Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Felsefesi, Tarihsel Olarak Türkmen İnancı Olan Alevilik ve Bektaşiliğin Devamı Niteliğindedir
Anadolu coğrafyası, tarihin en eski dönemlerinden beri dünyanın en önemli kültür ve inanç yollarının kesişme noktası olmuştur. Orta Asya’dan batıya doğru ilerleyen Türk boylarının bu coğrafyada yarattığı kültürel sentez, dünya uygarlıkları açısından benzersiz bir örnek teşkil eder. Türkler bu topraklara gelirken kendi törelerini, inanç sistemlerini ve toplumsal yapılarını beraberlerinde getirmiş; bu mirası Anadolu’daki yerel unsurlarla harmanlayarak özgün bir kültür oluşturmuşlardır. Bu özgün kültürün en önemli damarlarından biri, asırlardır süregelen Alevilik–Bektaşilik geleneğidir. Bu gelenek, Anadolu’nun sosyal, kültürel ve ahlaki dokusunun temel katmanlarından birini biçimlendirmiş ve Türk kimliğinin manevi yapısını şekillendirmiştir.
Türklerin tarihsel yolculuğu, yalnızca siyasi yapılanmalarla değil, aynı zamanda inançsal tercihleriyle de belirginleşmiştir. Orta Asya’dan beri sürdürülen akılcı, doğacı, insan merkezli düşünce sisteminin izleri, Türklerin İslam’ı kabul süreçlerinde de kendisini göstermiştir. İslam’ın Arap yarımadasında ortaya çıkan siyasal ve katı yorumları ile Türklerin özgürlükçü ve töre temelli kültürü arasında zaman zaman uyuşmazlıklar yaşanmış; bu nedenle Türk toplulukları İslam’ı kendi değerlerine uyacak biçimde yorumlamayı seçmiştir. İşte bu noktada Alevilik–Bektaşilik, Türklerin inanç dünyasında bir “köprü” görevi görmüş; eski töresel inanç ile yeni kabul edilen din arasında bütünleştirici bir işlev üstlenmiştir.
TÜRKLERİN İSLAMLAŞMA SÜRECİ VE ALEVİ–BEKTAŞİ İNANCININ TEMELLERİ
Arap fetihlerinin Orta Asya bozkırlarına uzandığı ilk dönemlerde Türk boyları, İslamlaşma sürecine hızlı bir şekilde girmemiştir. Tarihsel kaynaklar, Türklerin Arap yayılmacılığına karşı uzun süre direndiğini ve dış baskıyla din değiştirmeye yanaşmadığını göstermektedir. Bu durum, Türklerin kültürel özgünlüğü koruma konusundaki kararlılığının bir yansımasıdır. Türk töresi, insanın iradesini kutsal sayar; zorla dayatılan bir inancı kabul etmeyi töreye aykırı görürdü. Bu nedenle Arap ordularının askerî ve siyasi baskıları, Türk toplulukları üzerinde beklenen etkiyi yaratamamıştır.
Bu direniş yalnızca siyasi değil; aynı zamanda felsefi bir tavırdı. Türklerin eski inanç sistemleri olan Gök Tanrı inancı, doğaya saygı, çok katmanlı ahlaki yapı ve bireysel sorumluluk üzerine kuruluydu. Bu sistemde kadın ile erkek eşit kabul edilir; toplumda tartışma kültürü, toy geleneği ve özgürlük duygusu güçlüydü. Arap yarımadasında ortaya çıkan erken dönem İslam uygulamaları ise daha hiyerarşik ve katı bir toplumsal yapıya dayanıyordu. Bu yapısal fark, Türklerin İslam’ı olduğu gibi kabul etmeyip, onu dönüştürmesine yol açtı.
