menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Nejat Uğraş, pozitivist aklın liberal sefaleti ve Kürt Özgürlük Hareketi

4 1
latest

Nejat Uğraş’ın Sendika.Org’da yayımlanan 25 Aralık 2025 tarihli makalesinin (bkz. Kürt Siyasal Hareketi’nde dogmatizm ve öz arasındaki sancılı korelasyon) kendisini “dogmatizm” kavramı etrafında kurması, ilk bakışta eleştirel bir cesaret gibi görünse de, daha en başta ciddi bir teorik yoksunluğu ele verir.

Çünkü dogmatizm, tarihsel-toplumsal bağlamından koparılarak, evrensel ve zamansız bir zihinsel kusur gibi ele alındığında eleştiri, farkında olmadan, eleştirdiği şeyi yeniden üretir. Dogmatizm bu makalede, neyin içinde, hangi maddi koşullarda, hangi zorunluluklar altında ortaya çıktığıyla değil, soyut bir “esneksizlik”, “tekrar”, “ritüel” ve “öz saplantısı” olarak tanımlanır. Bu yaklaşım, devrimci hareketlerin tarihsel ontolojisini kavramakta yetersiz olduğu gibi, sömürge koşullarında siyasal sürekliliğin nasıl mümkün olabildiğine dair tek bir cümle kurma yeteneğinden de yoksundur..

Dogmatizm, burjuva düşüncesinde ve liberal akademide, çoğunlukla “değişime direnç” olarak tanımlanır. Oysa bu tanım, değişimi tarihsel bir ilerleme süreci olarak varsayar. Bu ilerlemenin öznesini ise zaten iktidar ilişkileri içinde konumlanmış, güvenli ve sürekliliği garanti altına alınmış siyasal yapılara teslim eder. Sömürge koşullarında, soykırım tehdidi altında, coğrafi olarak parçalanmış, dilsel ve kültürel varlığı inkar edilmiş bir halkın Özgürlük Hareketine bu kavramı aynen uygulamak, yalnızca teorik bir hata değil, epistemolojik bir körlüktür. Çünkü burada “esneklik” denilen şey, çoğu zaman teslimiyetin, çözülmenin ve süreklilik kaybının diğer adıdır.

Kürt Özgürlük Hareketi’nin tarihi, dogmatizmin değil, sürekliliğin, direnişin ve kolektif hafızanın tarihidir. Bu hafıza, liberal zihnin sandığı gibi donmuş bir ritüeller toplamı değil, her seferinde yeniden kurulan, bedel ödeyerek güncellenen ve maddi gerçeklik içinde sınanan bir siyasal bilinçtir. Aynı sloganların, aynı kavramların, aynı anlatıların tekrar edilmesi, bir düşünsel tembellik değil, sömürge koşullarında kimliğin ve iradenin dağılmasına karşı verilen bilinçli bir mücadeledir. Tekrar burada, içi boş bir döngü değil, varoluşsal bir direnç formudur.

Nejat Uğraş’ın “aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar bekleme” şeklinde formüle ettiği eleştiri, yüzeysel bir pozitivizmin ürünüdür. Bu yaklaşım, toplumsal mücadeleleri laboratuvar deneyleri gibi ele alır. Girdi–çıktı ilişkisi kurar, bağlamı tali kılar, özneyi soyutlar. Oysa devrimci siyaset, mekanik bir nedensellik alanı değil, düşmanla, tarihle, uluslararası sistemle ve iç çelişkilerle aynı anda yürütülen çok katmanlı bir mücadeledir. Aynı şeyin “aynı” olup olmadığı, yalnızca biçimsel benzerliklerle ölçülemez. Aynı slogan, farklı tarihsel momentlerde, farklı maddi ilişkiler içinde, bambaşka anlamlar ve işlevler kazanabilir. Bu gerçeği görmeyen her analiz, ister istemez liberal bir indirgemeciliğe savrulur.

