Hüseyin Vodinalı yazdı…

Bugün 4 Nisan “NATO Günü..!”

Bu nadide oluşumun 75’inci yıldönümünü idrak ediyoruz.

Bir vesayet örgütü (manda ve himaye) olarak NATO, 75 yıldır vasallarını gütmekte.

Kuruluş amacını en güzel, ilk NATO Genel Sekreteri İngiliz Lord Hastings Lionel İsmay söylemişti:

“Biz bu Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nü (NATO’yu) Sovyetler Birliği’ni dışarıda, Amerikalıları içeride ve Almanları aşağıda tutmak için kurduk.”

NATO, bugün de hala aynı misyonu taşımakta.

Oysa SSCB’nin dağıldığı 25 Aralık 1991 tarihi itibarıyla NATO’nun da misyonunun sona ermesi gerekirdi değil mi?

Hayır, çünkü Lord Ismay’in söylediği şey hala geçerli: Komünist olmasa da jeopolitik rakip Rusya’yı dışarıda, Vasal AB’yi aşağıda ve elbette ABD’yi tam da her şeyin merkezinde tutmak.

Avrupa ülkelerinin NATO üyesi olması, yani ABD’nin vasalları olmasını yadırgamıyorum; onları 2. Dünya Savaşı’nda ABD kurtardı.

Mussolini İtalyası ile Hitler Almanyası’nı da (esasen SSCB) mağlup etti.

Bizim NATO üyesi olmamız son derece yanlış bir durum.

1952’de de yanlıştı, 1991’de de yanlıştı ve bugün de yanlış.

Öncelikli olarak 1945 sonrasından (*) başlayayım; Türkiye ikinci dünya savaşına girmemişti, SSCB ile Kurtuluş Savaşı’ndan gelen tarihi bir dostluk ilişkisi vardı, genç Cumhuriyet’in kalkınma hızı da her zamankinden yüksekti.

Türkiye NATO’ya Avrupalı bir ülke olarak girmedi.

Misyonu, Batı’nın doğuya uzanan ileri karakolu olmak ve SSCB’yi Amerika adına çevrelemekti.

Amerikan üslerinde nükleer silahlar vardı.

SSCB-ABD olası savaşında muhtemelen ilk hedef biz olacaktık.

Bunu nereden mi biliyorum?

1962 Küba füze krizinden.

Rahmetli Turan Yavuz bunu “Satılık Müttefik” kitabında detaylarıyla anlatmıştı.

ABD Küba’yı vursaydı, Sovyetler de Jüpiter füzelerinin konuşlandığı Türkiye’yi vuracaktı.

Buna ramak kalmıştı ve Türkiye’de kimsenin ölümün eşiğine geldiğinden haberi bile yoktu.

Soğuk Savaş döneminde Türkiye muhtemelen ilk kurban olacaktı çünkü ABD ve Avrupa öncelikliydi.

SSCB, Türkiye’yi vurması halinde ABD’nin doğrudan savaşmayacağını bile düşünmüştü.

Tıpkı ABD’nin Küba’yı vurması halinde SSCB’nin savaşmayacağı gibi.

Yani Soğuk Savaş döneminde NATO’da “harcanacak ilk ülke” bizdik.

Zaten 1952 sonrası kılcal damarlarımıza kadar sızan her tür fikirden NATO’cular, ABD’nin esas güvencesiydi.

SSCB’nin dağıldığı 1991 sonrası ise NATO, tam bir istikrarsızlık ve kaos örgütü olarak ortaya çıktı.

Bizim hiç de istemediğimiz bir şeydi bu.

İlk olarak Balkanlar ile başladılar; Yugoslavya’yı bombalayarak dağılmasını sağladılar.

Sonra sıra Irak’a geldi.

Gerçi orada NATO resmi olarak yoktu ama NATO’daki tüm ülkeler ABD’nin yanındaydı.

Sıkıysa olmasınlardı!

Irak’ı parçaladılar ve bir Kukla Kürt Devleti’nin temellerini attılar. Devamında Suriye ve Libya parçalandı.

Ne kadar çıkarımıza değil mi?

