menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Eren Keskin: Güran ailesi o açıklamayı yapmadan önceki akşam bazı milletvekilleri yanlarındaymış, Narin’in ailesinin bir adli tıpçıdan görüş aldığını düşünüyorum

71 60
16.09.2024

Diğer

16 Eylül 2024

Tam yirmi beş gündür bir kız çocuğunun yok ediliş sürecini içimizden parçalar koparak izliyoruz. Aslında ilk günden biliyorduk hepimiz bir umut falan olmadığını ama umutlanmak istedik, diğer kaybettiğimiz çocuklarda olduğu gibi. Narin Güran’ın minik bedenin Eğertutmaz Deresi’nde bulunduğu andan beri ise kâbuslarımız koyulaştı. Ailesindeki tek kişiye dahi güvenemeyen çocukların ülkesinin yasını tutuyoruz.

Narin’in ailesinden tutuklanan ve sorgulanan kişilerin toplam sayısı her gün değişiyor, değişmeyen tek şey ise Güran ailesinin ‘sessizlik yemini’ de diyebileceğimiz organize tavrı. Her ifade sanki kafalar daha da karışsın diye veriliyor ve her ifadede baş şüpheli amca Salim Güran’ın parmak izi var. İşlerin buraya geleceğini bilerek o gün geldiğinde kimin ne demesi gerektiğini kendince organize etmiş.

Ailenin karmaşık ilişkileri ve köyün girift yapısı soruşturmayı yeterince oyalamıyormuş gibi bir de aileden tuhaf bir yazılı açıklama geldi. Ailenin bir ferdini ortadan kaldıran olayları sorgulamak yerine onlar da siyasi modaya uyarak sorgulayanları ‘dış güçler’ olarak yaftalamayı seçmişlerdi. Daha fenası Tavşantepe’nin ‘stratejik konumu’ dedikleri şey her neyse onu cinayete kalkan olarak kullanmaya teşebbüs ediyorlardı.

İnsan hakları savunucusu, avukat Eren Keskin şu an İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) Eş Genel Başkanı. Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Komisyonu’nu kuran insan. Senelerdir aile içi şiddet, kadına şiddet, çocuğa şiddet alanlarına giren yüzlerce davanın tarafı oldu. Kürt siyasi hareketiyle yakın ilişkileri nedeniyle değil, Narin’in katledildiği coğrafyadaki toplumsal dinamiklere ve hukuk süreçlerine aşinalığı nedeniyle bu söyleşiyi yapmak istedim. Zira Eren Keskin’i tanıyanlar bilir ki kadın alanındaki aktivizmi her türlü diğer aktivizminin önünde gelir.

Eren Keskin, Narin’in henüz arandığı günlerden beri ailenin diğer kadınlarının derhal koruma altına alınması gerektiğine dikkat çekiyor. Bugün tutuklular arasında yer alan annenin ve yengenin can güvenliği için devletin cezaevinde maksimum dikkat sarf etmesi gerektiğini söylüyor. Çünkü Keskin’e göre, o tür bir feodal yapı içinde bu kadınların da hayatları tehlikede olabilir.

Eren Keskin, cinayetin şifrelerinin bölgenin politik gerçekliğinden azade tutularak çözülemeyeceğini düşünenlerden. Ensarioğlu ailesi ile Güran ailesi arasındaki hattın, Galip Ensarioğlu’nun sonradan söylediğine pişman olduğu cümledeki kadar basit bir ‘aile dostluğu’ olmadığını düşünüyor. Hatta DEM Parti sözcülerinin bugüne kadar sınırlı biçimde dile getirdiği iddialar hakkında daha net cümleler kuruyor. Güran ailesinin o yazılı açıklamayı yapmadan önceki akşam bazı milletvekilleriyle bir arada oldukları iddiasını dile getirmekten çekinmiyor. Ancak parti ismi vermiyor.

- Narin Güran cinayetini yakından takip ediyorsunuz. Belki yüzlerce benzer davaya baktınız ve “Erkekliğin egemen olduğu toplumsal cinsiyetçi bakış açısıdır asıl katil” diyorsunuz. Tam da işin bu boyutunu konuşmak istiyorum. Çok aşina olduğunuz köyler ve yapılar. Nasıl bir fotoğraf var karşımızda?

