Şu “İki Reis” arasındaki şu iki “derin” handikapımız...
Geçen gün yaşadığım, aşağıda bahsedeceğim üzere şu “tartışma” üzerinden anladığım…
“Kemâlizm” vurgusu, hem de tonu, şu epey bi’ yüksek, kendisi elân şu Tarih öğretmeni bulunan bir arkadaşımız, şu üst perdeden, otoriter, hem de bulunduğumuz şu ortamı şu baskılayıcı, şu epeyce geren, kendince “tehditkâr” bir edayla bana hitaben dedi ki: “Hocam! Mustafa Kemâl eleştirilemez…”
Ben de bunun üzerine kendilerine dedim ki: “Nasıl yani; Mustafa Kemâl, kendisi bir peygamber mi; ki, şu ‘İsmet’ sıfatına sahip olduğu, onunla ‘muttasıf’ olduğu hâlde, sen onu bile; yani Peygamberimizi, O’nun şu tasarrufatını ‘kendince’ eleştirebiliyorsun; daha doğrusu, şu eleştirme hakkını, şu selahiyetini, hem de cesaretini kendinde görebiliyorsun…”
Bunun üzerine, tekrar bana hitaben: “Hocam, öyle büyük zâtları, tarihe mâl olmuş şahsiyetlerimizi eleştirmek bize yakışmaz, hem buna ne bizim gücümüz ne de ilmimiz yetmez… Hem de bu konu, bizim görev alanımızda değil...” dedi.
Ben, bunun üzerine, tekrar, kendilerine karşı şöylece son bir sual daha tevcih ettim: “Hocam, ben tam anlamadım; siz şimdi; Mustafa Kemâl, şu 57 yıllık ömründe, şu hayatında hiç hata, hiç yanlış yapmadı, hiç yanılmadı mı diyorsunuz?..”
Sonra kendisine, başımdan geçen şu hikâyeyi hikâye ettim ve dedim. Hocam, geçenlerde tramvaya binmiştim, şu ‘akıllı zannettiğimiz’ telefona fazlaca dalınca, ineceğim şu durağı üç dört durak kadar geçtiğimi fark ettim........
© Yeni Asya
visit website