İçinde Denizler Taşıyan Desti Toprağa Düştü
İkinci kuşak Nur Talebelerinden Recep Uysal 1933 yılında İnebolu’da dünyaya gelir. Babası Mehmed, annesi Emine’dir. Yaş kemale erince İnebolu’nun nurlu köşe taşlarından Salih Uğurtan’ın kızı Hafız Müyesser Hanımla evlenir. Bu bereketli birliktelikten Mehmed, Ahmed, Emine ve Reyhan isimli dört evlat dünyaya gelir.
Bediüzzaman’ın çağrısına en yüksek sesle cevap veren yerlerdendir İnebolu. Çelebiler, Fakazlılar İnebolu Dağlarından Üstad’ın sesine ses verirler. Sesine seslerini katarlar. İnebolu’yu Isparta’dan sonra en büyük nur menzillerinden biri yaparlar. Recep işte o günlerde duyar Üstad’ın ismini. O günden sonra o ocakta ince ince pişer.
1943 yılında 12 Nur Talebesi Denizli Hapsine konulur. İnebolu’da yer yerinden oynar. Yediden yetmişe herkes idamlıkları konuşmaktadır. On yaşındaki Recep’in okulunda da aynı şeyler olmaktadır. Onun Nur Talebeleriyle yakın teması olduğunu bilenler korkutmak için sık sık konuyu açarlar. O günlerde Recep’in hali Hz. Ali’yi hatırlatmaktadır. Boykot yıllarında Hz. Ali 10 yaşlarındadır. Sahabeler kelle koltukta, kefen boyunda yaşamaktadır. Zamanla şartlar değişmiş, huzura ermişlerdir. Yıllar sonra Hz. Ebubekir, Hz. Ali’ye o günleri anlatır.
“Sen küçüktün Ali. Biz evimize girdikten sonra çıkacağımızdan, çıktıktan sonra gireceğimizden emin olamazdık.”
Evet, o günlerde İnebolu’da içeri giren sağ çıkacağından, dışarda kalan içeri girmeyeceğinden, hayatta kalıp kalmayacağından emin değildir. Öyle zor günlerdir...
Recep de Hz. Ali gibi çocuk yaşta pişmeye başlar. Çocukluk çağından itibaren hizmette aktif görev alır. Nur’ların yazılmasında, teksirinde, dağıtılmasında halisane çalışır. Risale ile gözü, gönlü açılır. Dünyayı aşkla başka pencereden görmeye başlar. Üstadı, “Risale okuyan benimle görüşmüş olur” dese de, her gün Risale penceresinden Üstad’ıyla görüşse de dünya gözüyle de görüşmek ister. Onu göreceği günün umuduyla yaşar. Onun hediye kabul etmediğini bile bile belki kabul eder umuduyla çakşırlı cübbe diker. Üstad’a giydireceği günün heyecanıyla kendi içinde devrildikçe devrilir. Yuvasına hapsolmuş yavru kuş gibidir; büyüsem de Üstad’ıma uçsam, demektedir. Kış aylarında toprağa çekilen karınca gibidir; yaz olsa da Üstad’ı görmeye gitsem, demektedir. Mehmed Mırmır ve Hasan Kuru da aynı hâller içredir; uçmaya hazır, tetikte beklemektedir. Kunduracı Mehmed bir çift mest ve lastik ayakkabı hazırlamış, Üstad’ına giydireceği günün hayaliyle yatıp kalkmaktadır.
Uçun kuşlar uçun yârin olduğu yere
Uçayım, denilince hemen uçulmuyor ki. Gel, denilmeyince gidilmiyor ki. İnebolu’nun kuşçusu Nazif Çelebi’dir. Hangi kuşun, ne zaman uçacağını en güzel o bilir. Üstad ‘gelsin’ derse, Nazif “uç!” der, Üstad’a gidilir. Recep için o gün gelir. 1958 yılıdır. Nazif, Denizli Hapsinden arkadaşı, Isparta’da Üstad’ın Dışişleri Bakanı Süleyman Rüştü Çakın’a mektup yazar. Recep, Mehmed ve Hasan’ı çağırır. Mektubu teslim eder.
“Süleyman abinize gidin. Üstad’a bizden selam söyleyin.”
Şundaki ciddiyete, vakara, özgüvene, kahramanlığa bak. Sesinde, hallerinde saklı Hz. Ömer’e (ra) bak. Nazif! Nazif! Sen şakirt olmasaydın dünyanın senden çekeceği varmış.
Recepler büyük bir heyecan içinde yola çıkarlar. İstanbul’a gelirler. Bir gece İstanbul’da kalmaları gerekmektedir. Ertesi gün buluşmak için sözleşirler. Hasan halasına, Recep ve Mehmed otele gider. Ertesi gün Hasan buluşma yerine gelmez. Telefon ve adres bilgileri de olmayınca ulaşamazlar. Bir gün daha beklerler. Hasan o günlerde 18 yaşındadır. Yaşı küçük olduğu için babası Recep ve Mehmed’e emanet etmiştir. Ertesi gün de gelmeyince Receplerin akılları Hasan’da kalsa da Üstad’a gitmeye karar verirler. Isparta trenine binerler.
Hasan babasının oğludur. Küçük bir yanlış anlaşılma olmuş, abileriyle buluşamamıştır ama Üstad’ın yolundan geri kalacak değildir. Tek başına Isparta yollarına düşer. Nuri Benli vasıtasıyla Üstad’la görüşür. Üstad, Hasan’la çok ilgilenir. Bir ara Tâhirî ile konuşur. Fısıltı halinde Rüştü Çakın ismi........
© Risale Haber
visit website