menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Eski Ramazanlar

9 6
04.04.2024

Bu ramazanın başından itibaren, eski İstanbul ramazanlarını, yaşayanların gözüyle görebilmek için dört adet ramazan hâtıratı okudum. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde yazılmış bu hâtırâtları okuduğunuzda, hakikaten çok zengin bir medeniyetin izleriyle karşılaşıyorsunuz.

Ramazan tenbihnâmeleri, zimem defterleri, konaklarda herkese açık iftar sofraları, bu iftarlara katılanlara verilen diş kiraları, cami mahyaları, iftar topu, davulcular, sarayda ramazana mahsus âdetler ve huzur dersleri, ramazannâmeler, çocuklara özel eğlenceler, Direklerarası eğlenceleri vs. Bütün bunlara baktığımızda Süheyl Ünver’in dediği gibi, Müslüman Türk’ün kendine mahsus bir “ramazan medeniyeti” kurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Günümüzde, geçmişi pek çok konuda olduğu gibi, ramazan konusunda da tamamen romantize ederek “Ah nerede o eski ramazanlar!” diye tahassür etmekteyiz. Hâlbuki bu hâtıratı okuduğunuzda, o yazarların da aynı hüzünle geçmişteki ramazanları aradıklarını görüyorsunuz. Anlattıklarına bakıldığında; en azından toplumun belirli bir kesiminde, gelenekten ve muhafazakârlıktan uzaklaşma konusunda bugünkünden farklı bir durumun olmadığını anlıyorsunuz.

Aslında bu hâtırâtlardaki pek çok ilginç bilgiyi ve edebiyat ustalarının beliğ ifadelerinin bir kısmını sizlerle paylaşmak isterdim. Ancak bir köşe yazısında bunları aktarmak mümkün değil. O sebeple; Cenab Şehabeddin’in (1870-1934), 20 Mayıs-18 Haziran 1920 tarihleri arasında ramazana dair Alemdâr gazetesinde yazdığı, her biri birer nesir şâhikası olan yazıların derlemesinden oluşan “İstanbul’da Bir Ramazan” (Dergah Yayınları, 2019) isimli eserden alıntılar yapmakla iktifa edeceğim.

Cenab Şehabeddin; ramazandaki hayatı, bir nevi “hayât-ı âhiret” olarak ifade eder ve ramazana girerken yaşadığı sevinci şöyle terennüm eder: “Medeniyetin kalpsiz yaşadığı şu elîm günlerde biz hiç olmazsa yirmi dokuz yahut otuz gün bütün kalbimizle –tabir câizse- bir hayât-ı âhiret yaşayacağız” (İstanbul’da Bir Ramazan, s. 39).

Şehabeddin’in; o günlerdeki İstanbul evlerinin maneviyatını anlatırken, şu tasviri ne kadar güzel: “Evlerin çoğunda garip bir tekke ve takva manzarası hissedersiniz” (İstanbul’da Bir Ramazan, s. 45).

Tıpkı günümüzde olduğu gibi; o günlerde de, Batılılaşma sevdalılarının, ramazan günü alenen yiyip içerek oruç tutmadıklarını göstermeleri, bir nevi özgürleşme ve medenileşme tezahürü addedilirmiş kendilerince. Cenab Şehabeddin, onların bu durumunu şöyle ifade ediyor: “Yâr u ağyâr önünde hürriyet nâmına küstâhâne nakz-ı sıyâm (oruç tutmamak) bir nevi hareket-i medeniye telâkki olunuyor. Hâlbuki cemâhîr-i medeniye (medenî milletler) şeâir-i dine ne kadar hürmetkârdır, bilsek!..” (age, s. 41). Yine bir yerde, toplumun medeniyeti; özde değil sözde benimsediğini şöyle ifade ediyor: “Buhar ve elektrik, ne derseniz deyiniz, bize medeniyetin yaftasını getirdi, kendisini değil” (age, s. 60).

1729’da Damat İbrahim Paşa; yaptırdığı külliyeye gelir getirsin diye, Şehzade Camii’nden itibaren Vezneciler’e kadar giden yolda, karşılıklı dükkanlar........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play