Eskiden hormonlu büyüme diyorduk. Sanırım 2005 yılı idi. Yine ekonomimiz şahane büyüyor propagandası altında, az sayıda iktisatçı, “Bu büyüme inşaata ve ithalata dayalı. Sürdürülebilir bir büyüme değil, bu büyüme hormonlu” diyorduk. Ben son altı, yedi yıldır “Hormonlu Büyüme” tanımlamasından, “Zehirli Büyüme” tanımlamasına geçtim.

Aradaki fark nedir dersek… Hormonlu büyüme yıllarında, büyüme her ne kadar sürdürülebilir olmasa da, toplumun belirli kesimleri refah artışından payını alabiliyordu. Tabi ki, emekçiler ve çiftçiler hariç. Ancak 2015 yılına kadar olan dönemde emek gelirleri ile çiftçi gelirlerinin milli gelir içindeki payı gerilese de, bu kesimlerde mutlak bir yoksullaşma da yaşanmadı. Bunun nedeni, bu dönemde ucuz ithalatla artan tüketim harcamalarından, bu iki sınıfın pay almasıdır. Ancak bu tüketim artışının kaynağı, gelir artışı değil tüketici kredileriydi. Buna emekçi kesimin kredi kartları ile finansal sistemin içine kredi müşterisi olarak çekilmesi, afyona alıştırılması demek de mümkündür. 2016’dan itibaren ise emek gelirlerinde reel olarak sert düşüşler, yüzde 15-25 seviyesinde kayıplar ve mutlak yoksullaşma başladı. Sermayenin aldığı pay yüzde 10. 6 arttı. (Prof. Dr. Korkut Boratav, AKP İktidarı ve Öncesi Ekonomik Bilanço. Haber Sol, 14.04.2023 yazısından kısa bir özet)

Korkut Boratav Hocanın tespiti net. 2015’e kadar olan dönemde, işçi ve çiftçiler, milli gelirden aldıkları payı az da olsa kaybettiler ama artan cari açıkla finanse edilen tüketimden “borçlandırılarak” faydalandırıldılar. Daha sonraki yıllarda artan gelir kayıplarına ek olarak borçlandırılarak gelinen yoksullaşma sürecinde emekçi kesimler, şimdi birden çok kredi kartı ile “Ali’nin külahı Veli’ye, Veli’nin külahı Ali’ye” yöntemiyle ay sonunu getirmeye çalışıyor. Şimdilerde, Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası da yönetemedikleri bütçe açıklarına ve bastıkları karşılıksız paralara bakmadan, dar gelirli kesimin kredi kartı harcamalarını enflasyonun nedeni olarak görüyor.

2015’li yıllardan sonra, ekonomideki yoksullaşma, sadece emek kesimleri ile de sınırlı kalmadı, ekonominin bütünü, “ekonomi büyüdükçe” borç batağına girdi. Normal şartlarda bir ekonominin büyümesi, refah artışı getirir, zenginleşme getirir. Ancak bizde ekonomi büyüdükçe, toplumun çok küçük bir kesimi hariç, yoksullaşmaya tanık oluyoruz. Ülkenin dış borçları, kamu kesiminin borç yükü, hane halkının borçları artıyor, toplumun önemli bir kesiminin reel gelirleri düşüyor, küçük bir azınlığın geliri artıyor. TÜİK’in gelir ve yaşam koşulları istatistiklerine göre, 2022 yılında nüfusun yüzde 80’inin geliri azaldı, yüzde 15’i gelirini koruyabildi, sadece yüzde 5’i gelirini artırdı. Ekonomi büyüdükçe genel olarak borcumuz artıyorsa ve fakirleşiyorsak, o büyüme artık “Hormonlu Büyüme “ değil kanser hücreleri gibi “Zehirli Büyüme”dir.

Büyümeye ilişkin veriler, aynı zamanda ekonominin ne kadar istikrarsız ve hastalıklı olduğunu da gösteriyor.

