ÖZBEKİSTAN GEZİ NOTLARI: SEMERKANT'A DOĞRU
ÖZBEKİSTAN GEZİ NOTLARI: 5
(08.10.2025, Taşkent)
Dün sabahtan “gece 04.00’de hazır olun” diye duyuru yapılmıştı. En geç 04.15 dendi. 21.00 gibi yattık. Saati sabah 03.00 için kurmuştuk. 03.30’da lobiye indik. Bizden önce dört arkadaş aşağı inmişler. İki otobüs gelecekmiş. Kapının dışı serin, 12C derece. Biraz lobide oturuyoruz. Araçlar 04.30’da geldi. 05.15’de tekerler dönüyor. Şükür. Hemen kemerlerimizi taktık. Uyarım üzerine etraftaki arkadaşlar da kemerlerini taktılar. Türkiye’de de büyük şirketlerin her mola sonrasında” kemerleriniz takın“ diye birkaç kez uyarı yaptıklarını son zamanlardaki seyahatlerimde gördüm. Çoğu insanımız da buna uyuyor. Seyahat şirketleri bir kaza anında çok ağır maddi tazminatlarla karşılaştıkları için buna daha çok dikkat eder oldular diyor, hukukçu oğlum. Mesela alkollü araç kullanılması halinde oluşacak kazalara sigorta şirketleri ödeme yapmaz. Keza; yolcu kemer takmamış ve bu da yaralanmayı artırmışsa, sigorta şirketi "kusur indirimi" uygular. Yargıtay kararlarına göre genellikle bu indirim oranı ile P arasında değişiyor diye de ekliyor.
Yolculuğun 4-5 saat süreceğini öğreniyoruz. Taşkent’ten Semerkant’a giden yol güney batı istikametinde. Buhara ise tam batıda yer alıyormuş. Taşkent içinde yollar geniş, dört şerit gidiş, dört şerit dönüş. Binalar yoldan 5-10-20 metre uzaklıkta. Arada paralel bir yan yol var. Ay dolunay halinde, sanki bizi sürekli takip ediyor. 06.10, etraf aydınlanmaya başladı. 06.22 gibi güneş henüz doğuyor. Yol iki gidiş, iki gelişli bölünmüş yola döndü. Sırderya (Seyhun) nehrinin üzerindeki uzun köprüden geçiyoruz. Nehir büyük ve suyu bol. Bölgenin can suyu, geniş ovaları suluyor, hayat veriyor.
SEYHUN –CEYHUN / SEYHAN –CEYHAN NEHİRLERİ
Adana Çukurova’daki Seyhan ve Ceyhan nehirleri adları bu coğrafyadan gelen atalarımızca konmuş, Seyhun ve Ceyhun nehirlerine çok benzettikleri için. Gerçekten de Seyhan–Ceyhan ile Seyhun–Ceyhun (Türkistan /Orta Asya’daki iki büyük ırmak) arasında hem isim olarak hem de kültürel bir bağlantı vardır. Ancak bu doğrudan coğrafi değil; dini, kültürel ve tarihsel aktarım yoluyla oluşmuş. Sırderya (Seyhun, antik Jaxartes) Kazakistan – Özbekistan sınırları içindedir. Amuderya (Ceyhun, Antik Oxus) Tacikistan – Özbekistan – Türkmenistan – Afganistan sınırları içinde yer alır. Bu iki nehir, Orta Asya’nın en büyük iki ırmağı olup, tarih boyunca Türkistan ile İran kültür dünyasını birbirinden ayıran doğal sınır olmuş. İslam dünyasında, bu iki nehir hadislerde de yer alır ve İslam coğrafyasında çok önemlidir. Hadislerde geçen cennet nehirleri arasında “Seyhan, Ceyhan, Fırat, Nil” sayılır. (Müslim, İman, 283) İslam coğrafyacıları özellikle 8.–10. yüzyıllarda Hz. Peygamber’den rivayet edilen cennet nehirleriyle gerçekte var olan büyük ırmakları özdeşleştirmeye başladılar. Seyhun ve Ceyhun kelimeleri de Arapça. Seyhun, akan; Ceyhun, taşkın, coşkun akan anlamlarında.