Türklerin İslam’a geçişinin zorla değil, zaman içinde doğal bir kültürel etkileşim sonucu olduğu anlaşılmaktadır. Türk toplulukları, İslam’ın tasavvufi boyutunu, yani akla, sevgiye, eşitliğe ve içsel arınmaya dayanan yorumunu daha yakın bulmuştur. Bu nedenle Türklerin İslamlaşması, Arap dünyasındaki siyasi–mezhepsel gerilimlerden ziyade, Horasan erenlerinin insan merkezli öğretisi üzerinden gerçekleşmiştir.
Horasan’dan Anadolu’ya yayılan bu tasavvufi yol, daha sonra Bektaşilik–Alevilik adını alacak olan irfan geleneğinin de temelini oluşturmuştur. Yani Türklerin İslam’ı kabul biçimleri, İslam’ın Arap siyasi yorumu değil; kendi kültürel dokularına uygun bir tasavvufi ve insancıl yorumdur.
Türkler İslam’ı kabul ettikten sonra bile eski törelerinden tümüyle kopmamıştır. Bunun yerine, törelerini yeni dinle sentezleyerek özgün bir düşünsel altyapı oluşturmuşlardır. Ahmed Yesevî ve onun yolundan yürüyen dervişler, İslam’ın sevgi, tevazu, eşitlik ve hoşgörüye dayanan yorumunu Orta Asya’da yaymış; daha sonra bu öğretinin Anadolu’daki devamcıları Hacı Bektaş Veli gibi büyük erenler olmuştur. Bu nedenle Alevi–Bektaşi düşüncesi, İslam’ın Anadolu’daki en doğal Türk yorumudur.
Bu öğretide dogmatik kurallardan ziyade akıl, irfan, vicdan ve insan sevgisi öne çıkar. İnsan, yaratılanın en değerli varlığıdır ve Tanrı’nın yansımasını taşır. Bu anlayış, Türklerin eski inançlarında da bulunan “kam–insan bütünlüğü” fikrinin İslam tasavvufu içinde yeniden doğmuş hâlidir. Bektaşi geleneğinde Allah–insan–evren denkleminde keskin ayrımlar değil; bir bütünlük anlayışı vardır.
Alevi–Bektaşi topluluklarında kadın ile erkek eşit kabul edilir; cemlerde yan yana otururlar. Bu, İslam’ın erkek egemen yorumlarını benimsemeyen özgün bir Türk yaklaşımıdır. Türk töresindeki kadın algısı Anadolu Aleviliğinde devam etmiştir. Bu nedenle Alevilik–Bektaşilik, yalnızca bir dini yorum değil; aynı zamanda bir sosyal adalet sistemi, bir ahlak öğretisi ve bir özgür düşünce geleneğidir.
Bu özgün yapı, Türklerin hem Selçuklu hem Osmanlı dönemlerinde kültürel kimliğini belirleyen en önemli etkenlerden biri olmuştur. Türkmen boylarının çoğu yüzyıllar boyunca bu inanç sistemini benimsemiş ve yaşam tarzlarını buna göre şekillendirmiştir.
BEKTAŞİLİK, TÜRKMEN KİMLİĞİ VE OSMANLI DEVLETİ
Bektaşilik, Anadolu’ya yayıldığı ilk dönemlerden itibaren yalnızca bir tasavvufi yol değil; aynı zamanda bir toplumsal düzen kurumu hâline gelmiştir. Bektaşi dergâhları, Anadolu’nun dört bir yanında eğitimin, kültürün ve dayanışmanın merkezleri olarak işlev görmüştür. Türkmen boylarının inanç önderleri olan dedeler ve babalar, halkın hem dini hem de kültürel rehberleridir. Alevi ocakları, Anadolu’nun en ücra köşelerinde bile toplumsal düzeni sağlayan kurumlar olmuştur.
Bu yapılar, Türk halkının hem töresini hem de ahlaki kurallarını kuşaktan kuşağa aktarmasını sağlamıştır. Özellikle Anadolu’nun uç bölgelerinde yaşayan Türkmen topluluklarında, Bektaşi babalarının nüfuzu oldukça büyüktü. Bu toplumlarda adalet,........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Tarik Cyril Amar