menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ateistlerin Sorduğu Sorular ve Cevapları

20 1
10.12.2025

“Tanrı’yı Kim Yarattı?” Her Şeyin Bir Sebebi Varsa Tanrı’nın Sebebi Nedir ? Sorusu

Felsefi Analiz: “Tanrı’yı kim yarattı?” sorusu, ilk bakışta zekice bir itiraz gibi görünse de aslında büyük bir kategori hatası içerir. Bu itirazın dayandığı varsayım şudur: “Eğer her şeyin bir nedeni varsa, Tanrı’nın da bir nedeni olmalı. Eğer Tanrı’nın bir nedeni yok diyorsanız, evrenin de olmayabilir.” Burada ince bir çarpıtma vardır. Teist argümanlar, “her şeyin sebebi vardır” demez; aksine “başlangıcı olan her şeyin bir sebebi vardır” veya “maddi aleme ait her şeyin sebebi vardır” der. Tanrı kavramı ise ezeli ve başlangıcı olmayan bir varlığı ifade eder. Zaten Tanrı dediğimiz varlık yaratılmış olsaydı, O artık “Tanrı” olmaz, ondan önce bir Tanrı aramak gerekirdi. Yani mantıken Tanrı, “kendisini başka bir varlık yaratmamış olan” varlık demektir. Felsefede bu, “zorunlu varlık” kavramıyla açıklanır: ‘’Varlığı zorunlu olan, yokluğu düşünülemeyen, ezeli-ebedi bir varlık.’’ Bütün diğer varlıklar ise mümkün varlıklardır, yani var olmayabilirlerdi ve varlıklarını zorunlu kılacak bir özellikleri yoktur. Bu sebebi geriye doğru sonsuza dek zincirleme götüremeyiz, çünkü bu durumda hiçbir halka aslında var olamazdı. O halde zinciri başlatan bir ilk halka (nedenlerin nedeni) olmak zorundadır. Tanrı’yı da başka bir Tanrı yaratmak zorundaysa o artık ilk halka olamaz. Bu mantık bizi saçma bir şekilde sonsuz Tanrılar silsilesine götürür. Yani “Tanrı’yı kim yarattı?” sorusu, sorulabilecek makul bir soru değildir. Tanrı tanım gereği yaratılmamıştır. Ateist bu noktada “Siz de evren için aynı şeyi diyemez miydiniz, evren ezelidir diyemez miyiz?” diye sorabilir. Tarih boyunca bazı filozoflar evrenin ezeli olduğunu savunmuştur. Ancak modern bilim evrenin ezeli olmadığını (zamanın geçmişte bir başlangıcı olduğunu) gösterdiği için bu argüman çürümüştür. Dahası, evrenin yapısı gereği değişim, entropi vb. süreçler ezeli bir maddi yapıyı desteklemez. Bir başlangıç gerekir. Ya “her şeyin sebebi yok, bazı şeyler nedensiz oluveriyor” diyeceğiz ki bu aklı terk etmektir; ya da “bir ilk neden var, o da kendisi nedensizdir” diyeceğiz ki aklın yolu budur. Tanrı inancı ikinciyi seçer. Bu durumda “Neden evren ilk neden olamıyor da Tanrı olmak zorunda?” denirse, şöyle cevap verilir: Evren, yapısı itibariyle geçici ve sonlu parçaların toplamıdır; enerji dönüşümleri, fizik kanunlarına bağımlılık gösterir. Yani evrenin “kendi kendine yeterli” bir varlık olmadığı aşikârdır. Tanrı ise zaten “kendi kendine yeterli” olandır, var olmak için başka hiçbir şeye muhtaç değildir. “Tanrı’yı kim yarattı?” sorusu, mantıksal bir safsata barındırır çünkü sonsuz ve ezeli varlığın başlangıcını sormaktadır. Başlangıcı yoksa, “onu kim başlattı?” demek çelişkilidir. Bir benzetmeyle: Matematikte sonsuz bir doğru parçasının başı veya sonu yoktur; “Bu sonsuz doğrunun başı nerede?” diye sormak anlamlı olmaz. Tanrı da zamanın ve sebep-sonuç zincirinin ötesinde, bu zinciri başlatandır. O halde ateistin “Her şeyin sebebi olmalı, Tanrı’nın da olmalı” itirazı yanlış bir öncül kullanmakta ve Tanrı’yı evrendeki varlıklardan biri gibi düşünmektedir. Halbuki Tanrı, varlık kategorilerinin üzerinde olan bir zorunlu Varlıktır. Bu temel anlaşıldığında, “Tanrı’yı kim yarattı?” sorusunun cevabı netleşir: Tanrı yaratılmamıştır, O ezelidir.

