Hind Rajab’ın Sesi’yle yüzleşmek
Diğer
25 Aralık 2025
"Hind Rajab’ın Sesi" filminden bir kare
Yönetmen Kaouther Ben Hania’nın, 2025 Venedik Gümüş Aslan Büyük Jüri Ödülü’nün yanı sıra birçok ödül alan “Hind Rajab’ın Sesi” filmi, savaşın nasıl işlediğine dair basit ama rahatsız edici bir soruyu yeniden gündeme getiriyor. Bir tanıklık ne zaman ahlaki ve siyasal bir yükümlülük üretir, ne zaman yalnızca kayda geçirilmiş bir ses olarak kalır?
Gazze’de, ailesinin öldürüldüğü bir aracın içinde, cesetlerin arasında sıkışmış 6 yaşındaki bir kız çocuğu saatler boyunca bir yardım hattında. Hattın diğer ucunda yer alan iki görevli konuşmayı kesmiyor, çünkü susmak, çocuğu tek başına bırakmak anlamına geliyor. Bu noktada ses, artık bir anlatı olmaktan çıkıp, hayatta kalmanın kendisine dönüşüyor.
Ambulansın mesafesi sekiz dakika. Bu bilgi önemli, çünkü yaşananların “imkânsızlık” ile açıklanamayacağını gösteriyor. Aşılması gereken bir yol değil, geçilmesi reddedilen bir eşik var. Koruma yükümlülüğünün fiilen askıya alındığı bir eşik. Dolayısıyla burada söz konusu olan şey bir aksaklık ya da talihsiz bir koordinasyon hatası değil, hangi hayatların kurtarılabilir kabul edildiğine dair bir tercih.
Telefondaki görevlinin “Hangi okula gidiyorsun?” sorusu, bu tercihin yarattığı kopuşu daha da görünür kılıyor. “Mutlu Çocukluk” yanıtı, çocukluğun evrensel bir deneyim olmaktan çıkıp bağlamsal bir ayrıcalığa dönüştüğü anı işaret ediyor.
Ardından gelen “Hangi rengi seviyorsun?” sorusuna verdiği “Hiçbir şey sevmiyorum” yanıtı ise korkudan çok, gelecekle bağın koptuğunu anlatıyor. Bu, travmanın değil, zamanın askıya alınmasının, bir başka deyişle geleceğe dair inançsızlığın dili.
Bu noktada mesele bilgi eksikliği değil. Bilgi var. Yer biliniyor, zaman biliniyor, ihtiyaç biliniyor. Eksik olan şey, bu bilginin kamusal bir baskıya dönüşmesi. Medya tam da burada belirleyici bir rol oynar. Görünürlük kendiliğinden oluşmaz, seçilir. Bazı acılar anında küresel bir olaya dönüşürken, bazıları ancak ölümden sonra fark edilir.
İnsani yardım pratiklerinde görünürlük çoğu zaman belirleyici bir eşik işlevi görüyor. Tanıklık kamusal hâle geldiğinde baskı üretiyor, baskı da hareket alanı açıyor. Hind Rajab olayında bu zincir kurulamadı. O an ne kameralar oradaydı ne canlı yayınlar vardı, ne de “acil” olarak kodlanan bir küresel dikkat. Bu nedenle telefondaki ses, bir kurtarma sürecine değil, gecikmiş bir tanıklığa dönüştü.
Savaş haberlerinin teknik dili şiddeti yönetilebilir ve soyut hâle getiriyor. Oysa bir çocuğun sesi bu dili bozuyor. Görüntü izleyiciye mesafe tanıyabilir, ama ses tanımıyor. Kulak verildiğinde, mesafe ortadan kalkar. Belki de tam bu nedenle, sesin dolaşımı daha sınırlı kalıyor.
Buradaki mesele aslında karmaşık değil. Sorun, bazı hayatların yas tutulabilir, bazılarının ise yalnızca sayılabilir kabul edilmesi.
Bazı çocuklar evrensel bir ahlaki topluluğun parçası olarak görülüyor, bazıları ise coğrafyalarıyla birlikte bu topluluğun dışında bırakılıyor. Bu ayrım, insan hakları ihlallerinden önce geliyor, çünkü hangi ihlalin “önemli” sayılacağını belirleyen zemin tam da burada kuruluyor.
Hind Rajab’ın Sesi işte bu zemini rahatsız ediyor. Bir istatistik değil. Bir propaganda nesnesi de değil. “Sivilleri koruyoruz” iddiasıyla işleyen uluslararası düzenin sınırlarını açığa çıkaran bir kayıt.
Bugün bu sesi hatırlamak, yalnızca bir çocuğu anmak anlamına gelmiyor. Aynı zamanda şu soruyla yüzleşmeyi gerektiriyor: İnsanlık, kimin hayatı........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein
Beth Kuhel