menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ablası İzmir’den zeytinyağlı yaprak sarmayla geldi

25 36
19.12.2025

Diğer

Konuk Yazar

19 Aralık 2025

Birkaç yıldır üyesi olduğum tiyatro ödülleri jürisinin son toplantısında dersini çalışmayıp ödevini yapmamış talebe gibi bir köşede sessiz durdum.

Toplantı sonunda kapanışa doğru, ¨Ne o, süt dökmüş kedi gibi sessiz kaldınız!¨ diye şakalaşıldı.

2025-26 tiyatro sezonu diye adlandırılabilecek bu yıla ait sadece ekim, kasım, aralık aylarında jüri üyelerimizin seyrine gittiği, izleyip yorumladığı İstanbul’daki oyunların toplamı 69’a erişmiş, bense bunlardan sadece 8’ini izlemiş bulunuyordum. Mahcup olmayıp da ne etmeli!

Ümidi kesmiş vaziyetteydim; sadece İstanbul’da, bu sayının kesinliğinden şüphe duymakla beraber, 125 kadar tiyatro salonu bulunuyor ve hemen her gece buralarda ¨tiyatro¨ izleniyordu.

Bunlara yetişmesi ne mümkün!

Devlet Tiyatroları, İstanbul Şehir Tiyatroları, yerel belediye ve kurumların tiyatro sahneleri, ayrıca yüksek maliyetli ve sinemada-televizyonda parlamış şöhretleri sahneye taşıyan, o nedenle bilet fiyatları 3-5 bin TL seviyelerinde olan pahalı yapımlara açılmış sahneleri bir yana bırakırsanız; 125 sahnede her hafta farklı oyunların matematiği, bize bu yıl, şöyle böyle iki yüz, belki biraz daha fazla oyunun perde açacağını gösteriyor.

Şimdiden ¨Tatar Ağası gibi yayan¨ kaldığım, yetişmesi de pek mümkün görünmeyen bu izleme maratonunda niye böyle ve daha şimdiden yorgun argın, hatta bıkkın olmaklığımı, jürideki değerli dostlarıma aktarmıştım.

Şöyle düşünmekteydim; hâlen öyle düşünüyorum.

Dünyaya kötülük etmişler listesinin en başına neo-liberalizm belasını saran Reagan-Theatcher ikilisini koydunuz mu, arkası kolayca gelir.

Ne güzel; dört ayak üstünde yürürken, birden Homo Erectius olmak ısrarıyla ayağa kalkmayı bile 2 milyon yıl evvel tamamlamış insan türü, bu neo-liberal siyasetin küreselleşmiş internetiyle, bugün, bütün çağların en süratle yaşayan ama yalnızlığında kıvranan hapishanesine mahkûm edildi.

Tek soluk alabildiği yer ¨yankı odaları¨dır ve orası, kendi söyler kendi dinler misali cep telefonlarının ekranıdır.

Böylesine kahredici bir tek başınalık, bugünün hızlanmış insanını dünyaya kolundan tutulduğu gibi fırlatılmış bir şaşkınlığın içinde bırakıyor.

Toplumsal gerçeklikten, kendinde sınıf olmaktan uzak, neo-liberalizmin Türkiye’deki Özalcı sloganıyla, ¨Benim memurum işini bilir¨ ve ¨köşeyi dönmeyi beceriniz¨ gibi vurgularla sınıfından koparılmış bireylerin, tekrar biz nerede kalmıştık diyeceğini beklemek bundan sonrasında pek safça bir ümit olacak.

O halde insana kendi yalnızlığının travmalarından başkası kalmıyor.

Tiyatro madem toplumun aynasıdır, haliyle bundan nasiplenmekte...

Oyunların, bir yüzdesini vermesi zor ama, hemen neredeyse tamamı tek kişilik yahut iki, haydi haydi üç oyuncuyla kotarılan oyunlara dönüştü. Bu dönüşümün ardında yatan gerçekliği görmezden gelmek de imkânsız.

Ne ki, sahnelenen oyunların neredeyse tümünde metin yazarları oyunculara karakterin geçmişiyle didişmesini öneriyor.

Bu oyunların ağırlıklı bir kısmı bireyin kendisiyle-yakın aile çevresiyle didişen türde anlatılar içeren metinler üzerine kurulu.

Tek kişilik oyun, bir tiyatro türüdür. Kısa oyun, minimalist tiyatro, alan tiyatrosu, oda tiyatrosu imkânları içinde küçük kadrolu oyun gibi sınıflamaların tartışmasına girmek niyetinde değilim; bu ayrı bir değerlendirme.

Hepsi tiyatronun türleridir, hem geleneksek hem de sanat anlayışı düzeyinde kabul görür.

Bugünün Türk tiyatrosu bireyin kırılganlığı, incinmiş ve örselenmişliği........

© T24