SSCB çökerken Gorbaçev’i verdikleri “doğuya doğru bir inç bile ilerlenmeyecek” sözünü ise ciklet gibi çiğnediler.

NATO bugün SSCB’nin mirasçısı komünist olmayan Rusya’nın dört bir yanına ulaşmış durumda.

İttifak değil vesayet, savunma değil saldırı örgütüdür NATO.

Bakın NOTONATO (NATO’ya Hayır) oluşumu 75’inci yıldönümünde NATO’yu nasıl anlatıyor:

“NATO’nun fiili retoriği, psikopolitik projeksiyonları, kavramları, tehdit buluşları ve doktrini (nükleer ilk kullanım, caydırıcılık, ileri savunma vb. dahil) tartışmasız saldırgan, kışkırtıcı ve savaş riskini artırıcıdır.

NATO, militarist ve barış karşıtıdır.

Günümüzün akıl dışı uluslararası ve güvenlik politikası dünyasında NATO’yu sevmek ve ona bağlı kalmak bir duygusallık, popülizm ve saf inanç meselesidir.

NATO, dini ifadeler ve mantralarla yönetilen kilise benzeri bir kurumdur.

Artıları ve eksileri rasyonel olarak analiz etmekle hiçbir ilgisi yoktur.

NATO ne yaptıysa ve yapıyorsa bu, sözde ‘istikrar, güvenlik ve barış’ içindir, ama herkesin bildiği gibi Avrupa artık büyük bir savaşa 1945’ten bu yana hiç olmadığı kadar yakın.

Vergi mükelleflerinin trilyonlarca dolarlık parası, üye devletlerdeki her vatandaşı giderek daha az güvende kılan NATO’nun Askeri-Endüstriyel-Medya-Akademik Kompleksi (MIMAC) için boşa harcandı.

Ve işte ana akım akademi, siyaset ve medya sizi militarizme, sahte tehdit analizlerine inandırmak için onursuz bir propaganda yapıyor.

Yıllardır NATO militarist bir imparatorluğa dönüştü ve birilerinin şunu söylemesi gerekiyor: Aa bakın, kral çıplak!”

Türkiye’nin, dünya savaşa bu kadar yaklaşmışken bugün acilen yapması gereken şey, Finlandiya’nın eskiden yaptığı şey olmalı.

NATO’dan çıkmak, bizi hedef yapan Amerikan atom bombaları ve üslerinden kurtulmak ve aktif bir tarafsızlık politikasını, Mustafa Kemal Atatürk’ün bölge merkezli dış politikasını uygulamak…

4 Nisan NATO günü kutlu olmasın!

(*) Esasen konu 1939’a kadar geriye gidiyor. Atatürk’ün ölümünden sadece 9 ay sonra İsmet İnönü, 2. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde İngiltere ve Fransa ile ikili ve üçlü anlaşmalar yapıyor. SSCB ise bundan rahatsız oluyor. Hazal Yalın’ın 2023’te yayımlanan “1939; Avrupa, Sovyetler Birliği, Türkiye” (Nota Bene yayınları) kitabında her şey tek tek belgeleriyle anlatılıyor. Yıllarca ballandıra ballandıra anlatılan o meşhur SSCB-Montrö tehdit hikayesinin bir balon olduğu belgelenen kitapta SSCB’nin Ankara Büyükelçisi A.V. Terentyev’in 7 Aralık 1939’da Başkan Stalin, Dışişleri Bakanı Molotov ve Savunma Bakanı Voroşilov’a gönderdiği uzun bir mektup da yer alıyor. Terentyev Ankara’nın o günkü tutumunu şu sözlerle ifade ediyor: “Türkiye basını ülkemizi “saldırgan”, “istilacı” vb şeklinde anarak SSCB’ye yönelik düşmanca ve müfteri bir üslup takındı. Bunlar tamamen karşılıksız kalıyor, dahası öğrendim ki Türkiye Hükümeti’nin ilgili organları bizzat bu kışkırtmanın arkasındadır(…) Türkiye’nin İngiliz-Fransız emperyalizmine bütünüyle satılmış olan yöneticilerinin ülkelerini zorla İngiltere ve Fransa’nın tarafında bir savaşa katılma yolunda ilerledikleri sonucunu çıkarmak mümkündür. Türkiye hükümeti İngiltere ve Fransa’nın direktifiyle SSCB’ye karşı gitgide daha düşmanca tavır takınıyor. Türkiye’nin şimdiki dostlarının tavsiyeleri, Türkiye için esas tehlikenin ancak Sovyetler Birliği’nden gelebileceğine, Sovyetler Birliği’nin Boğazlar’ı ele geçirme ve bu suretle Türkiye’nin egemenliğine tecavüzde bulunma niyeti olduğuna, bu durumda Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile çok daha içli dışlı olması ve SSCB ile mücadele için hazırlanması gerektiğine çıkıyor. Türkiye hükümetinin şu anki dış siyaseti bu niteliktedir.”

