaşındaki Cumhuriyet’e nereden bakmalı? (2) - Yetvart Danzikyan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

100 yaşındaki Cumhuriyet’e nereden bakmalı? (2)

8 0
03.11.2023

100 yaşını kutlayan Cumhuriyet’in çok genel bir serüvenini, Türkiye’deki ana siyasi akımlar açısından değerlendirdiğim geçen haftaki yazımı şöyle bitirmiştim:

“Bir görüşe göre, Cumhuriyet’in geleceği yer zaten burasıydı. Bir başka görüşe göre, Cumhuriyet hâlâ bir sapma içinde ve yakın vadede demokratik bir uyanışla düzelecek.
Cumhuriyet’in üvey evlatları Kürtler, Aleviler ve azınlıklar açısından ise çok büyük bir değişiklik yok. Onu da haftaya konuşalım.”

Böyle bir vaatte bulunmasına bulundum ama bu da elbette bir köşe yazısına sığmayacak uzunlukta bir mesele. Azınlıklar, daha doğrusu azınlık hâline getirilmiş topluluklar açısından bakacak olursak, bu 100 yıl büyük sıkıntılarla geçti. Bu hafta zaten Taner Akçam’la ‘Yüzyıllık Apartheid’ başlıklı kitabından yola çıkarak yaptığımız söyleşinin ilk bölümünde bu sorunlara değiniyoruz. Yine de konuya birkaç cümleyle burada da değinmek gerekir.

Cumhuriyet’in çok çok büyük bir bölümü azınlıkların büyük hak ihlallerine uğradığı yıllar oldu. Seyahat ve devlet memuru olma yasakları, 1930’larda Ermenilerin Anadolu’da bir kez daha göçe tabi tutulması, 1934 Trakya Yahudi Pogromu, 1942 Varlık Vergisi, 1955 6-7 Eylül Pogromu, 1964’te Rumların sınır dışı edilmesi, 1974 sonrasında azınlık vakıflarının mülklerine el konması, ilk ağızda sayılabilir.

100 yıla damga vuran atmosfer de bunlar kadar önemli. Ermeni........

© Agos


Get it on Google Play