menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Türkiye’nin Savunma Kapasitesi ve Siyasal Müdahaleler: Stratejik Zaaflar ve Kurumsal Riskler

11 39
25.12.2025

Modern devletler, ulusal güvenliklerini yalnızca askeri teknolojinin gücüyle kurmazlar; aynı zamanda bu gücün stratejik yönelim, kurumsal akıl, liyakat temelli komuta ve siyasal özerklikle birleşmesi gerekir. Son yıllarda Türkiye, savunma sanayiini teknoloji odaklı bir başarı hikâyesi olarak sunmuş, özellikle insansız hava araçları gibi platformlarda dikkat çeken ilerlemeler kaydetmiştir. Kamuoyuna yansıyan bu başarılar, dışa dönük gücün sinyallerini güçlü bir retorikle birlikte vermiştir. Ancak savunma yeteneğinin sadece teknolojiyle ölçülmesi yanıltıcıdır. Savunma kapasitesi, sistemler arası entegrasyon, stratejik planlama disiplini, lojistik sürdürülebilirlik ve komuta-kontrol süreçlerinin gücü ile belirlenir.

Türkiye’nin 21. yüzyıldaki güvenlik ortamı, çok boyutlu tehditlerle karakterizedir. Terör örgütleri, bölgesel güç rekabeti, siber tehditler ve modern harp sahalarının belirsizliği, devletlerin savunma stratejilerini yeniden kurgulamalarını zorunlu kılmıştır. Türkiye de bu ortama adaptasyon çabası içindedir. Ancak mevcut savunma politikalarının siyasal müdahalelerden arınmamış olması, stratejik planlama ile fiili uygulama arasında ciddi tutarsızlıklar yaratmaktadır.

SAVUNMA SANAYİİ SÖYLEMİ VE GERÇEKLİK ARASINDAKİ UÇURUM

Savunma sanayii, son dönemde Türkiye’de ulusal gurur ve stratejik yeterlik göstergesi olarak sunulmuştur. Özellikle insansız hava araçları ve yerel üretim silah sistemleri, ulusal güvenlik söyleminin merkezine yerleştirilmiştir. Bu gelişmeler, uluslararası askeri teknoloji pazarında Türkiye’yi daha görünür kılmıştır. Ancak savunma kapasitesinin sadece bu tür teknolojik ilerlemelerle tanımlanması, güvenlik politikasının temel ilkeleri açısından eksik bir değerlendirmedir.

Modern savunma doktrinleri, bütüncül bir yaklaşıma dayanır. Bu yaklaşım, hava savunma sistemleri, elektronik harp, siber kabiliyetler, komuta‑kontrol altyapısı, istihbarat ağları ve lojistik sürdürülebilirlik gibi birden fazla boyutu içerir. Teknolojik üretim, bu bileşenlerden yalnızca birini oluşturur; tek başına caydırıcı güç üretmez. Türkiye’nin savunma sanayiinde elde ettiği teknolojik kazanımlar, bu bileşenlerin entegrasyonu ve stratejik planlamayla desteklenmediği takdirde kısmi ve geçici faydalar üretir.

Savunma sanayii söyleminin artan siyasallaşması, eleştirilerin milli güvenlik karşıtı bir yaklaşım olarak damgalanmasına yol açmıştır. Bu durum, savunma faaliyetlerinin kamusal tartışma ve denetime kapalı bir alana dönüşmesine neden olmuştur. Oysaki demokratik devletlerde savunma politikalarının hesap verilebilir ve şeffaf olması, hem iç denetimi hem de stratejik uyumu güçlendirir. Türkiye’de bu şeffaflığın sınırlı tutulması, propaganda ile gerçek performans arasındaki uçurumu genişletmiştir.

Öte yandan, havada ve denizde savunma altyapısının zayıf yönleri, savunma sanayiindeki ilerlemelere rağmen görünür olmuştur. Hava sahası ihlalleri, teknik kapasitenin sahip olunan platform sayısı ile ölçülemediğini göstermektedir. Savunma sanayiindeki ilerlemeler, bir beceri ve kapasite varlığını ortaya koysa da, bu kapasitenin operasyonel başarı ve stratejik etki üretmesi için kurumsal normlarla bütünleşmesi gerekmektedir.

Özetle, savunma sanayii söyleminin savunma stratejisinin tüm boyutlarını kapsamadığı ve tekil başarıların bütünsel güvenlik kapasitesi olarak sunulduğu bir gerçeklik mevcuttur. Bu gelişme, stratejik güvenlikle ilgili kamu algısını şekillendirirken, aynı zamanda kritik değerlendirmeleri baskılayan bir retorik aracı hâline gelmiştir.

KOMUTA KADEMESİNDE SİYASAL BAĞIMLILIK VE LİYAKAT EROZYONU

Bir ordunun etkinliği, sahip olduğu silahlardan ziyade bu silahları yöneten komuta kadrosunun profesyonelliği ve bağımsız karar alma kapasitesi ile belirlenir. Türkiye’de son yıllarda askerî komuta kademesinin siyasal iktidarla olan ilişkisinde belirgin sapmalar gözlemlenmiştir. Bu sapmalar, profesyonel askerî normların zayıflamasına, karar alma süreçlerinde gecikmelere ve stratejik esnekliğin kaybına yol açmıştır.

Liyakat temelli atama ve terfiler, askerî organizasyonlarda kurumsal kültürün ve profesyonel disiplinin temelidir. Ancak son yıllarda askerî komuta kadrolarına yapılan atamalarda siyasal uyumun belirleyici olduğu yönünde yaygın şüpheli algılar ortaya çıkmıştır. Bu durum, komuta kademesinin siyasallaşması olarak tanımlanabilir ve askerî profesyonelliğe zarar verebilir. Siyaset‑asker ilişkilerinde........

© Turkish Forum