QOSHE - Neden (hele de şu dönemde) NATO’da olmamalıyız? - Hüseyin Vodinalı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Neden (hele de şu dönemde) NATO’da olmamalıyız?

22 1
04.04.2024

Hüseyin Vodinalı yazdı…

Bugün 4 Nisan “NATO Günü..!”

Bu nadide oluşumun 75’inci yıldönümünü idrak ediyoruz.

Bir vesayet örgütü (manda ve himaye) olarak NATO, 75 yıldır vasallarını gütmekte.

Kuruluş amacını en güzel, ilk NATO Genel Sekreteri İngiliz Lord Hastings Lionel İsmay söylemişti:

“Biz bu Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nü (NATO’yu) Sovyetler Birliği’ni dışarıda, Amerikalıları içeride ve Almanları aşağıda tutmak için kurduk.”

NATO, bugün de hala aynı misyonu taşımakta.

Oysa SSCB’nin dağıldığı 25 Aralık 1991 tarihi itibarıyla NATO’nun da misyonunun sona ermesi gerekirdi değil mi?

Hayır, çünkü Lord Ismay’in söylediği şey hala geçerli: Komünist olmasa da jeopolitik rakip Rusya’yı dışarıda, Vasal AB’yi aşağıda ve elbette ABD’yi tam da her şeyin merkezinde tutmak.

Avrupa ülkelerinin NATO üyesi olması, yani ABD’nin vasalları olmasını yadırgamıyorum; onları 2. Dünya Savaşı’nda ABD kurtardı.

Mussolini İtalyası ile Hitler Almanyası’nı da (esasen SSCB) mağlup etti.

Bizim NATO üyesi olmamız son derece yanlış bir durum.

1952’de de yanlıştı, 1991’de de yanlıştı ve bugün de yanlış.

Öncelikli olarak 1945 sonrasından (*) başlayayım; Türkiye ikinci dünya savaşına girmemişti, SSCB ile Kurtuluş Savaşı’ndan gelen tarihi bir dostluk ilişkisi vardı, genç Cumhuriyet’in kalkınma hızı da her zamankinden yüksekti.

Türkiye NATO’ya Avrupalı bir ülke olarak girmedi.

Misyonu, Batı’nın doğuya uzanan ileri karakolu olmak ve SSCB’yi Amerika adına çevrelemekti.

Amerikan üslerinde nükleer silahlar vardı.

SSCB-ABD olası savaşında muhtemelen ilk hedef biz olacaktık.

Bunu nereden mi biliyorum?

1962 Küba füze krizinden.

Rahmetli Turan Yavuz bunu “Satılık Müttefik” kitabında detaylarıyla anlatmıştı.

ABD Küba’yı vursaydı, Sovyetler de Jüpiter füzelerinin konuşlandığı Türkiye’yi vuracaktı.

Buna ramak kalmıştı ve Türkiye’de kimsenin ölümün eşiğine geldiğinden haberi bile yoktu.

Soğuk Savaş döneminde Türkiye muhtemelen ilk kurban olacaktı çünkü ABD ve Avrupa öncelikliydi.

SSCB, Türkiye’yi vurması halinde ABD’nin doğrudan savaşmayacağını bile düşünmüştü.

Tıpkı ABD’nin Küba’yı vurması halinde SSCB’nin........

© Veryansın TV


Get it on Google Play