menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Tarihin Omleti: Kırılan Yumurtalar, Kalan Sessizlik

10 1
previous day

Bir imparatorluğun kuruluşu ile çöküşü aynı ayda hatırlanırken, Sovyet deneyiminin geriye bırakları hâlâ canlı. Marci Shore, Bolşevik devrimcilerin zihinsel dünyasından totalitarizmin insan öznelliğini nasıl öğüttüğüne uzanan bir hatta, tarihle yüzleşmenin ertelenmiş sorularını yeniden açıyor.

Mülakat: Cihat Arpacık

Bir sistem çöktüğünde, onun insanın içinde bıraktıkları ne zaman ve nasıl yıkılır? Aralık ayı bu soruyu hatırlamak için hâlâ en soğuk, ama en dürüst zamandır. Aynı ay, hem bir imparatorluğun doğumunu hem de sessiz ve neredeyse “utanç” dolu çözülüşünü taşıyor. 1917’nin devrim coşkusu ile 1991’in enkaz sessizliği, aynı soğukta yan yana duruyor. Bir zamanlar “tarihin yönünü değiştirdiğine” inanılan bir deney, günün sonunda “Tarihin Sonu”na varıyor.

Marci Shore tam da bu karanlık eşiğin tarihçisi. Edebiyat ile siyasetin Marksizm ve fenomenolojiyle kesiştiği yerde dolaşıyor. Arşivlerle olduğu kadar travmalarla, ideolojilerle olduğu kadar suskunluklarla çalışıyor. Onun ilgilendiği şey, büyük anlatıların gölgesinde kalanlar, insanların neye inandığı, neyi susturduğu ve hangi ahlaki uçurumların “kaçınılmaz” diye meşrulaştırıldığı.

Bu söyleşide Shore, Bolşevik devrimcilerin zihinsel dünyasından totalitarizmin insan öznelliğini nasıl öğüttüğüne, Stalinizmin mağdur ve failler arasında bıraktığı gri alandan post-Sovyet coğrafyanın hâlâ çözülememiş vicdan düğümlerine kadar uzanan geniş bir hatta konuşuyor. Sovyet deneyimini bir “tarihsel sapma” olarak değil, modernliğin içinden çıkmış bir uyarı olarak okumayı öneriyor.

“Sovyet Deneyi, İnsanlık Tarihindeki En Derin ve En Radikal Toplumsal Mühendislikti”

Bolşevik Devrimi’nin entelektüel kökenlerini incelerken, o dönemin genç devrimcilerinin zihinsel dünyasını anlamak için hangi kavramları önerirsiniz?

Bu soruya hakkını verecek bir yanıt vermek oldukça zaman alır. Temel figürler Hegel, Marx ve Lenin’dir. Hegel’den, bütünlük fikri gelir: “Das Wahre ist das Ganze” (Hakikat bütündür.) Yani, hiçbir şey parça parça anlaşılamaz ya da çözülemez. Tarih, diyalektik bir hareketle giderek daha yüksek aşamalara doğru ilerler ve sonunda tüm karşıtlıklar bir bütün içinde çözülecektir.

Sonra, Marx’tan, tarihin kaçınılmaz ve durdurulamaz biçimde proleter devrime, özel mülkiyetin kaldırılmasına ve nihayetinde herkesin yeteneğine göre çalıştığı, ihtiyacına göre aldığı bir dünyaya doğru ilerlediği fikri gelir. Lenin’den ise “tarihin hızlandırılabileceği” düşüncesi gelir: Profesyonel devrimcilerden oluşan seçkin bir öncü kadro, sınıf bilincini işçi kitlelerine taşıyabilir ve devrimi tetikleyebilir. Ve amaçların araçları meşrulaştırdığı fikri; Lenin’e atfedilen meşhur (ya da meşum) sözde ifadesini bulan o anlayış: “Omlet yapmak için birkaç yumurtayı kırmak gerekir.”

Varoluşsal belirsizlik ve ahlaki karmaşa, Sovyet sisteminin kuruluşu ve çöküşü süreçlerinde nasıl tezahür etti?

Belki de anlaşılması gereken en önemli nokta şu: Sovyet deneyi, insanlık tarihinde muhtemelen şimdiye kadar gerçekleştirilmiş en derin, en radikal ve en büyük ölçekli toplumsal mühendislik girişimiydi. Bu, yalnızca bir siyasal sistemi yeniden kurma çabası değildi. Hatta sadece bir toplumu dönüştürme girişimi de değildi. İnsanların bizzat kendilerini yeniden yaratma teşebbüsüydü. “İnsan ruhlarının mühendisleri”, “Yeni Sovyet İnsanı”nı inşa etmeye soyunmuştu. Birçok bakımdan, bu deneyin muazzam ölçeğiyle (ve aynı ölçüdeki başarısızlığıyla) hâlâ yüzleşmeye çalışıyoruz.

Bu bağlamda önerebileceğiniz kitaplar var mı?

Svetlana Alexievich, İkinci El Zaman, Nadejda Mandelştam, Umuda Karşı Umut

Vasili Grossman, Her Şey Akıp Gider

Sergei Lebedev, Unutuş

Arthur Koestler, Gün Ortasında Karanlık

Petra Morsbach, Birdenbire Akşam Olur

Yuri Slezkine, Hükümet Konağı

Lev Kopelev, Gerçek Bir İnananın Eğitimi

Stephen Kotkin, Manyetik Dağ

Evgenia Ginzburg, Kasırganın İçinde

“Totalitarizm, İnsanın Kendiliğindenliğini Ortadan Kaldırır”

Geriye dönük olarak SSCB tarihini anlamamızda totalitarizm tartışmaları sizce ne ölçüde katkı sağlıyor ya da ne ölçüde sınırlayıcı oluyor?

Bu tartışmaların vazgeçilmez olduğunu düşünüyorum. “Totalitarizm”, otokrasi, faşizm, otoriterlik, sömürgecilik, emperyalizm, toplama kampları ve soykırım gibi diğer kategoriler ve kavramlar gibi, tikel ile evrensel arasında aracılık........

© Perspektif