YOLA DEVAM / SIRDERYA
Arazi dümdüz. Uzak ufuklar puslu, kuşlar beslenme alanlarına doğru uçuyorlar. Günün erken, ilk saatleri çünkü. Sırderya (büyük nehir anlamında) adlı bir yerleşim yerinden geçiyoruz. Ulaşım ve tarım bölgesi. Sırderya adı hem vilayet, hem 45-50 bin nüfuslu bir şehir hem de nehir adı. Muhtemelen şehrin dışından veya kenarından geçtiğimiz için gördüğümüz evler bahçeli tek katlı. Yol eski genişliğinde değil. Ama yol yapım çalışmalarını birçok yerde görüyoruz. SSCB zamanında bölgede pamuk ekimi zorunlu hale getirilmiş, ama endüstrisi değil. Etrafta Türkiye’den iyi tanıdığımız saksağan ve serçe kuşları pek çok. Çocukken ninem serçelere “köy kuşu” derdi. Yol boyunda bahçeli, avlulu evler ve sıkça sıralı ağaçlar görüyoruz. Yol beton bariyerlerle ikiye bölünmüş. Asfalt kalitesi yer yer kötü, yer yer iyi. Bunu aracın sarsıntısı ve çıkardığı seslerden de anlıyoruz. Yolda İslamabad levhası görüyoruz. Burada ilçeye “tuman” deniyor. Rusça’dan kalma “rayon” kelimesi de aynı anlamda kullanılıyor. Göktürk Türkçesinde “tümen” bin demektir diyor eşim. Bizde askeri terim olarak kullanılıyor halen. Sol taraf ufkumuzda güneş kızıl-sarı renkte, düz arazi üzerinde yükseliyor. Uzaktaki pusun üzerine çıkınca parlaklığı ve kamaştırıcılığı artıyor. Semerkant’ a 207 km kaldı. (06.42) Semerkant tarihi İpekyolu üzerinde çok önemli şehirlerden biri. Bugün bile bu önemi devam ediyor. Ufuklarda hiç dağ yok, arazi dümdüz. Karayoluna paralel bir demiryolunu fark ediyoruz. Bir su deposunun üzerinde “suv” yazısı görüyoruz. Eşim dilci. O, bazı mahalli ağızlarda bu kelime “suy” olarak yaşıyor bizde diyor. Kelimenin tarihi gelişimini elimdeki not defterine yazıveriyor. Köktürkçede “sub” ˃suv˃suy˃su olmuş, diyor notunda. Yani son harf b˃v˃y olmuş.
SAĞLAMAK AMA NASIL
Yolda epeyce kamyon ve TIR var. Yolun ağır vasıtalara tahsisli en sağ dış şeriti ağır vasıtalarca bozulunca burada “sollamak” kavramı “sağlamak” olmuş sanki. Çünkü küçük veya büyük birçok araç sol şeridi arkadan gelecekler için hiç boşaltmıyor. Dolayısıyla öne geçmek isteyen daha hızlı araç ve sürücüler hızla en sağ şeritten geçiveriyor. Bu da kanıksanmış bir durum burada. Yol boyundaki arazilerde üzeri açık büyük veya küçük sulama kanalları görüyoruz. Yol üstünde çok sayıda nar satan satıcı görüyoruz. Yine yol üzerindeki bir lokantanın tabelasında “Özbek Milli Taomlar” yazılı. Ayrıca “Patir, Yağlı Patir (sütlü pide) yazıları da. Bir okul arkadaşımın soyadı “Patır” idi. Anlamını şimdi öğreniyorum. Taom, bizde seyrek de olsa “taam” şeklinde kullanılıyor. Yemek demek. Birkaç örnek Özbek Türkçesi;
Bugun taom juda mazali edi.
