menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Koleksiyoncunun kaleminden: Hayvan haklarının tarihsel öyküsü

24 10
02.06.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

02 Haziran 2024

Yerleşik hayata geçilmesiyle başlayan hayvanların evcilleştirilmesi köleleştirmeye dönüşmüş, hayvan bedeni insanın tasarrufuna girmiş.

Tarihsel süreç içinde hayvan hakları toplumsal olmasa da bazı kişilerin gönlünde ve gündeminde olmuş. Platon, Einstein, Pisagor, İsa, Lincoln ve Nobel Barış Ödüllü Albert Schweitzer gibi isimlerin bazılarında hayvanlardan yararlanmacı fikirler gelişmiş, bazı gönüllerde de hayvanların acısı yeşermiş.

Tüm dinler hayvan hakları üzerinde şu ya da bu şekilde yorum yapmışlar. Bazıları insan dışındaki canlıları korumaya çalışırken bazıları da insan lehine tasarrufu açık bırakmış; hayvanlar her daim kurban, adak, gıda ve zevk unsuru olarak inanç sistemlerinde yer almış.

Budizm, Hinduizm ve Jainizm gibi Doğu dinlerinde şiddetsizlik anlamına gelen "ahiṃsā" kavramı merkezi bir prensip olarak ortaya çıkmış olsa da zaman içinde hayvan cinsleri üzerinde koruma farklılıkları oluşmuş.

Jainizm tüm hayvanlara zulüm yapılmasını yasaklamış, hatta müritlerinin besicilik ile uğraşmamasını buyurmuş. Bırakın etini, sütünü, her alanda kullanımı olan derisini, ipek böceğinin kozasından örülmüş kumaş giyilmesi bile yasaklanmış.

Eski Ahit yaratılış felsefesinde varoluşun zirvesi olarak insanı ön plana almış, insanın tüm hayvanlar üzerinde özel ve ayrıcalıklı bir konumu olduğu gerçeği içinde, "gerek bitkileri gerekse de yaşayan her hareketli şeyi et olacak şekilde sana verdim" düşüncesini ön plana çıkartmış.

Hristiyanlık öncesinde hayvanlara saygı düşüncesi cılız da olsa Antik Yunan'da ortaya çıkmış. Bugün üçgenin kenarları arasındaki temel ilişkiyi ilk kez kuran teoremin sahibi olarak bildiğimiz Pisagor'un adı o yılların kayıtlarına hayvan haklarının ilk savunucusu olarak geçmiş. Denilen o ki, Pisagor yaşamı boyunca hayvanlara iyi ve saygılı davranmayı teşvik etmiş, hatta bazı kaynaklara göre vejetaryenliği savunan ilk bilinen isim oymuş.

Aynı yıllarda hayvanların tedavisi de gündeme gelmiş olsa da baskın düşünce ekolü Aristoteles tarafından dile getirilmiş, hayvanların sadece mal olduğu savunulmuş. Her ne kadar Aristoteles günümüze dek ulaşan görüşleriyle çok konuda metanetli savlar ortaya koymuş olsa da hayvanların doğası gereği insan için kullanılacak bir meta olduğunu savunmuş, köleliği desteklediği gibi hayvanların da yalnızca insanlar için var olduğuna inanmış.

Aristoteles, insana ait "akıl yürütme" yeteneğinin canlılar arasındaki üstünlüğü olduğunu dile getirmiş; "şeylerin mutlaka bir amaç için olduğu" teolojik doktrini içinde hayvan varlığını yorumlamış. Ona göre yağmurun amacı bitkileri sulamak, hayvanların varlığı insanı beslemekmiş. Tanrıların erkeklerden, erkeklerin kadınlardan, Yunanlıların da diğer ırklardan üstün olması yanında insan bütün hayvanlar üzerinde mutlak yetkiye sahipmiş ve onlara her istediğini yapabilirmiş.

MÖ 4. yüzyılda Aristo'nun öğrencisi Theophrastus, hayvanların da insanlar gibi akıl yürütebileceğini, bu yüzden de acı çekmemek, öldürülmemek gibi hakları olduğunu savunmuş ama ne yazık ki Antik Yunan toplumunda ve sonrasındaki yüzyıllar boyunca kabul gören düşünceler Pisagor'un değil, Aristoteles'in görüşleri olmuş.

MÖ 273 – 232 yılları arasında Hindistan'da Kral Ashoka döneminde hayvan hastaneleri inşa edilmiş.

MS 2. yüzyılda Galen tıbbı deneylerinde domuz, maymun ve köpekleri kullanmış. Artık kobay olarak işkenceye uğrayan hayvanların sessiz haykırışları yüzyıllar boyunca sürecekmiş.

Yunanlıların hayvanların durumuna karşı olan kayıtsızlığı, Roma İmparatorluğu döneminde zulme dönüşmüş; tüm hayvanların sistematik olarak eziyet çektiği yıllar içine girilmiş.

Roma İmparatorluk dönemi, 400 yıl boyunca hayvanlara, kölelere ve esirlere uygulanan kötü muameleyle ön plana çıkmış, her türden yüz binlerce hayvan günlük hayatta tarif edilemez zulme maruz kalmış.

Uzak coğrafyalara yapılan seferlere etiyle, sütüyle, derisiyle ve gücüyle, katılan hayvanlar aynı zamanda şehir yaşamının eğlencesi de olmuş. Sirklerde akıl almaz işkencelerle eğitilen her türden hayvanlar arenalardaki ölümlü dövüşlerde toplumu oluşturan bireylerin kanlı eğlencesinin öznesi olmuş.

Roma İmparatorluğu'nun gerileyerek yerini karanlık yıllara bırakması neticesinde gelişmiş şehir medeniyetleri kültürel değerlerini kaybetmeye başlasa da kazanan hayvanlar olmuş, hayvanlara yönelik zulmün boyutları -bir ölçüde- azalmış.

13. yüzyıldaki İtalyan filozof ve ilahiyatçı Aziz Thomas Aquinas, Aristoteles'in fikirlerini kendi döneminin teolojik eğilimine göre yeniden yorumlamış. İnsanı diğer tüm hayvanlardan farklı kılan şeyin akıl yürütme yanında "rasyonellik yeteneği" olduğu savıyla Hristiyan teolojisine bir dokunuş katmış. Ona göre hayvanlar ölümsüz ruhlara sahip değilmiş, insanların hayvanlara karşı doğrudan bir yükümlülüğü olmadığı gibi........

© T24


Get it on Google Play