Narin olayının yaşandığı bölgede uzun yıllardır egemen olan bir erkek egemen militer ve feodal yaklaşım var. Bir devlet aklı var. Bu yaklaşımın son 10 yıldır devlet tarafından yoğun bir şekilde pompalandığını görüyoruz. Devlet, kadını eve kapatan, erkeğin egemenliğini son derece açık bir biçimde savunan feodal bir değer yargısını topluma dayatıyor. Narin olayının detaylarına geçmeden önce şunu söylemek isterim; İstanbul Sözleşmesi çok önemliydi bizler için, çünkü o metin aslında bugün ‘feodal’ diye bakılan kesimlerin bölgede verdiği mücadelenin de sonucunda çıktı. Diyarbakır'da kocası tarafından annesi öldürülen, kendisi de ağır yaralanan Nahide Opuz davası bir milattır İstanbul Sözleşmesi’nin hazırlanması açısından. Türkiye, o davada AİHM tarafından devlet olarak kadını ve kızını aile içi şiddetten koruyamadığı için mahkûm edildi. Opuz’un avukatı Meral Danış Beştaş’tı. Bu karardan sonra Avrupa Konseyi bütün üye devletlere bir çağrı yaptı. Avrupa ve Türkiye'den de kadın hukukçuların önerileriyle bir sözleşme hazırlandı.

- Tam Narin’i konuşmaya başlarken sözü İstanbul Sözleşmesi’ne getirmenizin hukuki açıdan anlamı nedir?

Çünkü İstanbul Sözleşmesi esas olarak yerleşik erkek egemen toplumsal cinsiyetçi bakış açısını karşısına alır. Bana göre en önemli maddesi de şunu söyler; “Hiçbir örf, hiçbir adet, hiçbir namus anlayışı kadına yönelik şiddetin gerekçesi olamaz.” Oysa bizim coğrafyamızda kadına yönelik şiddetin tek gerekçesi zaten bu.

- İstanbul Sözleşmesi Türkiye’de 2014 yılında yürürlüğe girmişti, 7 yıl kadar yürürlükte kaldı. O süreçte sözleşmenin hükümleri Türk mahkemeler tarafından ne ölçüde uygulanıyordu?

Hiçbir zaman tam olarak uygulanmadı ama bizler en azından “Bu sözleşmeye uymak zorundasınız” diye hakimlerin önüne koyuyorduk. Uygulamıyorlardı, birçoğu da bilmiyordu. Ama en azından zorlayıcı konuşmalar yapabiliyorduk. Ne zaman ki 2021 yılında Tayyip Erdoğan tek imzayla bu sözleşmeden çıktı, iş hemen değişti. Ben ertesi günü bir taksiye bindim. Ben telefonda konuşurken avukat olduğumu anladı. Konuşmam bitince taksici “Abla bir şey soracağım. Benim bir taksici arkadaş karısını darp ettiği için içerde. Artık bu suç olmaktan çıktı. Benim arkadaş artık çıkar değil mi?” diye sordu. O taksicinin söylediğini hiç unutmam, çünkü o sözler Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararını nasıl algıladığını ortaya koyuyordu. Biz zaten bu nedenle “Kadına yönelik şiddet politiktir” diyoruz.

- “Kadına yönelik şiddet politiktir” ne demek? Bilmeyenler açısından netleştirin isterim.

Devlet dili ne zaman ki sertleşiyor, ne zaman ki ötekileştirici bir dil yükseliyor, ülke genelinde kadına yönelik şiddet artıyor. Bugün dizilerde gördüğümüz şiddet de devlet yöneticilerinin kullandığı şiddet dili de topluma yayılıyor. Örneğin Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı döneminde sürekli bir şiddet dili hâkimdi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalamış bir devletin İçişleri Bakanı şunu söyleyebildi; “Ne olmuş ki? Yakalarsanız ‘lime lime edin’ talimatını verdim.” Bir suçlu ile ilgili, bir adli olayla ilgili polislere “Yakalarsanız ‘lime lime edin’ talimatını verdim” dedi.

- Narin’le birlikte Türkiye genelinde yeniden hatırlanan bu aile içi şiddet konusu çok mecrasından çıkartılarak tartışılabiliyor bazı televizyon programlarında. Güncel tartışmanın sizi bir hukukçu olarak en çok rahatsız eden tarafı nedir?

