Türklerin Zorla İslam’ı Kabul Süreci ve Özgün Türkmen İnanç Yolunun Alevi- Bektaşiliğin Oluşumu
Tarih boyunca Türkler, yaşadıkları coğrafyaların siyasi baskılarına, dini zorlamalarına ve kültürel dayatmalarına rağmen kendi kimliklerini korumayı başarmış bir millettir. Arap fetihlerinin Orta Asya’ya ulaştığı 7. ve 8. yüzyıllarda, bölgede yaşayan Türk boyları İslam’ı hızlı bir şekilde kabul etmemiş; yaklaşık üç yüz yıl süren bir karşı koyuşla kendi sosyal yapısını, töresini ve inanç özgürlüğünü korumaya çalışmıştır.
İslam, Türkler tarafından kabul edilmeye başlandığında ise bu kabul, yalnızca biçimsel değil; derin bir kültürel sentez şeklinde gerçekleşmiştir. Türkler, İslam’ı kendi törelerine uygun bir ahlaki çerçeveye oturtmuş, eski inanç sistemlerini yok etmek yerine onunla uyumlu bir felsefi sistem kurmuşlardır. İşte bu felsefenin en güçlü ve en etkili taşıyıcısı Bektaşilik–Kızılbaşlık geleneğidir.
Bu yol, İslam’ın katı, ceza merkezli yorumlarından farklı olarak; insanı merkeze alan, aklı ve vicdanı öne çıkaran, toplum içinde dayanışmayı kutsayan bir anlayışı esas almıştır. Türklerin tarih boyunca “erlik”, “alp”, “eren”, “abdallar yolu” gibi kavramlarla ifade ettiği ahlaki değerler, Bektaşilik içinde sistemli bir düşünce yapısına dönüşmüştür.
Bektaşiliğin Türk toplumundaki rolü yalnızca bir inanç meselesi değildir. Bu yol, Anadolu’daki Türk topluluklarının:
• sosyal örgütlenmesinde,
• askeri kültürde,
• edebiyatta,
• halk hukuku ve etik kurallarında,
• kadın–erkek eşitliği anlayışında,
• komşuluk ve toplumsal barış düzeninde
belirleyici bir yer tutmuştur.
Kısacası Bektaşilik, Türklerin Anadolu’da var oluş mücadelesinin felsefi temeli hâline gelmiştir.
Osmanlı’nın İlk Dönemlerinde Türkmen-Bektaşi Etkisi
Osmanlı Devleti kurulduğu dönemde, etrafında bulunan geniş Türkmen toplulukları sayesinde hızlı bir şekilde gelişme imkânı bulmuştur. Bu süreçte Bektaşi babaları, abdallar, dervişler ve erenler; sınır bölgelerinde hem halkı örgütleyen hem de siyasi otoriteyi güçlendiren önemli figürlerdi.
Aşık Paşazade, Ahmed Yesevi geleneğinden gelen ulu ozanlar, Rum Abdalları ve Hacı Bektaş Velî’nin yolundan yürüyen dervişler; Osmanlı’nın kuruluş döneminin manevi öncüleri olarak kabul edilir.
Osmanlı’nın uç beylikten devlete dönüşümünde Bektaşilik yalnızca bir inanç öğretisi değil; aynı zamanda:
• askerî moral kaynağı,
• toplumsal dayanışma ağı,
• hukuk dışı keyfi uygulamalara karşı vicdani fren mekanizması,
• halk ile yönetici arasında köprü
görevi görmüştür.
Bu nedenle Osmanlı’nın ilk iki yüzyılı, Bektaşi kültürünün devlet katında da büyük saygı gördüğü bir dönemdir.
Yeniçeri Ocağı ve Bektaşi İlişkisi: Manevi Bir Askerî Sistem
Osmanlı’nın kurduğu en önemli askeri kurum olan Yeniçeri Ocağı, kuruluşundan itibaren Bektaşiliğin himayesi altındaydı. Her yeniçeri birliğinin başında bir Bektaşi babası bulunur; savaş öncesi dualar, gülbanklar ve manevi törenler bu babalar tarafından yürütülürdü.
Padişahların – Yeniçerilerin “Gülbank” adıyla bilinen bağlılık yeminleri, bir Bektaşi nefesi gibi hem askeri hem dini bir ritüeldi.
Bu yemin, yalnızca savaş cesaretini değil; aynı zamanda:
• haksız yere kan dökmemeyi,
• halkı korumayı,
• zulme karşı durmayı,
• yoldaşına sadakati
öğütlüyordu.
Bektaşilik, Yeniçeri Ocağı’nın asırlar boyu ayakta kalmasının manevi zırhı olmuştur.
Osmanlı’da Bektaşiliğe........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Tarik Cyril Amar