Bugün yemek çok lezzetliydi.
Onam milliy taom tayyorladi.
Annem milli yemek hazırladı.
Restoranda taomnoma so‘radim.
Restoranda menü (yemekname ?) istedim.
Bu taom Ozbekiston milliy taomidir.
Bu yemek Özbekistan’ın milli yemeğidir.
Bunlar Özbek dilindeki okunuşları. Türkiye Türkçesinde cümleyi anlarken “a”ların “e”; “o”ların “a” olarak anlamak gerekiyor. “Onam” kelimesi “onam” okunuyor, yani bizdeki “anam” kelimesi. Yemek listesi “menü” anlamındaki “Taomnoma”yı “taamname” olarak da anlayabiliriz.
ÇEVREDE GÖRDÜKLERİMİZ
Asfalt kötüleşti. Etrafta bağlar, leylek yuvaları görüyoruz. Leylekler daha göç etmemişler. Tarihin 8 Ekim olduğunu hatırlatayım. Büyük baş hayvan sürüleri, pamuk tarlaları aralarında yayılıyorlar. Dikkatimizi çekti; bizim salma sulama dediğimiz, kimilerinin toprağı bozduğunu ifade ettikleri “vahşi sulama” epeyce fazla. Küçük, orta ve büyük üstü açık su kanallarını sıkça görüyoruz. Su pek bolmuş gibi davranılıyor; görünen o. Çatlayan kırılan kanallarda akan sular yer yer büyük birikintiler oluşturmuş. Sırderya’nın suları daha iyi kullanılmalı, kapalı sistem kanallar ve borulara, damla sulamaya geçilmeli diyor beynim. Semerkant’a 162 km var, levhada. (07.21) Kahvaltı yapmadan çıktığımız için 07.30 gibi bir yerde Sırderya’ya bağlı Akalın tumanında /rayonunda (kasaba) mola veriliyor. Bir dükkândan 2 kabaklı samsa[1] ve 2 çay alıyoruz eşimle; 15000 som (53 TL). İşletme temiz, sade; samsalar lezzetli, çay ise taze idi. Diğer arkadaşlar da bir şeyler alıyorlar veya verilen kumanya kahvaltıdan bir şeyler atıştırıyorlar. Esas kahvaltı yeri daha sonra imiş. Bu mola biraz ihtiyaç için denilebilir. Yan yana 10 kadar aracın aynı anla dolum yapabileceği metan gazı dolum tesisi biraz ilerimizde. İlk anda burayı bir elektrikli araç dolum durağı sanıyorum. Ancak tarımla uğraşan insanların arazi için tercih ettikleri eski model araçların varlığı ile buranın elektrik değil, çok ucuz olan metan gazı dolum tesisi olduğunu öğreniyoruz. Bu arada yanda dışı temiz ve yeni bir tuvalet binası var. Üzerinde “Hojatxona” yazılı. Özbek Türkçesinde okunuşu “Hocathona” olarak okunuyor. Bizde az kullanılan hacethane kelimesi. Yola devam ediyoruz. Taşkent’ten ayrılalı 156 km olmuş. Cizzah vilayeti (Jızzah Viloyatı / okunuşu Cızzah Viloyatı) sınır tabelasını okuyoruz.