“Öz” kavramına yöneltilen eleştiri ise, metnin teorik zayıflığının en açık göstergelerinden biridir. Öz burada, sanki metafizik, ebedi, kristalize ve ulaşılması imkansız bir ideal gibi sunulur. Böylece Kürt Özgürlük Hareketi’nin tüm teorik birikimi, mistik bir dogmaya indirgenir. Oysa “öz”, ne Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın düşüncesinde ne de Marksist diyalektikte böyle bir anlam taşır. Öz, bir başlangıç noktası değil, tarihsel bir yönelimdir. Tamamlanmış bir saf hal değil, sürekli yeniden üretilen, pratik içinde sınanan, maddi mücadeleyle şekillenen bir özgürleşme hattıdır.

Buradaki temel sorun, “öz”ün süreç olarak değil, sonuç olarak okunmasıdır. Metin, bilerek ya da bilmeyerek, “öz”ü bir varış noktası gibi ele alır ve ardından bu noktaya ulaşılamadığı iddiasıyla Özgürlük Hareketimizi suçlar. Oysa devrimci düşüncede öz, hiçbir zaman tam anlamıyla “ulaşılan” bir şey değildir. O, yön tayin eden, mücadeleyi anlamlandıran, pratikleri bir bütünlük içinde tutan tarihsel bir pusuladır. Kadın özgürlüğü, ekolojik toplum, demokratik konfederalizm gibi kavramlar saf halleriyle bir yerlerde duran idealler değil, mücadele içinde ete kemiğe bürünen, çelişkilerle ilerleyen, geri düşüşler ve sıçramalarla şekillenen süreçlerdir.

Bu noktada makalenin en problemli hamlesi, önderlik meselesini örtük biçimde dogmatizmle özdeşleştirmesidir. Önderlik kurumu, kişilik kültü, sezgisel hakikat ve lider merkezlilik gibi kavramlar aynı eleştirel torbaya atılır. Böylece sömürge koşullarında kolektif aklın nasıl yoğunlaştığı, tarihsel sürekliliğin nasıl taşındığı ve siyasal öznenin nasıl kurulduğu soruları tamamen buharlaşır. Önderliği yalnızca bireysel bir otorite biçimi olarak okumak, modern liberal bireyci ontolojinin sınırları içinde kalmaktır. Kürt Özgürlük Hareketi’nde Önderlik, tekil bir iradenin dayatılması değil, kolektif deneyimin, tarihsel hafızanın ve stratejik aklın yoğunlaşmış biçimidir.

Marx’ın “ölülerin ağırlığı” metaforuna yapılan gönderme ise, bu liberal okumanın teorik kılıfı olarak işlev görür. Oysa Marx, geçmişin bütünüyle reddedilmesini değil, onun fetişleştirilmesini eleştirir. Devrimci hareketlerin görevi geçmişi mezara gömmek değil, onu çözümlemek, dönüştürmek ve aşmaktır. Kürt Özgürlük Hareketi tam da bunu yapmıştır.

Ulus-devletçi paradigmayı terk etmiş, reel sosyalizmin dogmalarını eleştirmiş, kendi tarihini defalarca radikal özeleştiriye tabi tutmuştur. Buna rağmen hala “dogmatizm” suçlaması yöneltiliyorsa, sorun hareketin kendisinde değil, bu dönüşümleri kavrayacak teorik donanıma sahip olmayan eleştiri zeminindedir. Bu nedenle mesele, Kürt Özgürlük Hareketi’nin dogmatik olup olmadığı değil, hangi teorik gözle bakıldığında dogmatik göründüğüdür. Liberal-pozitivist, tarih dışı ve sömürge gerçekliğini tali gören bir bakış için, devrimci süreklilik zaten başlı başına bir suçtur. Oysa devrimci siyaset, tam da bu süreklilik sayesinde var olur. Kopuşlar, ancak süreklilik zemininde anlam kazanır. Hafızasını yitirmiş bir hareket yenilikçi değil, savrulmuş olur.

