menu_open
Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Okumalar, değinmeler 

10 2
23.11.2024

Geçen hafta Agota Kristof’un Okumaz Yazmaz (L’Analphabete) adlı anlatısına değindim. Yazarı tanıtan bazı cümleler aktardım. Cümlelerden biri, “Sovyet karşıtı bir devrimin ordu tarafından şiddetle bastırılmasının ardından, kocası ve bebeğiyle 1956’da ülkesinden kaçmak zorunda kaldı.” cümlesi idi. Cümleyi daha sonra tekrar dönmek üzere bir kenara bırakarak ekledim: “1956 Macar ayaklanmasının neden, nasıl yenildiğini merak ediyorum. Belki oradan 1968 Prag’ına, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ne giderim.”

Önce kaçıştan başlayayım. Kristof’un dilinden aktarıyorum: “Yirmi bir yaşındayım. İki yıldır evliyim ve dört aylık bir kızım var. Bir kasım akşamı, bir “insan kaçakçısı”nın peşine düşüp Macaristan ile Avusturya arasındaki sınırı aşıyoruz.”

Kristof, kaçışından söz ettiği sayfalarda, daha sonraki yıllarda gazetelerden okuduğu bir Türk ailesinin İsviçre sınırını aşma çabasından söz ediyor. Ben de hatırlıyorum bu aileye dair haberleri:

“Gazetelerden ve televizyondan on yaşındaki bir Türk çocuğunun, anne babasıyla birlikte gizlice İsviçre sınırından geçerken, soğuktan ve yorgunluktan öldüğünü öğreniyorum. (…) İlk tepkim herhangi bir İsviçreli’nin vereceği tepki gibiydi: ‘İnsanlar yanlarında çocuklarıyla ne cesaretle böyle maceralara atılabiliyorlar? Böyle bir sorumsuzluk kabul edilemez.’ Sonra suratıma birden güçlü bir tokat iniyor sanki. (…) Sen de aynı şeyi yaptın, tam da aynısını. Üstelik senin çocuğun neredeyse yeni doğmuş bir bebekti.”

“İsviçreli tepkisi” denilen algılama/sorgulama şeysinde duralım biraz. Ege ve Akdeniz kıyılarına vuran çoluk çocuk sığınmacı bedenleri haberlerini gördükçe biz de İsviçreli tepkisi veriyoruz: “yanlarında çocuklarıyla ne cesaretle böyle maceralara atılabiliyorlar?” Cevap bulamıyoruz. O cevapsız boşlukta bir soru oluşuyor: “Hangi koşullar insanları hayata tutunabilmek için ölüm riski yüksek olan kaçışlara iter?”

Soruya doyurucu cevaplar veremediğimizi düşünüyorum. Yüz milyonlarca insanın yeryüzündeki savruluşlarının dinamiklerini anladığımızı sanmıyorum. “Ateş düştüğü yeri yakar” deriz ama galiba düşen ateş yoğunluğu........

© P24


Get it on Google Play