menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bu Televoleler adamı komünist yapar

13 1
22.12.2025

MİT müsteşarı Şenkal Atasagun bu sözü söylediğinde 2000’lerin başındaydık.

Özalcılığın kritik uğrağına yani AKP dönemine henüz adım atılmamış; ama 12 Eylül’ü Sovyetler Birliği’nin yıkılışına bağlayan 10 yıllık karşıdevrim rüzgarına artık iyice uyum sağlanmış, çürümenin altyapısı hazır hale getirilmişti.

Televolecilik, 90’ların başındaki özel televizyon furyasının bir ürünüydü ve başka bir sürü örnekle birlikte, var olan çürümeyi ekrana ve ekrandan da topluma taşıma görevini yerine getiriyordu. Karşıdevrimin bir iç mantığı ve çürümenin de orada önemli bir yeri vardı.

Meziyet atfedecek değiliz ama Atasagun çelişkiyi hissetmiş olmalı. Antikomünizmin ona kazandırdıkları ile karşıdevrimin iç mantığı arasında sıkışmış gözüküyordu:

Ankara'da gecekonduda oturan 6 çocuk sahibi biri olsaydım ve akşam evime ekmek götüremeseydim, akşamları da televizyonda televole programlarındaki 60 kişinin hayatını izleseydim ne düşünürdüm? Muhtemelen komünist olurdum.’’

Sınıfsal uçurumun eşitlik arayışını tetiklemesi ve Türkiye’ye giydirilmeye çalışılan karşıdevrim giysisini yırtması mümkün müydü? Yoksa Televolecilik bundan önce eşitlik arayışını mı baltalayacaktı? Çürüme yasası işte bu hassas denklemle çalışıyordu.

Sonuçta ikincisi ağır bastı. AKP’yi iktidara getiren alan temizliğinde 90’ların yarattığı çürümenin büyük payı vardı. AKP’ye dirençli kesimlerin zayıf noktası ortaya çıkmıştı.

Yıllar boyunca çürümenin nedeninin aile yapısının bozulması, kültürel yozlaşma ve “değerlerden sapma” olduğu söylendi. Ahlak sopasını sömürülenlere “katlanma” gücü vermek için sallayıp durdular.

Aile, cinsellik, beden, yaşam tarzı gibi unsurların “değerler sistemi”nde mutlaka bir yeri vardı. Ancak hiçbiri tarih ve sınıf üstü değildi. Sonunda öyle bir dönemece gelindi ki, çürümenin kaynağının bunlar olduğunu söyleyenler, kapitalist makinenin başına geçtiklerinde bunca yıl nasıl yalan anlattıklarını göstermek durumunda kaldılar. Anlaşıldı ki halka ahlak bekçiliği yaparlarken Televole iktidarını yaşıyorlardı.

Bu, değerler sisteminde büyük bir kayma anlamına geliyor. Ancak devrimci bir dönemde veya devrimi önceleyen ufuk anlarında ortaya çıkan bir özelliğin göz kırpması demek. Şimdilik bu ufku çürüme kaplıyor. Bunun neden yalnızca zifiri karanlık anlamına gelmediğine, oradan çıkışı da müjdelediğine geleceğiz. Ama önce çürümeden ne anladığımıza açıklık kazandırmalıyız.

Bir kere, çürüme kimilerinin ima ettiği gibi Türkiye’nin kendi rönesansını, aydınlanma dönemini yaşayamamasından kaynaklanmıyor. Eskiden Türkiye’de burjuva olmadığından bahsedip duruyorlardı. Şimdi de buna mı sığınılacak gerçekten… Oysa, ABD’den Japonya’ya uzanan, kapitalizmin tarihine ve kimlik kartına işlenen bir şeyden bahsediyoruz çürüme derken.

Çürümenin kendi başına bir teorisi yok. Ya da sevgili Mesut Odman’ın deyişiyle böyle bir teori “hem olur hem olmaz”. Öte yandan, çürüme gibi son derece göreli, yani içinde bulunduğu değerler sisteminde neler olup bittiğine son derece bağlı bir kavramı yerli yerine oturtmak için sistematik bir müdahalenin gerektiği de açık.

Öncelikle, çürümenin geri dönüşsüz olduğu bilinerek işe başlanmalı. Gerilemek, kirlenmek, çürümek… Çürüyenin ancak baştan yaratılması gerekir, bunun için de sağlıklı unsurların filizlenebilmesi.

Yani AKP öncesinin, Özal öncesinin, Menderes öncesinin ve giderek emperyalizm ve kapitalizm öncesinin daha iyi olduğu “ah o eski günler” arayışından veya böyle bir karşılaştırmadan uzak durulması........

© soL