Devlet ve din işlerinin birbirinden tamamen ayrılması olarak 5 Şubat 1937 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına giren laiklik devrimi Anayasamızın 174’üncü maddesi ile diğer devrim kanunları gibi Anayasal güvence altına alınmıştır. Bu devrimlerin korunması Atatürk tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne emanet edilmiştir.

Atatürk: Politika dünyasında birçok oyunlar görülür. Fakat kutsal bir ülkünün sonucu olan Cumhuriyete, çağdaş davranışa karşı cahillik ve bağnazlık her çeşit düşmanlık ayağa kalktığı zaman, özellikle ilerici ve Cumhuriyetçi olanların yanıdır. Yoksa gericilerin umut ve çaba kaynağı olan yer değildir. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak, insan için yeterlidir.

Atatürk: Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur. Türkiye’de bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur, buna müsaade edilemez.

Atatürk: Tekkeler kesinlikle kapatılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti her alanda aydınlatmalarda bulunacak güce sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin aydınlatmasına muhtaç değiliz. Uygarlık, ilim ve bilimden güç alıyoruz, başka şey tanımıyoruz.

Atatürk: Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din kisvesi altındaki dinsizlikten ve melunluktan gelmiştir.

Atatürk: Arkadaşlar, efendiler ve ey millet; iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, yamaklar ve deliler memleketi olamaz. En doğru gerçek yol uygarlık yoludur.

Atatürk: Yobazlar devletten yüz bulamadıkları dakikada kandillerinin yağı tükenir. Çünkü milletimiz, hiçbir surette bağnazlıktan hoşlanmaz.

Bugün; Yobazlar devleti yönetenlerden yüz buldukları için kandillerine yağ koyup hilafet ve şeriat isteriz diye yola dökülmüşlerdir.

Ülkemiz Cumhuriyet döneminin en derin ve en uzun süreli krizini yalamaktadır. Son yirmili yıllarda ülkemiz her alanda, Cumhuriyet değerlerinde ve ulu önder, büyük lider Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerinden uzaklaştı ve içi boşaltıldı. Bunlardan biride laikliktir.

Dini inançların devlet yönetiminden uzaklaştırılması, siyasi karar alma sürecinde rol oynamaması esasına dayanan laiklik ilkesinin uygulama alanı bulamamasından milletimiz yüzyıllar boyunca çok zarar görmüş; bilim yolunda gelişme ve ilerlemesi geri kalmış; devlet yönetimi ile özdeşleşen din adamları, Osmanlının son döneminde giderek güçlenmiş, çağdaş düşüncenin önüne engeller koyarak Cumhuriyetin ilk yıllarında da varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır.

Hiç şüphesiz Atatürk devrimlerinin en önemli öğesi laikliktir. "Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse, hiçbir kimseyi ne bir din ne de bir mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiçbir zaman siyaset aracı olarak kullanılamaz." diyen Atatürk, dinin siyasetten ve devlet işlerinden uzaklaştırılmasını ve vicdanlardaki yüksek yerini korumasını amaçlamış, çağdaş Cumhuriyet’ de dinin her türlü hesap ve çıkardan uzak tutulmasını ilke edinmiştir. Ancak, bugün din tekrar devlet yönetiminde temel referans olmuştur. Bunla birlikte dinde sapma ve yol ayrımının temel göstergelerinden bir olan cemaatler, bunu fırsat bilerek devlet yönetimine hâkim olmuşlar, siyasette, ticarette ve eğitimde kendilerine özgü bir sınıf oluşturmuşlardır. Dinde sapma ve yol ayrımının temel nedenlerinden biri olan cemaatler emperyal güçlerinde iş birliğiyle devlet yönetiminin her alanına hâkim olmuşlardır. Tüm atama, yükselmenin hatta devlet ihalelerinden yararlanmanın temel kriteri cemaatler olmuştur.

3 Mart 1924 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ nde 431 Sayılı Yasa ile kaldırılan halifelik, yani “Kutsal Kitap Devleti”, başka bir deyişle “Din ve Şeriat Devleti” açık ya da sinsi akımlarla örgütlenerek diriltilmek istenmiş, bilim ile din karşı karşıya getirilmiş, fakat galip gelen bilim olmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ ndeki bu devrimci yaklaşım hiç şüphesiz halk egemenliğini esas almış, ortaçağ karanlığında kalan bir toplumu aydınlığa çıkarmıştır.