Aile içi şiddet sadece Diyarbakır'da, Mardin'de, Batman'da oluyormuşçasına tartışılıyor bu olaylar. Oysa verilere bakılsa, kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin büyük metropollerde çok daha fazla işlendiğini görecekler. Bu konuyu sadece bölge üzerinden tartışmanın ırkçılığa varan bir yanı da oluyor. Bölgede olduğunda çok ilgileniliyor ama mesela benzer bir cinayet Tekirdağ’da işlendiğinde herkes bu kadar ilgilenmiyor. Bir de tabii bölgede olduğu zaman “Onlar zaten feodal” şeklinde yorumlar yapılmasına biz kadın hareketi olarak karşı çıkarız. Bu tür ifadelerin kullanılmaması gerekir.

- Bu söylediğinizi biraz daha açarsak aslında siz şunu demek istiyorsunuz; “Onlar zaten feodal” denerek “Onlar zaten Kürt” denilmek isteniliyor ve sanki kadına karşı şiddet bu ülkede Kürtlere özgü bir konuymuş havasında tartışılmaya başlanıyor. Doğru mu anlıyorum itirazınızın gerekçesini?

Elbette. Kadına yönelik şiddet bu coğrafyanın her yerinde de dünyanın her yerinde de büyük bir sorun. Mesela kadına yönelik şiddetin en yoğun olduğu yerlerden biri Avrupa.

- Mutlaka. Ancak feodal düzenin hâlâ baskın olduğu tüm coğrafyalarda kadına karşı bakışın bir Avrupa başkentinden farklı olduğu gerçeğini de yadsıyamayız. Türkiye’nin doğusunda demografik ağırlık Kürt nüfus olduğu için feodal ilişkilerin hâlâ hâkim olduğu o köylerde Kürt kadınının yerini konuşabilmek de bu tartışmanın doğal parçası değil mi?

Tabii ki feodal yapının sürdüğü yerler var bölgede. Ama bir taraftan da Kürt kadın hareketinin son derece güçlü olduğu yerler de var. Yani bu konuştuğumuz değer yargılarını kırmaya çalışan da bir mücadele var.

- Güran ailesinin yaşadığı Tavşantepe köyünün bahsettiğiniz mücadelenin çok uzağında olduğun ortada. Bu elbette köyün politik gerçekliğine çok bağlı bir durum. Zira bahsettiğiniz kadın hareketi, ulusal siyasette kendine bugün DEM Parti ekolü olarak yer bulan Kürt siyasi hareketinin bir parçası. Muhafazakâr Kürtlerin kuruluşundan beri AKP’ye teveccüh gösterdiğini de biliyoruz. Bu da bölgedeki kadın hakları hareketinin siyasi kutupları aşamadığı anlamına gelmez mi?

Yasalar değiştiği için Tavşantepe idari açıdan artık köy değil, bir mahalle; onu kayda geçirelim baştan. Merkeze çok da yakın bir mahalle, Diyarbakır Havaalanı’nın hemen yanı başında. Burası bizim edindiğimiz bilgilere göre daima Türk sağ siyasetini desteklemiş. Tavşantepe üzerinde özellikle Ensarioğlu ailesinin çok büyük bir etkisinin olduğu söyleniyor. Hatırlarsınız 90’ların o en karanlık günlerinde Salim Ensarioğlu DYP’den Devlet Bakanlığı yapıyordu. Tansu Çiller’le birlikte o dönemin en karanlık günlerinde görev almış bir insandı. Yani derin devlet ile iş birliği yapan bir siyasetin içinde yer alıyordu. Dolayısıyla da evet, Kürt siyasi hareketinin oraya çok fazla girdiği söylenemez. Mutlaka oy veren insanlar var ama genel olarak egemen zihniyet devletle iş birliği. Ve o zaman köy, şimdi mahalle olan Tavşantepe’de Güran ailesi tarafından sürekli bir tahakküm kurulmuş.

- Bahsettiğiniz Salim Ensarioğlu’nun yeğeni Galip Ensarioğlu da 1993- 2009 tarihleri arasında DYP’de il başkanlığı yaptı. Sonrasında AKP’den milletvekili seçildi. Narin’in cansız bedeni aranırken yaptığı bir açıklamayla ülkenin gündemine oturdu. “Bizlerin bazen bilmediği, bazen de bilip söylemememiz gereken şeyler var. Çünkü aile de bizim dostlarımız” şeklindeki sözleri çok tepki alınca herkesin anladığı şeyi kastetmediğini savundu. Sizce neyi kastetmişti Galip Ensarioğlu o ilk açıklamasında?

Bence son derece açık. O ilk açıklamasında çok dürüstçe ve açıkça söyledi bunu. Zaten bu coğrafyada her zaman böyle. Eğer siz devlete yakınsanız her türlü suçu işleyebilirsiniz. Onun üstü örtülür. Benzeri şeyler başka olaylarda da yaşanıyor. Diyarbakır Barosu bu süreci çok yakından takip ediyor, çok önemli bir görev yapıyor oradaki arkadaşlarımız. Her aşamanın takipçisi oldular. Onların genel algısı Narin’in “Yanlış bir şeye, şahit olmaması gereken bir şeye” şahit olduğu yönünde en başından beri. Yani böyle bir durum var ama Güran ailesi çok güçlü ve devlet onlara güveniyor. Düşünebiliyor musunuz, kayıp ihbarını yapan amcanın kendisi ve şu an tutuklu. Tutuklanana kadar da bir hafta boyunca arama çalışmalarını da jandarmayı da o yönetti. Yani arama çalışmalarını katil şüphesiyle tutuklanan amca yönetti. Bütün gazetecilerin telefonuna çıkıp, televizyonlara bağlandı. Oysa kolluk kuvvetleri oradaki herkesi ‘şüpheli’ olarak görüp o şekilde muamele etmeliydi. O yapılmadığı için adam resmen süreci yönetti ve ona göre de organizasyonu yaptı. Resmen yanlış yönlendirdi. Onun yönlendirmeleri doğrultusunda Jandarma Komutanı “Ulaşıyoruz, bir müjde vereceğiz” diye açıklama yaptı. Bunlar soruşturma makamının içine düştüğü çok büyük yanlışlar.

- Sizin iddianız şu mu; Salim Güran “Nasılsa devletin adamıyım” diye düşündüğünden bu kadar rahat davrandı?

Kesinlikle onun için bu kadar rahat. Kendisi devlet için ‘muteber bir şahıs’ ve aile muteber bir aile. Hepsi onun verdiği güvenle davranıyor. Verdiği ifadelere bakın, hâlâ büyük bir güven içinde. O kadar fütursuzca cevaplar veriyor ki. Bizim sorguya giren bir arkadaşımız aynen şöyle dedi; “Adamın tavrını görseniz şaşırırsınız. O kadar kendini güçlü hissediyor ki. ‘Bana bir şey olmaz’ düşüncesi o kadar kuvvetli ki umursamıyor bile cevap verirken. Savcı öyle sorular soruyor ki. Aslında bir feodal yapı içindeki bir kişinin savcıya ‘Sen bana nasıl böyle bir soru soruyorsun?’ diye tepki vermesi beklenir. Ama gayet doğal karşılıyor. Çok rahat.”

- Feodal bir yapı içinde yaşayan bir adama hangi soru sorulursa adam rahatsız olur ve tepki gösterir? Meslektaşınız sorguda şahit olduklarını anlatırken neyi kastediyor?

Örneğin “Anneyle ilişkin var mı?” ya da “Narin senin çocuğun mu?” gibi sorular. Böyle bir kapalı toplumda yaşayan bireyler normalde bu sorulara tepki gösterir, yanıt vermez. Ama bu adamda normalde içinde bulunduğu durumlarla örtüşmeyen bir rahatlık var.

- Sorguya giren meslektaşlarınızın Diyarbakır’da soruşturmaya yürüten savcılarla ilgili izlenimi nedir? Bu kadar tansiyonlu bir ortamda görevlerini rahat yapabiliyorlar mı sizce?

Savcıların görevlerini yaptıklarını söylediler açıkçası. Tabii olaya Kürt siyasi hareketi de sahip çıktı, kadın hareketi de sahip çıktı. Kamuoyunun geneli de........

© T24


Get it on Google Play