Öz meselesi etrafında kurulan eleştirinin bir başka zayıf noktası da, “ulaşılamazlık” iddiasının bizzat kendisinin ideolojik oluşudur. Makale, özün hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmediğini, dolayısıyla her pratikte bir eksiklik ve yetmezlik üretildiğini söyleyerek, bunu dogmatizmin kanıtı gibi sunar. Oysa burada sorulması gereken soru şudur: Devrimci bir hareketin özünün “tam olarak gerçekleşmesi” ne anlama gelir? Hangi tarihsel momentte, hangi toplumsal ilişkiler içinde, hangi düşmanlık ve baskı koşullarında? Bu sorular sorulmadan yapılan her “ulaşılamazlık” tespiti, devrimci siyaseti burjuva başarı ölçütlerine göre yargılamaktan başka bir şey değildir.

Marksist diyalektikte öz, fenomenin arkasında gizlenmiş saf bir töz değil, bizzat görünüşlerin içinden, çelişkiler yoluyla açığa çıkan tarihsel ilişkiler bütünüdür. Öz, ancak süreç içinde vardır. Süreçten koparıldığında ya metafiziğe ya da moralizme dönüşür. Kürt Özgürlük Hareketi’nde öz, bir “olması gerekenler listesi” değil, sömürgeciliğe, patriyarkaya, kapitalist moderniteye karşı verilen çok katmanlı mücadelenin yönelimidir. Bu yönelim, her tarihsel eşikte yeniden tanımlanır, yeniden sınanır ve yeniden üretilir. Burada “eksiklik” diye adlandırılan şey, çoğu zaman mücadelenin henüz tamamlanmamış olmasıdır. Bu da dogmatizmin değil, devrimci sürecin doğrudan sonucudur.

Metnin sezgisel kavrayış vurgusunu eleştirmesi de benzer bir indirgemeciliğin ürünüdür. Sezgi burada irrasyonel bir sıçrama, liderin zihninde beliren gizemli bir hakikat gibi sunulur. Oysa devrimci sezgi, tarihsel deneyimin yoğunlaşmış ifadesidir. Sınıf mücadelesinde, ulusal kurtuluş mücadelelerinde, uzun soluklu direnişlerde stratejik sezgi, verilerin mekanik toplamından değil, pratikle teori arasındaki diyalektik etkileşimden doğar. Lenin’de, Mao’da, Cabral’da ve evet, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’da sezgi, keyfi bir içgörü değil, maddi gerçekliğin soyutlamayla kavranmasıdır. Bunu mistifikasyon olarak yaftalamak, devrimci teorinin neredeyse tamamını irrasyonellik suçlamasıyla çöpe atmak anlamına gelir.

Önderlik meselesine geri döndüğümüzde, eleştirinin asıl düğüm noktası burada belirginleşir. Metin, önderliği “yanılmazlık varsayımı” ve “otoritenin kutsanması” üzerinden tartışırken, sömürge koşullarında siyasal öznenin nasıl süreklilik kazandığı sorusunu bilinçli olarak askıya alır. Kürt halkı için Önderlik, bir siyasal lüks değil, tarihsel bir zorunluluktur. Parçalanmış coğrafya, inkar edilmiş kimlik, süreklileşmiş devlet şiddeti ve uluslararası sistemin yapısal ikiyüzlülüğü, kolektif iradenin dağılmasını sürekli kılar. Bu koşullarda önderlik, bireysel bir egemenlik biçimi değil, dağılmaya karşı yoğunlaşma, çözülmeye karşı merkezileşme işlevi görür.

Bu noktada “kişilik kültü” eleştirisinin sınırları netleşir. Kişilik kültü, eleştirel düşüncenin askıya alındığı, tarihsel bağlamdan kopmuş, bireyi mutlaklaştıran bir ideolojik sapmadır. Kürt Özgürlük Hareketi’nde ise Önderlik, defalarca özeleştiriye tabi tutulmuş, paradigmatik kırılmalarla yeniden tanımlanmış ve bizzat kendi geçmişini hedef alan radikal kopuşlar üretmiştir. 1990’ların ulus-devletçi, militarist ve hiyerarşik çizgisiyle, 2000’ler sonrası demokratik konfederalist paradigma arasındaki fark, ancak teorik körlükle görmezden gelinebilir. Eğer bu dönüşüm hala “dogmatizm” başlığı altında toptan reddediliyorsa, sorun eleştirilen nesnede değil, eleştiri yapan öznenin kavrayış kapasitesindedir.