3 Mart 1924 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ nde üç yasa görüşülmüş ve onaylanmıştır. Bunlardan birincisi, bugünkü anlamına “Din Bakanlığı” veya “Şeriat Bakanlığı” olarak adlandırılabilecek, laik ve demokratik bir devlette yeri olmayan “Şer’iye ve Efkaf Bakanlığı” nın kaldırılmasıdır. Diğer ikisi ise “Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu” nun kabulü ve hilafetin kaldırılmasıdır. Ayrıca bu tarihte Osmanlı hanedanının ve Osman Oğullarının yurt dışına çıkarılması yasası da meclisten geçmiştir.

3 Mart 1924 tarihi halifelik kurumunun kaldırılması ile, dinin devletten kesin olarak ayrıldığı gündür. Ancak, bugün yeniden devlet yönetiminde hakim kılınmaya çalışılmaktadır.

O günkü koşullarda; tüccarlar, tefeciler, öşürcüler, çiftlik kâhyaları gibi çıkar gruplarının savunduğu halifelik düzeni, açıkça görülmektedir ki, belirli sömürge düzeninin Tanrısal örtüsü haline gelmişti. Büyük önder Atatürk’ün açtığı yolda Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yavuz Sultan Selim’den bu yana hüküm süren 407 yıllık bir din ve şeriat devletini yıkarak, yerine çağdaş bir Türk devletini kurmuştur. Bugün ise aynı çıkar grupları adları değişmiş olsa da Cumhuriyet öncesi sürecin özlemi içindeler.

Atatürk zamana ve akla uymayan, eskiyen hukuk kurallarını bir yana bırakarak devleti laikleştirmiştir ama islamiyetin inanç ve ibadete dayanan kurallarına hiç dokunmamıştır.

O gün din elden gidiyor diye bağıranların çığlığı dinin elden gitmesi değil, çıkarlarının elden gitmesiydi. Halifelik din devletinin örtüsünde gizlenmiş bir çıkarlar düzeni haline gelmişti. Aslında halife; ağanın, derebeyinin, kâhyanın, tefecinin, dükkancının, din adamının… yani islam dininin değil, bütün ortaçağ egemenlik düzeninin halifesiydi. Ülkemiz bugün yol ayrımındadır. Ya yeniden ortaçağ karanlığına ya da güçlü bir parlamenter sistem ile bütçe hakkının bir gereği olarak halk egemenliğine karar vereceklerdir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi halifeliği halkın uyanışına ve devrim gücüne dayanarak kaldırmıştır. Devrim halk adına, halk egemenliği adına, şeriat devletini yıkmak, uyanmamış, bilinçlenmemiş, yüz yıllarca sömürülmüş, özgürlüğünü yitirmiş, baskı altında yaşamış toplum adına yapılmıştır

Atatürk, dinin siyaset aracı olarak kullanılmasının sakıncalarını şu sözleriyle dile getirmiştir: "Masum halka beş vakit namazdan başka, geceleri de namaz kılmayı vaaz etmek ve öğütlemek, belki de ömründe hiç namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vâki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?".

Atatürk'ün yıllarca önce söylediği bu sözler, Türkiye’nin kalkınmasının imam hatip okullarından beklendiği, dinsel devletin, öğretimde, eğitimde ve siyasette temel düzenleyici olarak sunulduğu bu günlerde ne kadar düşündürücüdür.

Laiklik dinsizlik olmadığı gibi tam aksine, çıkarcı kimselerin milleti din adına sömürmelerine karşı çıkmak, zamana ve akla uymayan bazı hukuk kurallarını geride bırakmak; dini insanların vicdanına teslim etmektir.

Laiklik, Tanrıya yönelmede insanı, ülke yönetimine ve dünya sorunlarına yönetmede devleti özgür bırakmak demektir. Ne devlet insanı belirli bir dinsel yöneliş için zorlayabilir ne de insan ya da insan toplulukları devleti dinsel anlayışa, baskıya zorlayabilir.

