Pardon! Batı’yı yanlış anlamışız mı diyeceksiniz?
PROF. DR. OSMAN KEMAL KAYRA Osmanlı İmparatorluğu her şeye rağmen 1908’e kadar dünyâ siyâsetinin temel çivisiydi. Muhakkak ki Osmanlı yıkılmadan Filistin elden çıkmayacak, binlerce yıllık Arz-ı mev’ûd’un tahakkuku mümkün olmayacaktı. Bunun için kimler devreye girmedi ki… Aynı Versailles Sarayı’nı yağmalayan çapulcular gibi bizde de Sultan Abdülhamid’in yaşadığı Yıldız Sarayı’nı yağmaladılar. Osmanlı her şeye rağmen 1908’e kadar dünyâ siyâsetinin temel çivisiydi. Bizde Batı’ya yöneliş aslâ teknik ve bilim sâikasıyla olmamıştır. Batı düşüncesi demek yersiz olacak; Batı hayranlığı birtakım Osmanlı aydınlarının o zamanki Fransız hürriyet fikirlerinin te’sîri ile gelişmiştir. Şurası mühim bir gerçektir ki, 1789 Fransız İhtilâli Avrupa’nın temellerini sarsmıştır. Monark idâreler sonlarını düşünmeye başlamış, krallar yerlerini sağlamlaştırmak için çâreler üretmeye çalışmışlardır. İlk def’a halk ve askerin bir kısmı, hapishâne kaçakları ve ağır suçlu mahkûmlar sokakları basmış, yönetime ve saraya nefret duyan çete reisleri Bastil Hapihânesi’nden çıkarak sokaklarda “Hürriyet, adâlet, müsâvât, uhuvvet” diyerek salma gezmeye ve adam avlamaya başlamışlardır. Bizde de 31 Mart Vak’ası’ndan sonra İstanbul’a yönelen Hareket Ordusu arasındaki benzerliğe dikkat ediniz! Makedon çete artıkları, hapishâne kaçkınları, Sandanski vurgunları “Hürriyet!” na’ralarıyla İstanbul’a yürüdüler. Aynı Versailles (Versay) Sarayı’nı yağmalayan çapulcular gibi Yıldız Sarayı’nı yağmaladılar, suyunu, ışıklandırmasını ve her türlü gıdâ ihtiyaçlarını kısarak bir anda Yıldız’ı talan ettiler. Sultan II. Abdülhamid ve âilesi bir anda fakr-ü zarûrete mahkûm edildi. Aç-bî-ilâç, muhtaç ve korumasız hâle düştüler. Dışarıyla bağlantıları kesin olarak yasaklandı. Soğuk iliklerine kadar işledi. Sultan her zaman giydiği sâde ve şatafatsız Hereke kumaşından paltosunu küçük çocuklarını soğuktan korumak için kullanıyordu. Koca saray bir anda buz kesmiş, hepsi soğuktan titrer hâle gelmişlerdi. Bu tam bir intikam duygusuydu. Çoğu âile fertleri soğuktan hasta olmuşlardı. “Sen misin Filistin’i vermeyen! Al bakalım. Bu sana cezânın birinci taksîdi. Daha neler çekeceksin” diyen Batı, Siyonist tebligâtını koca Sultân’ın âdetâ gözüne sokmaya çalışıyorlardı.
DÜZENİN ÇİVİSİ ÇIKIYOR
Osmanlı her şeye rağmen 1908’e kadar dünyâ siyâsetinin temel çivisiydi. Muhakkak ki Osmanlı yıkılmadan Filistin elden çıkmayacak, binlerce yıllık Arz-ı mev’ûd’un tahakkuku mümkün olmayacaktı. Devreye kimler girmedi ki, “Fazla bir şey değil, bir ufak toprak verin, şurada İsrâil kendi mütevâzî devletini kuruversin, bunun Osmanlıya ne zarârı olabilir ki? Hem bak sizin bütün borçlarınız da ödenecek. Ne var bunda?” Alman İmparatoru III. Vilhelm de araya girdi, gâyet samîmî bir şekilde Sultan’dan istirhamda bulundu. Hediye olarak Sultanahmed Meydanı’ndaki Alman Çeşmesi’ni yaptırdı. “Hadi artık Sultân’ım bir he! deyiverin şu garip İsrâil kendi devletini kuruversin!” Peki Koca Sultan niye bu kadar diretiyordu? 1699’dan beri Osmanlı eski haşmetinde değildi. Toprak da kaybediyordu. Avuç içi kadar toprağı Yahûdî’ye verse ne olurdu ki? Bütün Avrupa, bütün Mason locaları, Jön Türk artıkları, özellikle son devrin en karışık yapısına ve zihniyetine sahip olan İttihâd ve Terakkî Cem’iyyeti (İTC) neden bu mes’elenin üzerine histerik olarak düşüyorlardı. Avrupa’da yuvalanan Osmanlı Saltanâtı düşmanları, Osmanlının başına hep dert olan önce Mısır Hıdivliği, sonra da ikinci vatanları Pâris’i mekân tutmuşlardı. İTC yapılanması hep atlama tahtası olarak gördükleri Selânik’i birinci basamak olarak kullanmışlardı. Sabetaist hocalarının bu ilk mekânlarında tasarlanan plânlarını Pâris’te kongrelerle kendilerinden menkûl meşrûiyetlerini ilân etmişler ve sonrasında tekmil İTC’yi mason localarına kaydettirip yeminli gölge Siyonist kuklaları olarak kendilerinin iplerini tutan Dünyâ Siyonist Emperyalizmi’nin dikteleri doğrultusunda İsrâil’i kurmak için Osmanlıya ve özellikle de Sultan II. Abdülhamîd’e bu kadar baskı yapıyorlardı. Peki, Sultan bunlara niye bu kadar direniyordu? İsrâil’in Filistin topraklarını alabilmesi için tek engel de Abdülhamid’di. Bunlar Saltanâtı ve Hılâfet’i kaldırmak gibi bir düşüncede olmadıklarını da beyân ediyorlardı. Zâten Abdülhamîd, II. Meşrûtiyet’i de i’lân edip Kânûn-ı Esâsî’yi de uygulayacağını bildirmişti. Dikkat edin başlangıç dönemlerinde hiçbir Osmanlı karşıtı sistem saltanâta ve hele hele Hılâfet’e karşı olduklarını........
© Türkiye
visit website