Bilimsel Perspektif: Bilimsel açıdan bu soru çok gündeme gelmez, çünkü Tanrı bilimsel bir hipotez olarak ele alınmaz. Ancak bilim, evrenin bir başlangıcı olduğunu ve madde ve enerjinin korunumu gibi prensiplere rağmen bu başlangıçta tüm enerjinin ortaya çıktığını söyler. Madde ve enerjiyi yaratan neydi sorusu, bilimin sınırının dışında kalır. Bazı kozmologlar kuantum mekaniğine yaslanarak “evren kendi kendine yaratıldı” deseler de bu bilimsel bir bulgu değil, yorumdur. Kuantum mekaniğinde, “kendiliğinden parçacık oluşumu” dediğimiz olay aslında kuantum alanlarının varlığını gerektirir. Yani mutlak manada “hiç yokken var oldu” diye bir gözlem yoktur; sadece bir sistem içinde beklenmedik ortaya çıkışlar vardır. Evrenin yoklukta bir kuantum olayıyla oluştuğunu iddia etmek, aslında “yokluk yoktur, her zaman bir kuantum yasalar sistemi vardır” demektir. Bu ise kendi içinde Tanrı’ya benzer bir “hep var olan fizik” varsaymayı gerektirir. Yani ateist açıklama, ilahi bir varlık yerine ilahi bir yasa koymuş olur ki bu yasa neden var onu da açıklamaz. Bilimin bulguları, evrenin ortaya çıkışı için son derece hassas şartlar gerektiğini de gösterir. Büyük Patlama’nın ilk anında, maddenin ve anti maddenin dengesi, genişleme hızı vs. gibi sayısız parametre tam “ayarlı” değerler almazsa evren birkaç saniye bile var olamaz, yıldızlar oluşamazdı. Bu ince ayar olgusu karşısında, ateist bilim insanları “tesadüf” veya “çoklu evren” dese de, bu bir bilimsel mecburiyetten ziyade felsefi bir boş tercihtir. Çünkü bilimin kendisi, bu parametrelerin neden o değerde olduğunu açıklamaz ve sadece öyle olduğunu ölçer. 20. yüzyılda Big Bang teorisi kabul görüp evrenin başlangıcı ispatlanınca, ateist bilimciler büyük rahatsızlık duydular. Hatta başlangıcı kabullenmemek adına buna ciddi bir direnç gösterdiler. Çünkü bir başlangıç, ister istemez başlangıç öncesini ve nedenini düşündürür. Günümüzde pek çok kozmolog, felsefi soru sormadan sadece modellemeyi seçer. Bu bilimsel bir tavır olarak anlaşılabilir; bilim “Tanrı’yı” denklemine koymaz.: Bilim, evrenin nasıl oluştuğu konusunda ne kadar başarılı bir teori getirirse getirsin, o teorinin ilkelerini, yasalarını ve imkânını sağlayan üst bir düzen fikri her zaman olacaktır. Teoriyi ve yasaları kim koydu? diye bir üst basamak belirir. Görüldüğü gibi, bilimsel bilgi çoğaldıkça Tanrı’nın lüzumu azalmaz aksine evrenin başlangıcı fikri güçlendikçe bir İlk sebep ihtiyacı belirginleşir. Matematikçi yazar G. K. Chesterton’ şöyle der “Ateistler her şeyin izahını ararken, aslında hiçbir şeyin izahını bulamıyor; çünkü ilk açıklamayı reddediyorlar.” Gerçekten de evrenin niçin var olduğuna dair bilimsel bir açıklama imkansızdır

