menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Çoklu organ yetmezliği mi demeli?

19 0
07.08.2024

Diğer

07 Ağustos 2024

1950'li yıllar NATO üyeliğinin getirdiği altyapı yatırımlarıyla geçti. Bu yatırımlarda çalışanların tüketim ve yatırım ürünleri talebini karşılayacak üretim yoktu, ithalat da bugünkü gibi değildi. Sonuç şiddetli enflasyon ve 1958 istikrar tedbirleri. İnşaat-enflasyon ilişkisinin acı bir örneği.

1970'lerdeki şiddetli siyasal kargaşanın sonucu olarak gelinen 24 1980 Ocak Eylül kararları ekonomiyi düzeltmeyi hedefliyordu.12 Eylül müdahalesiyle askeri hükümet tarafından desteklendi. Bu dönemde iktidara gelen Özal yönetimi, ekonomideki kaynak yetersizliğini maliye politikasıyla yönetmek yerine, daha kolay olan ve denetleme dışında kalan "bütçe dışı fon" uygulamasını getirdi.

Art arda gelen siyasal dengesizlik ve koalisyon hükümetleri doğru yönetimi imkansız kıldı. Sonuç '90'ların sonunda bugünleri andıran bir enflasyon ve 2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı. Bu kez ülkenin önünde doğru, dünyada olanları da yansıtan, doğru yönetime öncelik veren bir program AKP iktidarının şansı oldu.

Bu yaşananları nezle-grip arası; reçetesi, tedavi usulleri belli olan hastalıklara benzetebiliriz. Derler ki nezle yatarak 7 günde, ilaçla bir haftada geçer. Enflasyon ise faiz politikasıyla; yani bireyin harcamalarını bugün mü, yoksa tasarruf ederek yarın mı yapacağı kararının yönlendirilmesiyle yönetilir.

Bugün yaşadığımız tablo "VAHİM". Yıllardır bir saray danışmanının nereden duyduysa getirdiği, aslında önemli bir iktisatçı olan Irving Fisher'e mâl edilen, sonra Cumhurbaşkanı'nın sahiplendiği enflasyon teorisiyle hastalığın geldiği nokta, çoklu organ yetmezliğidir, (teşbihte hata aranmaz). Ekonomi perişan, iş alemi şaşkın. Hukuk kitaplarda kaldı. Dış politikada nedense darıldığımız komşularımızla barışmak için kefaret ararken, "sabaha gelirim ha" tehdidinden de vazgeçemiyoruz. Tuhaf bir psikoloji ve yönetim anlayışı.

Hasta ölmedikçe ümit vardır, ama tedavi güçleşir, daha pahalı olur. Nitekim köprüler, tüneller, paralı yollar ekonominin kan dolaşımına yetmiyor. Bilakis garantili borçlar, emeklinin ekmeğine ortak oluyor.

Yıllardır enflasyon, faiz, ürün fiyatları, geçinme güçlüğü kavramlarıyla yaşıyoruz. Her gün bir yeni "önemli iktisatçı" teorilerini öngörülerini açıklıyor. Ürün bulmakta zorlanan muhalif medya da -çünkü ötekini izlemeye vaktim ve enerjim yok- bu önerileri baş tacı yapıyor.

Ülkede ne fiyatlarda, ne uygulamalarda "akla dayanan", sorgulanan, "RASYONEL" düşünce ve düşünme olanağı kalmadığını yazıyoruz. Değişik bir güne uyanmadığımız için de kendimizi tekrarlamaktan öteye gidemiyoruz.

Bu konuda birkaç taze örnek vereyim. 1995'te Çin'de Wang Chuanfu tarafından pil üretmek üzere kurulan BYD "Build Your Dream" adlı fabrika bugün üretim miktarı olarak TESLA ile yarışıyor. BYD Türkiye'de yatırım yapacakmış. BYD'nin Çin dışında Tayland, Brezilya, Macaristan, Endonezya ve Meksika'da da yatırımı var.

"İyi haber!" mi acaba? Doğrudan yatırım yapacağı için sermaye getirecek, arazi satın alacak, belki birkaç yeni iş yaratacak. Belki dedim, çünkü BYD diğer elektrikli araç üreticileri gibi entegre üretim yapıyor. Yani ülkedeki otomotiv yan sanayisine talep yaratması pek olası değil. Medyadan alınan bilgiye göre kuruluş yeri ihracat öncelikli, yani yerli endüstriyle ilgisi olmayacak, girdi tedariğini Bursa, Kocaeli, Trakya, Konya gibi ekosistemlerden yapmayacak, ya kendi bünyesinde üretecek, veya ithal edecek.

Burada üretecek, iç talebi ve bölge talebini karşılayacak. Şirketin muhasebe sistemi nasıl bir vergi matrahı yaratacak, girdileri Çin'den tedarik edeceği için kârı da küçülecek mi? Mevcut üreticileri nasıl etkileyecek?

İkinci "güzel" haber yine bir Çinli otomobil üreticisi Chery. O daha genç, 2007'de kurulmuş. 2023'te 1.9 milyon araç üretmiş. Hintli TATA ile yarı yarıya ünlü İngiliz Jaguar şirketinin sahibi.

Hikâye farklı değil, Chery de entegre üretim yapıyor. Satabildiği kadar aracı Türkiye'de, kalanı bölge pazarında pazarlayacak. Yaratacağı satış geliri, maliyetleri, Türkiye'de ödeyeceği verginin matrahının hesaplanması da, uluslararası şirketlerin hemen tümü gibi. Yani Türkiye'ye biraz işçilik, taşımacılık, gaz, su, elektrik, gıda satışından kazanılacak gelir kalır. Büyük bir olasılıkla elektriğini kendisi üretir.

Yabancı sermaye karşıtı mıyım? Hayır, ama her şeyin ne getireceğini, ne götüreceğini, maliyetleri ve kayıpları iyi hesaplamak gerekir. Üstelik sadece günlük muhasebe anlamında değil, ülkenin genel ve endüstri özelinde katkı yapıyor mu, Türkiye bu işten ne kazanır, ona bakmak gerekir.

Bu konuları Değer Zincirinin Evrimi'nde........

© T24


Get it on Google Play