Metnin tekrar ve ritüel eleştirisi de aynı kavrayış sınırlarına çarpar. Ritüel, burada bilinçsizce yinelenen boş formlar olarak tasvir edilir. Oysa ritüel, toplumsal mücadelelerde yalnızca geçmişin kalıntısı değil, kolektif kimliğin yeniden üretildiği, hafızanın canlı tutulduğu, siyasal öznenin kendini tanıdığı alanlardır. Şehitlik anlatıları, yalnızca duygusal mobilizasyon araçları değildir. Sömürgeci şiddetin sürekliliğini teşhir eden, bedel ve sorumluluk bilinci üreten etik-politik anlatılardır. Bunları “yenilikçi iradeyi felce uğratan hayaletler” olarak görmek, sömürgecilik karşıtı mücadelelerin etik dokusunu kavrayamamaktır.

“Aynı şeylerin tekrarı” eleştirisi, tarihsiz bir yenilik fetişizmine yaslanır. Her yeni olanın ilerici, her tekrarın gerici olduğu varsayımı, kapitalist modernitenin hız ve değişim ideolojisinin devrimci siyasete sızmış halidir. Oysa devrimci yenilik, kopuş kadar süreklilik de gerektirir. Her şeyin sürekli değiştiği bir dünyada, bazı şeyleri ısrarla tekrar etmek, radikal bir tutumdur. Dilin, sembollerin, temel politik ilkelerin korunması hareketin kendini inkar etmeden dönüşebilmesinin koşuludur.

Marx’ın 18 Brumaire’deki tespitine yeniden dönmek gerekir. Marx, burjuva devrimlerinin geçmişin maskeleriyle sahneye çıkmasını alaya alırken, proletaryanın kendi şiirini gelecekte bulacağını söyler. Ancak bu, geçmişin tümüyle reddi anlamına gelmez. Aksine, proletarya hareketi, geçmiş mücadelelerin birikimini devralarak, onları aşarak ilerler. Kürt Özgürlük Hareketi’nin sorunu, “ölüleri gömmemek” değil, hala yaşayan bir sömürgecilik karşısında, geçmişin deneyimini diri tutmaktır. Burada hayaletler yoktur. Hala kanayan yaralar, hala devam eden inkar ve imha politikaları vardır.

Bu yüzden metnin nihai vardığı yer, farkında olmadan, devrimci siyasetin meşruiyetini epistemolojik olarak aşındıran bir çizgidir. “Dogmatizm” suçlaması, burada bir analiz aracı olmaktan çıkıp, siyasal bir disiplin mekanizmasına dönüşür. Hareketin sürekliliği, sadakati ve direnci esneksizlik, körlük ve tıkanmışlık olarak yeniden kodlanır. Böylece eleştiri, kendisini özgürleştirici bir pratik olarak değil, mevcut liberal-akademik normlara uyum çağrısı olarak konumlandırır.

Oysa Kürt Özgürlük Hareketi, bu normlara uymadığı için değil, onlara meydan okuduğu için vardır. Onun teorik gücü, tam da bu meydan okumadan beslenir. Dogmatizmle suçlanan şey, çoğu zaman teslim olmamaktır. “Öz” diye küçümsenen şey, çoğu zaman yönsüzleşmeyi reddetmektir. Tekrar diye alaya alınan şey, çoğu zaman hafızayı kaybetmemektir.

Buradan bakıldığında, sorun Kürt Özgürlük Hareketi’nin dogmatik olması değil, eleştirinin, devrimci süreklilik ile dogmatizm arasındaki farkı ayırt edememesidir. Ve bu farkı ayırt edemeyen her eleştiri, ne kadar felsefi, teorik ya da akademik görünürse görünsün, nihayetinde yüzeysel kalmaya mahkumdur.

Dogmatizm suçlamasının bu metinde üstlendiği işlevi daha yakından incelediğimizde, karşımıza yalnızca teorik bir tartışma değil, aynı zamanda belirli bir politik konumlanış çıkar. Dogmatizm, burada........

© sendika.org