Kur’an’ın Cevabı: Kur’an-ı Kerim, “Tanrı’yı kim yarattı?” gibi bir soruyu dolaylı da olsa cevaplayan ilahi öğretide bulunur. Öncelikle Allah’ın “evvel” (ilk) ve “âhir” (son) olduğu bildirilir: “O, ilktir ve sondur, zâhirdir ve bâtındır; O, her şeyi bilendir.” (Hadîd 57:3). Yani Allah’tan önce hiçbir şey yoktu, Allah’tan sonra da yok olmayacaktır. Bu ezeli ve ebedi oluş, Allah’ın zatî sıfatıdır. Başka bir ayette O’nun Samed olduğu söylenir (İhlâs 112:2). Samed, “Her şeyin muhtaç olduğu ama kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan” demektir. Yaratılmış olmak bir ihtiyaçtır; var olmak için bir yaratıcıya muhtaç olmak demektir. Allah ise Samed’dir, asla böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. Kur’an’da müşriklerin putları için “Onları ne biz yarattık ne de kendileri kendilerini yarattı” gibi ifadeler geçer. Bu, yaratılmak ile yaratıcı olmak arasındaki kesin ayrımı gösterir: Putlar yaratılmıştır ve dolayısıyla sahte ilahlardır; Allah ise yaratılmış değildir, O’dur Yaratıcı. Ayrıca, Kur’an “Allah bir çocuk edindi” gibi inançları reddederken mantıken bunun Allah’ın ezeliyetine ve yüceliğine aykırı olduğunu belirtir: “O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyin olmasını diledi mi ona sadece ‘Ol’ der, o da oluverir.” (Bakara 2:117). Yani Allah hiçbir şekilde doğmuş, türemiş değildir; aksine her şey O’nun “Ol” emriyle var olmuştur. Özellikle İhlas Suresi, Allah’ın doğmamış ve doğurmamış olduğunu kesin bir dille ilan eder: “O doğurmamıştır, doğurulmamıştır.” (İhlâs 112:3,). Zaten yaratılmış olsaydı Allah olmazdı. Kur’an ayrıca Allah’ın Vahid ve Ehad olduğunu (bir ve benzersiz) söyler. Eğer “Tanrı’yı yaratan bir Tanrı” düşünülseydi, iki ilah söz konusu olurdu ki Kur’an çok ilahlılığın saçmalığına da değinir: Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, kesinlikle ikisi de fesada uğrardı (düzenleri bozulurdu)…” (Enbiyâ 21:22). Bu ayetten çıkan bir anlam da şudur: Gerçek ilah tektir, O’nun üstünde başka bir güç ilah yoktur aksi halde kainatta birlik ve düzen kalmazdı. Bir ilah diğerini yaratmış olsaydı, yaratılan ilah aciz olurdu; aciz varlık da ilah olamaz. Demek ki ilah ancak kendi varlığı zatî olan (kendisinden olan), başkasına bağlı olmayan varlık olabilir. Allah’ın zatı gereği var olduğunu, Vacibü’l-Vücud (varlığı zorunlu) olduğunu anlıyoruz. Kur’an’da Allah kendini “Kayyum” olarak tanıtır: “Allah, O’ndan başka ilah yoktur, Hayy’dır (diri), Kayyum’dur (varlığı kendi zatıyla kaim, her şeyi ayakta tutan)…” (Bakara 2:255). “Kayyum” ismi, Allah’ın varlığı için hiçbir şeye ihtiyaç duymadığını, aksine her şeyin O’na muhtaç olduğunu ifade eder. Bu da yine “Onu kim var etti?” sorusunun anlamsızlığını ortaya koyar.