Ekonomik faaliyetlere göre büyümeye baktığımızda, yüzde 9’la bankacılık ve sigortacılık sektörü lokomotifi çekiyor. Negatif reel faiz ve KKM risklerinin devlete yüklenmesi nedeniyle bankacılık sisteminin karlarının patladığı herkesin malumu.

İnşaat sektöründeki yüzde 7.8’lik büyüme göze çarpıyor. Tipik bir AKP klasiği. Ancak bu sene deprem nedeniyle inşaat sektöründeki artışları normal karşılayabiliriz.

Tarımda binde 2’lik bir gelime var. Büyümenin ve istihdamın dinamiği olması gereken sanayi kesimindeki büyüme ise binde 8’de kalıyor.

Harcama yöntemi ile büyümeye baktığımızda manzara şu: Yüzde 12.8 ile hane halkı tüketim harcamaları ile yüzde 11.7’lik ithalat artışı büyümenin itici gücü olmuş. Hastalığın göstergesi ise büyümeyi tüketimin körüklemesine karşılık, sanayi üretiminin sadece binde 8 artması, tarım üretiminin gerilemesi. Çok yüksek orandaki negatif kredi faizlerine ve talep artışına rağmen, sanayi üretimi ve yatırımlar bir türlü artmıyor.

Bir başka yanlışlık da şu. Toplumun önemli bir kesiminde ciddi bir yoksulluk yaşanırken, görülen bu hane halkı tüketim artışı, nüfusun çok sınırlı bir kesimi tarafından gerçekleştiriliyor. Emekçi kesimlerin toplam talebi düşüyor. Ancak gerek Mehmet Şimşek, gerek Merkez Bankası, enflasyonla mücadelede hane halkı tüketim harcamalarının ardındaki gerçeği görmüyor, toplumun geniş bir kesiminin talebini kısmaya yönelik politikalar geliştiriyor. Hane halkı tüketim artışının ardındaki gerçek çok yalın şekilde şu: Faizi yüzde 45’e yükselttiler ama hala gerçek enflasyona göre faiz negatif ve yüksek gelir grubu tasarruf etmeyip tüketime devam ediyor. İkincisi de sadece yüksek gelir grubu değil, toplam talebi artıran kara para ve sığınmacıların para trafiği…

Büyüme ile ilgili verilerde bir başka itirazım ise kişi başı düşen milli gelirle ilgili. TÜİK’e göre dolarla ölçülen milli gelirimiz 1 trilyon 118 milyar dolar. Kişi başına düşen milli gelirimiz, geçen yıla göre 2400 dolar artarak 13 bin 100 dolar olmuş. Kimin kişi başına düşen milli geliri yılda 2400 dolar arttı, merak ediyorum. Asgari ücretlilerin ve emeklilerin reel olarak gelirleri 2023 yılında ENAG enflasyonuna göre yüzde 41,TÜİK enflasyonuna göre yüzde 19 geriledi. (11 Şubat tarihinde 12 Punto’daki yazımda detaylarını açıklamıştım).

Kişi başına düşen milli geliri 85 milyon nüfusa göre hesaplıyorlar. Oysa Türkiye’de sayıları 10 milyonu aşan, hatta 15 milyona varan bizim “sığınmacı” dediğimiz ama gerçekte yerleşimci olmuş bir nüfus var. Bu durumda kişi başına milli geliri 85 milyona değil 95 milyona bölseniz, sayı 13 bin 100 dolar değil 11 bin 700 dolara düşüyor. Bu sayıya, ayrıca bir itirazım daha var. Dolar kurunu baskılıyorsunuz. Yıl ortalaması olarak aldığınız dolar kuru 23.49 TL… Dolar baskılanmasaydı, dolar cinsinden milli gelirimiz daha düşük olacaktı.

Kişi başı düşen milli gelire, sadece bizdeki artış veya azalışa göre bakmamak lazım. Toplam milli gelirde dünyada 17’inci ile 21’inci sıra arasında gidip geliyoruz da, kişi başı milli gelirde durum ne?