OQSAROY’DA KAHVALTI MOLASI / ORTAK YAZI DİLİ
Bir saatten biraz fazla bir süre sonra Oqsaroy yazılı, Oksaroy şeklinde okunan bir ikmal yerine giriyoruz. Bizdeki Aksaray. Bunlara şaşırmamak da gerek. Şiveler bizde de yazı dili olsaydı ilginç yazılarla karşılaşırdık. Şiveler yazı dili olsaydı –ki buralarda olmuş- hem akraba hem de ayrı diller gibi görünebilir, kalıcı da olabilir. Ancak gelişen teknolojiler sayesinde ortak izlenen TV kanalları ve diziler, Yunusemre Enstitüleri gibi Türkçe dil merkezleri, öğrenci mübadeleleri, ortak üniversiteler, karşılıklı şirket ve iş yeri açmalar, ziyaret ve seyahatlerin artması ile dilde buluşma ve anlaşma kolaylaşıyor ve artıyor. TV dizilerinin etkileri konusunu daha önce bir yazımda kısa olarak bahsettiğimi hatırlıyorum. Burada tekrarlamakta bir mahzur görüyorum. Türkistan coğrafyasının[2] en ücra köşelerinde bile izlenen bu kanallar ve diziler sayesinde Türkiye Türkçesi neredeyse ortak iletişim dili olma yolunda hızla ilerliyor. Türkiye, TV dizileri ihracında dünya genelinde 2. sıradadır. Birinci sırada uzun yıllardır ABD bulunur. İkinci sırada ise Türkiye, özellikle 2010’lardan itibaren Ortadoğu, Balkanlar, Latin Amerika ve son yıllarda Güney Asya’da büyük bir pazar payına sahip olmuş durumda. Türk dizileri 150’den fazla ülkeye satılmakta ve yıllık ihracat geliri 600 milyon doların üzerine çıkmaktadır (bazı kaynaklara göre 750–800 milyon dolar bandı). En çok ihraç edilen diziler arasında Muhteşem Yüzyıl, Diriliş Ertuğrul, Ezel, Kara Para Aşk, Kara Sevda, Çukur, Sen Çal Kapımı gibi yapımlar bulunuyormuş. Bir de Türkiye kanallarına Türk uyduları sayesinde dünyanın pek çok yerine doğrudan, kısmen de genelağ üzerinden ulaşılabilmesi bu inanılmaz sonuçları getiriyor. Bütün bunlara ilave olarak seyahat ve turizm gelirlerinin, ticari bilinirliğin artması ek imkân ve fırsatlar sunuyor. Doğal olarak yakın uzak çevremizde bütün bunlar sevgi ve ilgiyi artırdığı gibi, rekabet, kıskançlık ve hatta husumeti de artırıcı etki yapabiliyor. Dünya bu…
AZERBAYCAN HARF İNKILABI
Türkiye Türkçesinde 29 harf varken, bölge ülkelerinin ses ihtiyacına göre ilave harflerle 34 harfe çıkmış ortak Latin alfabesi. Olsun, Kiril alfabesine göre çok daha kolay. Türkiye Türkçesinde kelimeyi anlamak için “o”ların “a” olduğunu hatırlamak, bilmek gerekiyor. Osmanlı döneminin son zamanlarında da alfabe ile ilgili bazı arayışlar olmuş. Ancak Arap Alfabesinden Latin alfabesine ilk geçiş Azerbaycan’da oluyor. 1929 yılında Sovyetler Birliği’nin genel politikası doğrultusunda Yeni Türk Alfabesi (Yanalif) adıyla Latin kökenli alfabe resmî olarak kabul edildi. Yanalif kelimesini yeni-elif ? olabilir diye tahmin ettim ama yapay zeka biraz dolambaçlı anlattı. Dilci eşime sordum; yeni-elif doğru diyor. Yapay zekâ “yanalif” ne demek diye soruma Azerbaycan Türkçesi ile aynen şu cevabı vermişti. Bakalım anlaşılacak mı?
Yenidən yaradılmış latın əlifbası” deməkdir. “Yangı natim lifi” → Yanalif[3]. Bu termin tarixdə 1920–1930’cu illərdə Sovet Türkləri üçün hazırlanmış vahid Latın əsaslı əlifbanı ifadə edir. O dövrdə Tatar, Başqırd, Qazax, Qırğız, Azərbaycan və digər Türkdillilər üçün ortaq bir Latın əlifbası tətbiq olunmuşdu.
Yanalif; Yeni Latin Elifbası (alfabesi) demektir. Yapay zekâ metninin aslında, Sovet (Sovyet) kelimesi dışında yer alan bütün özel isimlerin........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein