menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Aşılmaz eşikten geçti, yalnız ve haklı: Dicle Koğacıoğlu 

17 1
13.09.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

13 Eylül 2024

Sosyolog Dicle Koğacıoğlu, yaşasaydı bu günlerde elli yaşı çoktan aşmış olacaktı. Yaşlandıkça ne tatlı bir ihtiyar olacaktı belki de, kim bilir… 13 Eylül 1972'de doğdu. Türkiye'deki feminist hareketin önemli temsilcilerindendi… "Feminizm herkes için" diyenlerden. Yani "feminist aktivist" olarak kendini ortaya atıp çoğu zaman tutarsız ve çıkar ilişkilerine dayanan süreçlerde umduklarını bulamadıkları saçmalıkları topluma "işitin, işte sizin derdiniz bu olmalı" diyenlerin, feminizmin ne olduğu konusunda ders almaları gereken bir akademisyendi. Türkiye'de akademi ve sanat ortamında "hukuk, suç ve toplum", "aile sosyolojisi", "toplumsal cinsiyet" gibi alanlara büyük katkıları oldu. Bugün sadece bir isim olarak kalan "adalet"in vasatın altında bir hukuki kavram olarak karşımıza çıkmasının nedenleriyle ilgili yaptığı çalışmalarda Türkiye'deki insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, adalet sistemi ve "namus" kavramının büyük oranda kadınlar ve çocuklar üzerindeki etkisi üzerine çalıştı. Boğaziçi Sosyoloji mezunu olan Koğacıoğlu, bir vakıf üniversitesinde kültürel araştırmalar üzerine dersler de veriyordu. Sabırlı, çalışkandı. Oysa hayat dersinin ceremesini bir başına çekmeye çok da fazla dayanamayacağı bir süreci yaşamaya başlamıştı tek başına. Yaptığı işe hem cebinden hem canından verdi bu yüzden. 2009 yılının Ekim ayında kendini Boğaziçi Köprüsü'den aşağıya bıraktığında otuz altı yaşındaydı. Geride bıraktığı veda mektubunu kaçıyormuş gibi yazmıştı. Bütün hayatını bir anda kapatırken kararlı ve ilk defa çok aceleciydi ve geriye sadece birkaç satırdan ibaret bir veda mektubu bırakmıştı. Bu satırlardan biri "Çok acı var, dayanamıyorum" olmuştu. Artık bir sonraki günlerin heyecanını içinde duyamıyordu.

Koğacıoğlu, gözün görmeye dayanamayacağı şeyler gördü ve onların neden değişmeyeceğini. Her köşe başından tutulmuş bu düzenin korunması gerekenin korunmasına yetmeyen yasaların nasıl ve neye ve kimlere göre tasarlandığını. Haksızın, suçlunun, hırsızın, istismarcının, fesadın, fırsatçının yıkılmaz iktidarını gördü. Her şeyin bunlara karşı koyuşların bile bunlar etrafında tasarlanmış teatral eylemler olduğunu. İçinde yaşadığı toplumu tanıdı, o toplum için o toplumu yönetenlerin tasarladığı dünyayı gördü. "Ya kes sesini ya da yükselt!" diyemeyecek kadar yıpranmıştı. Kimseyi kurtarmanın mümkün olmadığını anlayınca, kendi haysiyetini kurtarmaya çalıştı. Seçtiği yol, tartışmalara kapalı. Çünkü nereden bakılırsa bakılsın, haklıydı. Geçtiğimiz yıllarda gittiğim bir söyleşide yazar hazretlerini beklerken biri beklediğim yazar hakkında "O, işine bakar. Kendi işine" cümlesini kurduğunda yine aklımdan geçen isim Koğacıoğlu olmuştu. O da her araştırmasını kariyer CV'sini doldurmak amacıyla yapabilir, arabasına biner evden işe, işten eve döner ve Cihangir'deki denize bakan sessiz evinde huzur içinde uyuyup uyanmaya devam edebilirdi, sadece işine baksaydı eğer. Fakat o bunu yapamadı.

"Bu kadar zayıf olunmaz" diyenler insanın bu hale bir tokatla gelmediğini fehmedemezler. Ciddi sosyolojik bir çalışmanın sadece kâğıt üstünde verilerden ibaret olmadığını bilemezler. İstismarların, aile içi cinayetlerin, ensestin sadece bir kelime olarak "ihmal"den kaynaklandığının başka bir kökünün, bunların hepsinin bu coğrafyada bir kültürün ürünü olduğu gerçeğini de. Hiçbir cinsel istismar emaresi taşımayan aile içi cinayetlerin de yasaların görmezden geldiği ya da nedense güç yettiremediği bir biçimde var oluşlarına müdahale edilmeyen aşiretlerin, kalabalık ailelerin miras bölüşümü gibi anlaşmazlıklarda bile hınç, kıskançlık, intikam gibi unsurlarla kendi içlerinde sağlamaya çalıştıkları adalet, güç ve kontrol eylemlerine sessiz kalınmasının nedeni de elbette bu kalabalık yapıların kanaat önderleri ya da reislerinin bölgedeki siyasi tercihi belirleyecek güçte olmaları oldu hep... İş dünyasında hacimli, ama biraz daha küçük ve daha elit daha kentli aileler için de geçerli bu. Toplumun algılama biçimine dair yaratılan gücün para ve nüfusun çokluk olarak kimin elinde olduğuna bakarak çalışan bu düzen her toplumda ve en ilkel kabilelerde bile sürekliliğini de garanti altına aldı böylece. Devletlerin aile içi suçlarla ve toplumsal ihmalle mücadele için etkili politikalar, caydırıcı cezalar ve mevzuatlar oluşturmasının çok da zor olmadığını biliyoruz. Tabii, bütün bunlar için gereken bütçe ve kaynakların da birçok yere hunharca yönlendirildiği için bu yaraya pansuman yapılmadığını da. Eğitim ve farkındalık, uygulamalar ve denetim, sosyal hizmetler ve desteklerin "karşılanamayan giderler" olarak ifade edilmesi de barbarlıktır bu yüzden.

Barbar kavimler düzeni ne idi ise, düzen hâlâ o düzen. Ailenin, evlerin birer mahremiyet alanı olduğu konusunda onun iç işlerine karışılamayacağını ve dokunulmazlığını garanti eden yasaların çoğu zaman o yasaları ortaya koyanlar için de engeller yarattığını gördü Koğacıoğlu. Bu engellerin elbette bir çarka hizmet ettiğini de. Ülkenin belli bir bölgesine has olmayan bu suçların temeli bin yıllardır yıkılamayan feodal aile yapısının uzantılarından biri olan aşiret, ailenin kutsallığı bağlamında sadakat ve zorunlu bağlılıktan iktidarların politik ve sosyal çıkarlarını korumayı amaçlayarak........

© T24


Get it on Google Play