7 Ekim’den bu yana yaşananlar, dünyada her şeyi yeni baştan düşünmeyi gerekli kılacak bir değişimi tetikledi. Bizim de biraz ezberimizi bozmamız, zihnimizi tazelememiz gerektiğini, bunun bir ihtiyaç haline geldiğini gösterdi. Dünyaya ve ülkemize bakarken kullandığımız argümanlar belli ki artık eskisi gibi değil... Ne değişti bu süreçte? Ya da ne değişmişti de biz ancak bu yaşadıklarımızın sarsıntısıyla ancak bu değişikliklerin farkına vardık?

Ülkemizden başlayalım ve olabildiğince objektif kalmaya çalışarak öne çıkan birkaç yeni ‹durum›a bakalım. Sosyolojik haritamızın geçen yüzyıldan kalan tespitlerle kavranamayacak hale geldiği aşikar bugün artık. Türkiye’de muhafazakâr camianın içinde konumlanan ama zihinsel sınırlarını farklı argümanlarla çizen yeni bir gruptan söz etmek gerekiyor. Onlar daha çok milliyet üzerinden meseleleri tarif ediyor, ırk temelli bir muhafazakârlığı benimsiyorlar. Mesela tıpkı seküler kesim gibi onlarda da bir Arap alerjisi var; İslam kardeşliği ve ümmet kavramına ve buna bağlı meselelere mesafeli duruyor, hatta neredeyse seküler kesim kadar önyargılı yaklaşıyorlar. Genel olarak Cumhur İttifakı’na oy veriyor ama mesela ‘Suriyeliler Meselesi’nde CHP söylemine yaklaşan bir tavır alıyorlar. Sosyal tepkinin ‘ırkçı’ bir karaktere büründüğüne de sıkça rastlanıyor bu kesimde. Hadiselerin gidişatını daha çok derin operasyonlarla izah eden bu yeni profil, ümmet dinamikleriyle düşünme alışkanlığındaki geleneksel muhafazakarlığa karşı pek şefkatli değil üstelik... Siyasetin dilinden medyaya, kültürel etkinliklerden kamu yayıncılığına kadar uzanan pek çok alanda bu yeni muhafazakarlığın izlerini görmek ve teşhis etmek mümkün. Beraber hareket ediyormuş gibi görünen sosyal gruplar arasında bile alttan alta böyle bir ayrışma yaşanıyor ve giderek derinleşiyor. Sosyolojik olarak Türkiye’yi yeniden düşünmek gerektiğini gösteren işaretler bunlar; kanımca özellikle siyaset kurumunun bu tabloyu iyi düşünmesi, analiz etmesi gerekiyor. Çünkü anlaşılan o ki memleketin önüne çıkabilecek çok temel meselelerde bu ayrışma muhtemel siyasi çatışmaları tetikleyebilir.

Dünyaya bakışımızda da bir zihin tazeleme gerektiği ortaya çıktı bu süreçte. Özellikle batılı toplumlara bakarken kullandığımız toptancı yaklaşımların son kullanma tarihi geçmiş görünüyor. Batıya ilişkin eleştirilerimizin hedefi eğer Batılı yönetimlerse bugüne kadar az bile söylemişiz. Ama bir bütün olarak Batı’yı hedefe koyuyorsak, orada bir revizyon yapmamız gerekiyor. Özellikle Gazze’de yaşananlar Batı toplumlarının, yönetimlerinden bağımsız olarak insani değerlerinden ve evrensel kaidelerden bizim sandığımız kadar uzaklaşmış olmadığını gösterdi. Hatta bazı insani hassasiyetleriyle bizim toplum genelindeki görüntümüzden daha iyi bir durumda olduklarını da en azından şahsım adına söyleyebilirim. Batılı ülkelerin meydanlarını dolduran kalabalıklar, hem kendi yönetimlerine gösterdikleri tepkiler hem de eylem sürekliliği ve sahiciliği noktasında gerçekten başarılı bir imtihan verdiler, veriyorlar. Dünyanın genelinde, Güney Afrika’dan Latin Amerika ülkelerine kadar farklı coğrafyalarda da aynı durum söz konusu... Maalesef İslam ülkeleri, birkaç istisna dışında bu konuda öncülüğü alamadılar. Bu konuda maalesef bizim toplumumuzun da giderek büyüyen bir değerler erozyonu ve zihinsel dönüşüm yaşamakta olduğunu itiraf etmek gerekiyor. Aidiyetleri bakımından Filistin’e, Orta Doğu’ya, İslam coğrafyasına bağını koruyan kesimler dışında bir tepki bütünlüğü ne yazık ki ortaya çıkmadı ülkemizde. Gazze’de yaşanan soykırım bu kadar acımasızken ve tepki göstermek için konuya herhangi bir aidiyetle yaklaşmaya gerek yokken bu böyle oldu. Bu gerçekten üzücü ve hatta gelecek adına kaygı verici...

Bu meselede söylenebilecek daha çok şey var, çünkü mesele çok boyutlu ama yerimiz de dar... Şimdilik bu kadarını kayda geçirmekle yetinelim.

QOSHE - Bir şeyler değişirken... - Gökhan Özcan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir şeyler değişirken...

63 1
29.01.2024

7 Ekim’den bu yana yaşananlar, dünyada her şeyi yeni baştan düşünmeyi gerekli kılacak bir değişimi tetikledi. Bizim de biraz ezberimizi bozmamız, zihnimizi tazelememiz gerektiğini, bunun bir ihtiyaç haline geldiğini gösterdi. Dünyaya ve ülkemize bakarken kullandığımız argümanlar belli ki artık eskisi gibi değil... Ne değişti bu süreçte? Ya da ne değişmişti de biz ancak bu yaşadıklarımızın sarsıntısıyla ancak bu değişikliklerin farkına vardık?

Ülkemizden başlayalım ve olabildiğince objektif kalmaya çalışarak öne çıkan birkaç yeni ‹durum›a bakalım. Sosyolojik haritamızın geçen yüzyıldan kalan tespitlerle kavranamayacak hale geldiği aşikar bugün artık. Türkiye’de muhafazakâr camianın içinde konumlanan ama zihinsel sınırlarını farklı argümanlarla çizen yeni bir gruptan söz etmek gerekiyor. Onlar daha çok milliyet üzerinden meseleleri tarif ediyor, ırk temelli bir muhafazakârlığı benimsiyorlar. Mesela tıpkı seküler kesim gibi onlarda da bir Arap alerjisi var; İslam kardeşliği ve ümmet kavramına ve buna bağlı meselelere mesafeli duruyor, hatta neredeyse seküler kesim kadar önyargılı yaklaşıyorlar. Genel olarak Cumhur İttifakı’na oy veriyor ama mesela ‘Suriyeliler Meselesi’nde CHP söylemine yaklaşan bir tavır alıyorlar. Sosyal tepkinin ‘ırkçı’ bir karaktere........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play