Türkiye Cumhuriyeti yalnızca emperyalizm ile değil, aynı zamanda cehalet ve hurafecilik ile savaşarak kurulmuştur; istiklal savaşının ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin anlamı budur.

Fakat, Cumhuriyet devrimlerinin üstünden geçen bu uzun zamana rağmen, çağdaş, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile laiklik karşıtları arasındaki savaş bugün de devam etmektedir. Ortaçağ karanlığında kalmış zihniyetler Türkiye Cumhuriyeti Devletini islam devletine dönüştürmeye, anayasayı da Kur’an-ı Kerim yapmaya ve şeriati egemen kılmaya çalışmaktadırlar.

Laiklik dine değil, bilgisiz ve çıkarcı kimselerin milleti din adına sömürmesine karşı çıkmak, devlete hukuk ve bilimin yön vermesini amaçlamaktır. Atatürk devrimlerine ve tam bağımsızlığa savaş açmak, Türkiye Cumhuriyeti devletine savaş açmaktır. Anadolu güneşinin halkça, insanca düzeni yeniden kuruluncaya dek laiklik mücadelesi güçlü parlamenter sistem ile birlikte çağdaş demokrasinin zaferi olacaktır.

QOSHE - Anadolu güneşi yeniden doğacak: Laiklik - Prof. Dr. Duran Bülbül
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Anadolu güneşi yeniden doğacak: Laiklik

22 5
05.02.2024

Devlet ve din işlerinin birbirinden tamamen ayrılması olarak 5 Şubat 1937 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına giren laiklik devrimi Anayasamızın 174’üncü maddesi ile diğer devrim kanunları gibi Anayasal güvence altına alınmıştır. Bu devrimlerin korunması Atatürk tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne emanet edilmiştir.

Atatürk: Politika dünyasında birçok oyunlar görülür. Fakat kutsal bir ülkünün sonucu olan Cumhuriyete, çağdaş davranışa karşı cahillik ve bağnazlık her çeşit düşmanlık ayağa kalktığı zaman, özellikle ilerici ve Cumhuriyetçi olanların yanıdır. Yoksa gericilerin umut ve çaba kaynağı olan yer değildir. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak, insan için yeterlidir.

Atatürk: Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur. Türkiye’de bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur, buna müsaade edilemez.

Atatürk: Tekkeler kesinlikle kapatılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti her alanda aydınlatmalarda bulunacak güce sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin aydınlatmasına muhtaç değiliz. Uygarlık, ilim ve bilimden güç alıyoruz, başka şey tanımıyoruz.

Atatürk: Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din kisvesi altındaki dinsizlikten ve melunluktan gelmiştir.

Atatürk: Arkadaşlar, efendiler ve ey millet; iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, yamaklar ve deliler memleketi olamaz. En doğru gerçek yol uygarlık yoludur.

Atatürk: Yobazlar devletten yüz bulamadıkları dakikada kandillerinin yağı tükenir. Çünkü milletimiz, hiçbir surette bağnazlıktan hoşlanmaz.

Bugün; Yobazlar devleti yönetenlerden yüz buldukları için kandillerine yağ koyup hilafet ve şeriat isteriz diye yola dökülmüşlerdir.

Ülkemiz Cumhuriyet döneminin en derin ve en uzun süreli krizini yalamaktadır. Son yirmili yıllarda ülkemiz her alanda, Cumhuriyet değerlerinde ve ulu önder, büyük lider Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerinden uzaklaştı ve içi boşaltıldı. Bunlardan biride laikliktir.

Dini inançların devlet yönetiminden uzaklaştırılması, siyasi karar alma sürecinde rol oynamaması esasına dayanan laiklik ilkesinin uygulama alanı bulamamasından milletimiz yüzyıllar boyunca çok zarar görmüş; bilim yolunda gelişme ve ilerlemesi geri kalmış; devlet yönetimi ile özdeşleşen din adamları, Osmanlının son döneminde giderek güçlenmiş, çağdaş düşüncenin önüne engeller koyarak Cumhuriyetin ilk yıllarında da varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır.

Hiç şüphesiz Atatürk devrimlerinin en önemli öğesi laikliktir. "Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse, hiçbir kimseyi ne bir din ne de bir mezhep kabulüne zorlayabilir. Din........

© 12punto


Get it on Google Play