İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ve ENERJİ POLİTİKALARI EKSENİNDE SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA
Sürdürülebilir kalkınma, günümüz dünyasının karşı karşıya olduğu çevresel, ekonomik ve toplumsal sorunları bütüncül bir çerçevede ele alan temel bir kalkınma yaklaşımıdır. İlk kez 1987 yılında yayımlanan Brundtland Raporu’nda tanımlandığı şekliyle sürdürülebilir kalkınma, ‘gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılayan kalkınma’ anlayışına dayanır. Bu yaklaşım, özellikle iklim değişikliği ve enerji politikaları söz konusu olduğunda, yalnızca çevresel değil aynı zamanda ekonomik ve sosyal boyutları da içeren çok katmanlı bir değerlendirmeyi gerektirmektedir.
Birleşmiş Milletler tarafından 2015 yılında kabul edilen Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA), bu çok boyutlu yaklaşımın küresel ölçekte somutlaşmış halidir. 2030 Gündemi kapsamında belirlenen on yedi hedef, yoksullukla mücadeleden nitelikli eğitime, temiz sudan iklim eylemine kadar geniş bir alanı kapsar. Bu hedefler arasında SKA 7 (Erişilebilir ve Temiz Enerji) ve SKA 13 (İklim Eylemi), iklim değişikliği ile enerji politikalarının sürdürülebilir kalkınma içindeki merkezi rolünü açık biçimde ortaya koymaktadır.
İklim değişikliği, büyük ölçüde fosil yakıtlara dayalı enerji üretim ve tüketim modellerinin bir sonucudur. Sanayi devriminden bu yana artan sera gazı emisyonları, küresel sıcaklık artışına, deniz seviyelerinin yükselmesine, aşırı hava olaylarının sıklaşmasına ve ekosistemlerin bozulmasına yol açmaktadır. Bu durum, tarım, su kaynakları, gıda güvenliği ve insan sağlığı gibi birçok alanda ciddi riskler doğurmaktadır. Dolayısıyla, iklim değişikliği uzun süre çevresel bir risk alanı olarak ele alınmış olsa da, bugün gelinen noktada ekonomik istikrarı, üretim kapasitesini ve toplumsal refahı doğrudan etkileyen yapısal bir mesele haline gelmiştir.
Küresel ısınma, başta enerji sistemleri olmak üzere, üretim süreçlerinin tamamını etkilemektedir. Artan sıcaklıklar, düzensiz yağış rejimleri ve zirai don gibi aşırı hava olayları, tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinde verimlilik kayıplarına yol açmaktadır. Bu durum, üretim maliyetlerini artırmakta, arz zincirlerinde kırılganlık yaratmakta ve ekonomik belirsizlikleri derinleştirmektedir. Dolayısıyla iklim değişikliği, yalnızca uzun vadeli bir çevre riski değil, bugünden itibaren makroekonomik dengeleri zorlayan bir faktördür.
Sürdürülebilir kalkınma kavramı da tam bu noktada, çevre politikaları ile ekonomi politikaları arasındaki keskin ayrımı ortadan kaldıran bir çerçeve sunar. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, iklim değişikliğini yalnızca doğaya yönelik bir tehdit olarak değil, kalkınma modellerinin yeniden düşünülmesini zorunlu kılan küresel bir meydan okuma olarak ele almaktadır.
ESG (Environmental, Social, Governance), çevresel duyarlılık, toplumsal etki ve iyi yönetişim ilkelerini esas alarak, sürdürülebilir kalkınmanın ölçülebilir ve hesap verebilir bir zemine oturmasını sağlayan bir referans çerçevesidir. Bu çerçevede ESG kriterlerinin yalnızca özel sektör için değil, kamu politikalarının tasarım ve uygulama süreçleri için de bağlayıcı bir referans haline gelmesi, sürdürülebilir kalkınmanın kurumsal zeminini güçlendirecektir.
Küresel Isınmanın Üretim ve Büyüme Üzerindeki Etkileri
Üretim süreçleri, iklim koşullarına sanıldığından çok daha bağımlıdır. Tarım sektörü, iklim değişikliğinin etkilerini en doğrudan hisseden alanlardan biridir. Kuraklık, su kaynaklarının azalması ve aşırı hava olayları, tarımsal üretimde dalgalanmalara neden olmakta, bu durum hem gıda güvenliğini hem de tarıma dayalı sanayi kollarını etkilemektedir. Sanayi üretimi........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Rachel Marsden