Karar, Belçika’da, başörtülü bir kadının, çalıştığı belediyenin kendisine “başörtüsü takamayacağını” söyleyerek dini özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmesinin ardından geldi.

Belediyede ofis müdürü olarak çalışan ve halka açık bir görevi bulunmayan kadın, belediyenin başörtüsü takmasını yasaklamasının dinsel ayrımcılık olduğunu öne sürerek yasal süreç başlattı.

Bunun üzerine belediye, bundan sonra çalışanların katı bir tarafsızlığa riayet etmelerini zorunlu kılmaya başladığını açıkladı, yani her türlü “dinî propaganda” faaliyetinin yasak olduğunu ve hiçbir çalışanın ideolojik veya dinî aidiyetine dair açık işaretler taşımasına izin verilmediğini belirtti.

Davayı gören Liège İş Mahkemesi, belediyedeki “tarafsızlık” koşulunun AB hukukuna aykırı olarak bir ayrımcılığa ve hak ihlaline yol açıp açmadığını Adalet Divanına sordu.

Adalet Divanı, üye devletlerdeki yetkililerin kendi çalışanlarının tarafsızlık derecesini belirleme konusunda takdir yetkisine sahip olduklarını yani başka bir kamu idaresinin de siyasi, felsefi veya dinî inançlara ilişkin görünür işaretlerin takılmasına izin verebileceğini ve bunun da hukuka uygun olacağını belirtti. Başörtüsü meselesinde Avrupa’da tek tip bir uygulama yok.

Müslüman nüfusun önemli sayılara ulaştığı ülkeler arasında bu konuda en özgürlükçü ülke İngiltere’dir. Polislerin ve hakimelerin “bile” başörtüsü takabildiği İngiltere’den sonra Almanya geliyor denilebilir. Almanya polis ve yargı üyelerinin başörtüsü takması konusunda henüz kapıyı açmamışsa da öğretmenlerin ve çoğu kamu görevlilerinin başörtüsü örtmesine getirilecek kısıtlamalarda “tarafsızlık” gibi ne olduğu belirsiz “riyakâr” gerekçeleri yeterli bulmamakta. Fransa ve Fransız-Belçika bölgelerinin bu konuda yıllardır yaşadığı akıl tutulması zaten malumunuz.

Geçen hafta ideolojiler hakkında yazdık. Bu konuyu da aynı pencereden yorumlamak mümkün.

Katı bir laiklik anlayışı uygulayan Fransa ve Fransız-Belçika bölgelerinde ekseriyetle Müslüman kadınları hedef alan birçok düzenleme mevcut. Bu gelenekten gelenler bir yandan haklı olarak İran’daki örtünme yasalarını eleştirmekte ama ideolojik körlükleri kendi hareketlerindeki çelişkiyi görmelerini engellemekte. “Kadınlar istediğini giysin” diyen bir grubun kadınların özgür iradelerini hiçe sayarak “kadınlar örtünemez, örtünürse de çalışmasına izin vermeyiz” demesi mantıkla açıklanamaz. Zaten bu konularda yapılan münakaşaların vardığı yer “Burası bizim ülkemiz beğenmiyorsan git” olacaktır.

Olayları bütünsel yorumlamaktan aciz, kendi ideolojisiyle bile çelişen sloganlar…

Bu sebeple de onlar bu konularda özgür ve anlamlı tartışmaları bloke ederler. Çünkü bu konudaki en basit soruları bile cevaplayamayacaklardır.

Bir “şahsın” kendi inancına yönelik davranışları devletleri nasıl “taraflı” yapabilir? Bu dinler ve inanışlar zaten bu devletlerce korunmakta değil mi? Seküler devletler her din ve inanışa eşit mesafeli olmak zorunda değil mi? Özgürlükler neden sadece “bazı” insanlara var? Gibi gibi…

Başta andığımız karar, kendisini “hakkaniyet ve özgürlük” ekseninde tanıtmaya çabalayan AB için utanç verici. Vicdanlı Avrupalılar bu kararları protesto ediyor ve etmeye devam edecek.

Türkiye aydınları ise maalesef bu konularda yeterince bilinçli değil. Birçok konuda devletin ideolojik dayatmalarından bıkmış, usanmış bir millet olarak gözümüzü açmalıyız.

Sadece başörtüsüyle ilgili olarak değil, hürriyetimiz ve bilhassa şeairlerle ilgili her konuda Hür Dünyanın hürriyetçileriyle ittifak halinde olmalı ve farkındalık oluşturmalıyız.

QOSHE - Zulmün gözü neden kör – 2 - Ahmet Said Aydil
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Zulmün gözü neden kör – 2

4 1
05.12.2023

Karar, Belçika’da, başörtülü bir kadının, çalıştığı belediyenin kendisine “başörtüsü takamayacağını” söyleyerek dini özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmesinin ardından geldi.

Belediyede ofis müdürü olarak çalışan ve halka açık bir görevi bulunmayan kadın, belediyenin başörtüsü takmasını yasaklamasının dinsel ayrımcılık olduğunu öne sürerek yasal süreç başlattı.

Bunun üzerine belediye, bundan sonra çalışanların katı bir tarafsızlığa riayet etmelerini zorunlu kılmaya başladığını açıkladı, yani her türlü “dinî propaganda” faaliyetinin yasak olduğunu ve hiçbir çalışanın ideolojik veya dinî aidiyetine dair açık işaretler taşımasına izin verilmediğini belirtti.

Davayı gören Liège İş Mahkemesi, belediyedeki “tarafsızlık” koşulunun AB hukukuna aykırı olarak bir ayrımcılığa ve hak ihlaline yol açıp açmadığını Adalet Divanına sordu.

Adalet Divanı, üye devletlerdeki yetkililerin kendi çalışanlarının tarafsızlık derecesini belirleme konusunda takdir yetkisine sahip olduklarını yani başka bir kamu idaresinin de siyasi, felsefi veya dinî inançlara ilişkin görünür işaretlerin takılmasına izin verebileceğini ve bunun da hukuka uygun olacağını belirtti.........

© Yeni Asya


Get it on Google Play