menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

NATO üyeliği başlangıcında Deniz Kuvvetleri ve bugün

48 13
08.09.2024

Cem Gürdeniz yazdı…

Bilindiği üzere Cumhuriyet Donanması 1923 yılında kurulduğunda Osmanlı döneminden önemli bir miras devralmadı. Atatürk’ün direktifleri ile 1 Mart 1921’de kurulan ve Kuvayı Milliyenin Karadeniz’deki savaş lojistiğini temin etmekle sorumlu Bahriye Dairesi, Cumhuriyetle birlikte kurulacak donanmanın geliştirilme sorumluluğunu üstlendi. İlk Bahriye Reis’i Albay Abdürrahim Fevzi, donanmaya yayınladığı prensip mesajında şunları söylemişti: “Hiçbir milletin Deniz Kuvvetleri bizim bugün içinde bulunduğumuz zorluklarla karşılaşmamıştır. Deniz Kuvvetlerimizin materyali bugün Abdülhamit istibdadının bıraktığı mirastan daha sönük ve daha azdır. Buna rağmen personelin subay kısmı en yeni bir donanmayı en üstün bilgilerle sevki idare edecek kifayet ve kabiliyettedir. Halen Deniz Kuvvetlerimizin kadrosunu teşkil eden subaylar Deniz Kuvvetlerini ve Donanmayı ölümsüzlük sırrına eriştirmekle mükelleftirler.”

Kurtuluş zaferinin büyük heyecan ve gururu; kuruluşun devrimlerinin büyük enerjisi ile genç Cumhuriyet, Atatürk liderliğinde gerek donanma gelişimi gerek denizcilik gücünün kalkındırılmasında mucizeler yarattı. 15 yıllık Atatürk döneminde 300 yılı aşkın duraksayan, gerileyen ve çöken bir imparatorluğun donanmasızlığını gidermek için olağanüstü gayretler sarf edildi. Özellikle II. Abdülhamit’in 33 yıllık iktidarı boyunca donanmaya gerek kuvvet yapısı gerekse kurumsal kültür açısından verdiği zararın kapatılması zaman aldı. Donanmanın gelişimini hızlandırmak için Bahriye Bakanlığı dahi kuruldu. Ancak Atatürk’e rağmen devletin sosyo genetik kodlarına işlemiş olan baskın karacı karakteri değiştirmek mümkün olmadı. Bahriye Bakanlığının ömrü 2 yıl oldu. Bakan şahsen yolsuzluğu bulaşmadığı halde adeta emsal olsun diye 2 yıl hapse mahkûm edildi ve tüm bakanlık personeli yargılandı. Bir daha denizciler karacılar karşısında sesini yükseltmedi. Deniz Kuvvetlerinin gerçek değerini ve jeopolitik özgül ağırlığını Atatürk dışında tam anlayan zaten yoktu. Pek çok karacı general gözünde, donanma fantezi bir kuvvetti. Onlara göre Donanma Türk Boğazları savunmasını Marmara içinden yapmalı, çok masraflı olacağı nedeniyle Ege ve Akdeniz’de uzun süreli varlık göstererek yarımadaya ilerden savunma sağlanması düşünülmemeliydi. Donanma buna rağmen Montrö Boğazlar Sözleşmesinin imzalanması ve egemenliğinin tam olarak geri alınmasında kilit rol oynadı.

Atatürk’ün vefatından 10 ay sonra II. Dünya Savaşı başladı. Türkiye, başta 3 yaşındaki Montrö Sözleşmesi olmak üzere usta bir diplomasi ile savaşın dışında kaldı. Ancak savaşın başında Atatürk’ün prensipleri dışında Sovyetler ile yollarını ayırdı ve 12 Ekim 1939’da İngiltere ve Fransa ile ittifak anlaşması imzaladı. Çok değil 1920 Ağustos’unda Sevr ile Anadolu’nun parçalanmasını ve Türklerin Asya’ya itilmesini dayatan iki güç ile stratejik ortak olundu. Fransa kısa süre içinde Almanlara teslim oldu ve denklemden çıktı. Alman saldırışı karşısında Türkiye üçlü ittifak için savaş girmesi. Tam aksine savaşın ilk yıllarında Almanya’ya yaklaştı. Buna rağmen savaş devam ederken Ankara hem aktif tarafsız statüde kaldı hem de ittifak anlaşması gereği İngiltere’den savunmamıza destek için harp silah ve araçları sipariş etti.