Felsefi Analiz: “Kötülük problemi” olarak bilinen bu itiraz, ateistlerin teizme yönelttiği en güçlü argümanlardan biri kabul edilir. Özünde şu iddia yatar: “Eğer Tanrı mutlaka iyi merhametli, adil ve mutlak güçlü ise, dünyada masumların acı çekmesine, büyük kötülüklere izin vermezdi. Ama dünyada çok kötülük var; öyleyse Tanrı ya iyi değil, ya güçlü değil ya da hiç yok.” Bu argüman ilk bakışta duygusal ve mantıksal bir kuvvet taşır. Dayandığı varsayım, kötülüğün bütünüyle anlamsız ve gereksiz olduğudur. Yani her gerçeğin “iyi” Tanrı, hiç kötülüğün olmadığı bir dünya yaratmalıydı. Peki bu çıkarım gerçekten zorunlu mu? Felsefi açıdan yaklaşınca, birkaç noktayı açığa kavuşturmak gerekir. Birincisi, “kötülük” dediğimiz kavram aslında iyiliğin eksikliği veya bozulması olarak tanımlanır. Mutlak anlamda bir “kötülük” öz varlık değildir; örneğin körlük “kötüdür” deriz ama körlük karanlığın yani görme nimetinin yokluğudur. Aynı şekilde ahlaki kötülük de, insanın fıtratındaki iyilik olgusunun çiğnenmesidir. Evrendeki kötülükleri konuşurken aslında iyi olması gereken bir düzen fikrine göre yargılama yaparız. Eğer ortada hiç Tanrı ve mutlak iyi fikri olmasa, “kötülük” diye bir kavramdan da söz edilemezdi ki. Her şeyiyle kaotik bir doğa olurdu. Ateist bakış, iyinin ve kötünün objektif bir anlamı olmadığını savunma eğilimindedir. Ama garip biçimde kötülük problemini dile getirirken, sanki mutlak bir adalet standardı varmışçasına Tanrı’yı suçlar. Bu bir çelişkidir. Eğer Tanrı yoksa, hiçbir şey “haksız” ya da “kötü” değildir, sadece olup bitiyordur. Eğer gerçekten haksızlık diye bir şey varsa, bu zaten ilahi bir ahlak yasasına işaret eder. İkinci önemli nokta, insanın iradesi meselesidir. Teizme göre Tanrı insanı özgür iradeli bir varlık olarak yaratmıştır. Özgür irade, iyiyi kendi tercihinle seçebilme imkânını içerir bu da ister istemez kötüyü seçebilme ihtimalini beraberinde getirir. İnsanların birbirine ve kendine kötülük yapabilmesi, onlara verilen özgürlük sayesinde mümkün olmuştur. Bu noktada ateist şöyle diyebilir: “Tanrı özgür irade vermeseydi ya da kötülüğü imkânsız kılsaydı daha iyi olmaz mıydı?” Bu soru, insanı robotlaştırmayı önerir.

Zorunlu iyilik aslında ahlaki değere sahip değildir. bir programın hiç hata yapmaması iradesiz bir iyilik mekaniği olurdu. Gerçek sevgi, gerçek iyilik özgür tercihle anlam kazanır. Dolayısıyla kudretli bir Tanrı’nın, daha üstün bir plan uğruna dünyada kötülüğe izin vermesi akla aykırı değildir. Üçüncü nokta, kötülüğün amacı ve geçiciliği üzerinedir. Teizme göre bu dünya, ebedi ve mükemmel bir yer değildir; bir imtihan meydanıdır. İmtihanın manası ise zorluklarla, çelişkilerle ve evet kötülük imkanlarıyla yüzleşmektir. Tanrı, kötülükleri şu an engellemiyor gibi görünse de, bu asla ve asla onları onayladığı anlamına gelmez. İlahi adalet kavramı, hesabın bu dünya ile sınırlı kalmadığını söyler. Ebedi bir ahiret inancı olmadan kötülük problemini çözmek gerçekten zordur çünkü birçok zalim cezasını çekmeden ölüyor, birçok mazlum da hakkını alamadan bu dünyadan göçüyor. Eğer ahiret yoksa, gerçekten de kainat büyük bir adaletsizliğe sahne olmuş olur. Ama Tanrı inancında, tam da bu nedenle ahiret vardır: Tüm haksızlıklar sonunda telafi edilecek, her ruh hak ettiğini bulacaktır. Bu tarz olumsuzluklar acı ve kötülük, sabır, şefkat, cesaret, fedakarlık gibi üstün değerlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Hiç acı çekmemiş, hiç zorluk görmemiş biri merhameti, dayanıklılığı, yardımseverliği ne kadar takdir edebilir? Hatta kişisel gelişimimiz de hep mücadelelerle olur. Bir bakıma “kötülük” dediğimiz olgular, iyi değerin ortaya çıkması için kontrast rolü oynar. İnsani kötülükler (savaş vs) doğal kötülükler (deprem, hastalık vs.) ise insanları düşünmeye, yardımlaşmaya, geçici hayatı anlamaya sevk eder. Elbette bunlar acıyı tamamen ortadan kaldırmaz, ama acının anlamlı olabileceğini gösterir. Ateist, kötülüğün hiçbir anlamı olmadığını, tamamen saçma olduğunu söyler; bu da aslında hayatın saçma olduğu yönündeki kendi inancından ileri gelir. Teist ise her acının bir hikmeti olabileceğine ve nihai hesapta hiçbir haksızlık kalmayacağına güvenir. Ayrıca belki de bir olay kötü gibi görünür ama sonucunda çok hayırlı gelişmelere yol açacaktır. Tüm........

© Adil Medya