Hemen hatırlatalım.

1980’de dünyada 55’inci idik.

2000-2021 kriz yıllarında dünyada 71’inci sıradaydık.

2022 yılına geldiğimizde, AKP bizi kriz yıllarından da beter bir yere 81’inciliğe düşürdü. 2023 yılı için geçici verilere göre de dünyada 94’üncü sıradayız.

Bu hesabı 85 milyon değil de artık yerleşik hale gelen sığınmacıları da dahil ederek 95 milyona göre yaparsak, büyük ihtimalle, dünyada 100’üncü sıranın da altındayız.

Son 22 yılda bu kadar hızlı fakirleşen bir ülkede seçmen tercihleri nasıl oluşacak, merakla bekliyorum.

QOSHE - Büyüdükçe fakirleşiyoruz - Meriç Köyatası
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Büyüdükçe fakirleşiyoruz

12 24
03.03.2024

Eskiden hormonlu büyüme diyorduk. Sanırım 2005 yılı idi. Yine ekonomimiz şahane büyüyor propagandası altında, az sayıda iktisatçı, “Bu büyüme inşaata ve ithalata dayalı. Sürdürülebilir bir büyüme değil, bu büyüme hormonlu” diyorduk. Ben son altı, yedi yıldır “Hormonlu Büyüme” tanımlamasından, “Zehirli Büyüme” tanımlamasına geçtim.

Aradaki fark nedir dersek… Hormonlu büyüme yıllarında, büyüme her ne kadar sürdürülebilir olmasa da, toplumun belirli kesimleri refah artışından payını alabiliyordu. Tabi ki, emekçiler ve çiftçiler hariç. Ancak 2015 yılına kadar olan dönemde emek gelirleri ile çiftçi gelirlerinin milli gelir içindeki payı gerilese de, bu kesimlerde mutlak bir yoksullaşma da yaşanmadı. Bunun nedeni, bu dönemde ucuz ithalatla artan tüketim harcamalarından, bu iki sınıfın pay almasıdır. Ancak bu tüketim artışının kaynağı, gelir artışı değil tüketici kredileriydi. Buna emekçi kesimin kredi kartları ile finansal sistemin içine kredi müşterisi olarak çekilmesi, afyona alıştırılması demek de mümkündür. 2016’dan itibaren ise emek gelirlerinde reel olarak sert düşüşler, yüzde 15-25 seviyesinde kayıplar ve mutlak yoksullaşma başladı. Sermayenin aldığı pay yüzde 10. 6 arttı. (Prof. Dr. Korkut Boratav, AKP İktidarı ve Öncesi Ekonomik Bilanço. Haber Sol, 14.04.2023 yazısından kısa bir özet)

Korkut Boratav Hocanın tespiti net. 2015’e kadar olan dönemde, işçi ve çiftçiler, milli gelirden aldıkları payı az da olsa kaybettiler ama artan cari açıkla finanse edilen tüketimden “borçlandırılarak” faydalandırıldılar. Daha sonraki yıllarda artan gelir kayıplarına ek olarak borçlandırılarak gelinen yoksullaşma sürecinde emekçi kesimler, şimdi birden çok kredi kartı ile “Ali’nin külahı Veli’ye, Veli’nin külahı Ali’ye” yöntemiyle ay sonunu getirmeye çalışıyor. Şimdilerde, Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası da yönetemedikleri bütçe açıklarına ve bastıkları karşılıksız paralara bakmadan, dar gelirli kesimin kredi kartı harcamalarını enflasyonun nedeni olarak görüyor.

2015’li yıllardan sonra, ekonomideki yoksullaşma, sadece emek kesimleri ile de sınırlı kalmadı, ekonominin bütünü, “ekonomi büyüdükçe” borç batağına girdi. Normal şartlarda bir........

© 12punto


Get it on Google Play