İİngiltere ile Osmanlı döneminde 19 Yüzyılda başta müşavir paşalar olmak üzere deniz kuvvetleri alanında iş birliği üst seviyede idame edilmişti. Kırım Harbi sonrası yoğun İngiliz etkisine giren Osmanlıda Çanakkale Boğazının savunması bile İngiliz müşavirleri tarafından belirlenmişti. 19. Yüzyılın sonlarına doğru Almanya’nın yükselişi ile Alman müşavirler davet edilmiş, kara ve deniz kuvvetleri, Alman eğitim, doktrin ve donanım sistemine tabi olmuştu. Bu ilişki Birinci Dünya Savaşı arifesinde ve sırasında en üst noktaya çıkmıştı. Örneğin 1915-18 arasında mezun vermeyen Bahriye Mektebi 30 deniz talebesini 1917-18’de 2 yıllığına Alman Donanma gemilerinde eğitmişti. O nedenle Cumhuriyet kurulduğunda donanmada hem Alman hem İngiliz ekolünden gelen subaylar vardı. Cumhuriyet kurulduğunda donanmaya Alman müşavirler davet edildi. Bu dönemde İngiltere’den veya ABD’den hiçbir gemi ısmarlanmadı. Asıl tedarikçiler İtalya ve Almanya idi. Gölcük’teki tersane ve tesisler Fransız ve Hollandalılar ile inşa edildi. Atatürk sonrası denklem değişti. 1939 yılında İngiltere’ye denizaltı ve muhrip siparişi verildi. Aynı yıl iki mayın toplama botu ve 1 mayın dökücü gemi donanmaya katıldı. 1942’de, 2 denizaltı ve 2 muhrip ile 8 taşıt gemisi (arabalı vapur) transfer edildi. Böylece 1914 sonrası yaşanan 28 yıllık aradan sonra İngiltere ile yeniden buluşma sağlandı. Son savaşta 150 yılın deniz hegemonu İngiltere, ABD’nin 1941 Aralık ayında yaşanan Pearl Harbor Baskını sonrası harbe girmesiyle yenilgiden kurtuldu. Yoksa Almanya karşısında diz çökmesi büyük bir olasılıktı.

1946 sonrası dünya üç blok üzerine kuruluyordu. ABD liderliğinde Anglosakson dünya, Sovyetler Birliği liderliğinde komünist blok ve bağlantısız devletler. Türkiye Atatürk’ten itibaren yani başlangıçtan bu yana komünist rejimi benimsememişti. İnönü liderliğindeki Türkiye, savaşta uyguladığı bağlantısız, bağımsız politikayı sürdürmek yerine ABD liderliğindeki dünyayı seçti. Bunda pek çok neden vardı. Dönemin en özgür ve müreffeh devleti ABD tüm dünya için bir vizyondu. Amerikan rüyası herkesi, her devleti büyülüyordu. Türk halkında 19. Yüzyılda başlayan İngiliz ve genelde batı hayranlığı yerini Amerikan hayranlığına bırakmıştı. Ancak bu dünyaya girmek için çok partili demokrasiye geçmek gerekirdi. Anadolu’da siyasi katılım kolayca sağlanabilirdi, ancak kurumsal alt yapı ve siyasi olgunlaşma hazır değildi. Ekonomi zaten savaş nedeniyle yerlerde sürünüyordu. Diğer yandan İkinci Dünya Savaşına 1939 İttifak Anlaşmasına rağmen İngiltere ve Fransa yanında girmemiş olmanın galipler karşısında yarattığı kompleks ve kurulmakta olan yeni dünya düzeninde batı yanında yer alamama korkusu ile çok acele edildi. Eğitim devrimi, planlı ekonomik kalkınma, yurt sathında devrimlerin yaygınlaştırılması sağlanmadan ve Kemalizm öğretisinin içi doldurulamadan karmakarışık bir konjonktürde çok partili sisteme geçildi ve Serbest Fırka döneminin karşı devrimci rövanşistleri ile etnik ve dinci bölünmenin temsilcileri 1950’li yıllarda Türkiye’nin rejimini devraldılar. ABD ve Avrupalı müttefiklerinin yani kısacası batının kontrolüne giren Türk siyaseti Atatürk’ten ve onun dış politikasından koşar adım uzaklaştı. Toprak reformuna karşı olan zengin toprak sahiplerinin ve karşı devrim unsurlarının ortaklığında oluşan yeni siyasi yapının izleri bugüne kadar devam edecekti.

1946 sonrasında Türkiye, Amerikan yardımı ile tanıştı. İkinci Dünya Savaşının muzaffer nükleer gücü, 20. Yüzyılın ortasında Osmanlının yıllarca merkeze koyduğu 18. ve 19. Yüzyıl hegemonu İngiltere’nin yerine geçmişti. Her ikisi de güçlerini okyanus ve denizlere hakimiyetten alıyordu. Her ikisi de Protestan Kapitalist ahlak ve pratik ile emperyalist teori ve geleneğe sahipti. Anadolu ve çevre coğrafyasını önce Rusya ve daha sonra SSCB’ye karşı koruma bahanesi ile davet edilmişlerdi. Sanayi devrimlerini ve aydınlanmayı kaçıran, din taassubunun karanlık sarmalında kaybolan Osmanlı İmparatorluğu savunmasının aklı ve ruhunu bile yabancılara devretmişti.

ABD, İngiltere ve Avrupa’nın savaşta yardımına gitmesinin karşılığını küresel hegemonyanın yeni sahibi olarak geri aldı. 1946 sonrası ABD, Sovyet etki alanı dışındaki tüm dünyaya hâkim olmak üzere hazırdı. 1946 sonrası ABD Türkiye’ye yaklaştı ve yardımlara başladı. ABD için Türkiye’nin önemi Amerikan Genelkurmay’ının 15 Ağustos 1946 tarihli ‘’Griddle Planı’’ ve sonrasındaki değerlendirmelerde öne çıkıyordu. Bu plana göre Türkiye’ye yönelik Sovyet tehdidi 1945-1946 Moskova notaları kapsamında canlı tutulmalı ve Türkiye’nin bir savaş durumunda tarafsızlığı mutlaka önlenmeliydi. Sovyetlerin Türkiye’yi işgal planı olmadığı Amerikan ve İngiliz istihbarat........

© Veryansın TV


Get it on Google Play