Nellie Bly, Bay Verne’e Amerika’da bulunup bulunmadığını sordu. “Evet, bir kez,” diye cevapladı Bay Verne, “Sadece birkaç günlüğüne, o süre zarfında Niagara’yı gördüm. Her zaman tekrar görmeyi arzulamışımdır ama sağlığım uzun yolculuklar yapmama engel oluyor. Amerika’da olup biten her şeyden haberdar olmaya çalışıyorum ve kitaplarımı okuyan Amerikalılardan her yıl aldığım yüzlerce mektubu çok takdir ediyorum. Kaliforniya’dan bana yıllardır mektup yazan bir adam var. Ailesi, evi ve ülkesiyle ilgili tüm haberleri sanki bir arkadaşıymışım gibi yazıyor ama hiç tanışmadık. Beni Amerika’ya misafiri olarak çağırdı. New York, San Francisco… Amerikayı görmeyi gerçekten isterim.”

Zamanda gezip tozabilen karakter, bir hayalet gibi geçti ve Charles Dickens’ın Amerika eleştirilerini içeren Martin Chuzzlewit adlı romanından birkaç satırlık bir notu kimse farketmeden bir kenara bıraktı. Roman büyük bir aile içinde mirastan pay kapmak uğruna dönen entrikaları anlatıyordu. Çıkar çatışmaları sonucu insan ilişkilerinin ne kadar çirkinleştiğinden, aile içi gerilimlerin ne boyutlara ulaştığından sözediyordu. Amerika seyahatinin yer aldığı bölümlerde, Amerikan yaşam tarzı, gelenekleri ve siyasi düşüncesi nükteli bir üslupla eleştiriliyordu.

Nellie Bly, Seksen Günde Devriâlem roman fikrinin nasıl oluştuğunu sordu.

“Fikri bir gazeteden aldım,” diye cevapladı Bay Verne, “Bir sabah Le Siécle’in bir nüshasını elime aldım ve içinde dünyanın etrafının seksen günde dolaşılabileceğini gösteren bir tartışma ve bazı hesaplamalar buldum. Bu fikir beni memnun etti ve üzerinde düşünürken, meridyenler arasındaki farkın hesaba katılmadığını farkettim ve böyle bir şeyin bir romanda nasıl bir son olacağını düşündüm ve yazmak için çalışmaya başladım.”

Bay Verne, Nellie Bly’a seyahat planını sordu. “Calais, Brindisi, Port Said, İsmailiye, Süveyş, Aden, Kolombo, Penang, Singapur, Hong Kong, Yokohama, San Francisco ve tekrar New York.” diye cevapladı Bly.

“Neden kahramanım Phileas Fogg’un yaptığı gibi Bombay’a gitmiyorsunuz?” diye sordu Bay Verne.

“Çünkü zaman kazanmaya genç bir duldan daha çok önem veriyorum” diye yanıtladı Bly.

“Dönmeden önce genç bir dulu kurtarabilirsin,” dedi Bay Verne gülümseyerek.

Dul kadının kurtarılması hikâyesi 80 Günde Devriâlem yolculuğunun Hindistan bölümünde gerçekleşen bir olaydı. Bay Fogg ve Jean Pass, hem Süveyş-Bombay gemisinde hem de Bombay-Kalküta treninde birlikte yolculuk yaptıkları Tuğgeneral Sir Francis Cromarty ile birlikte, ormandan geçerken bir Raca’nın cenaze alayına denk geliyorlardı. Kalabalığın arasında güçlükle ayakta duran ve Brahmanlarca sürüklenenen genç bir kadın görürler. “Bir Avrupalı gibi beyaz ve genç bir kadındı bu.” Tuğgeneral Cromarty, dul kadının kocası ile birlikte yakılacağını, bunun gelenek olduğunu söyler. Bay Fogg kadını kurtarmaya karar verir.

Nellie, “dul”dan bahsederken Bay Verne’in gülümsemesini yorumlayamadı fakat zihninde bazı sorular oluştu. Acaba Bay Verne, romanından 17 yıl sonra batılı beyaz bir erkeğin, Doğu’dan bir kadın kurtarması sahnesini artık oryantalist bir klişe olarak mı değerlendiriyordu? Gülümseyerek söylediği, “Dönmeden önce genç bir dulu kurtarabilirsin” cümlesi mahçup bir itiraf olabilir miydi?

Nellie Bly’ın Bay ve Bayan Verne ziyareti için vakti sınırlıydı. Amiens Garından, Calais’e bu saatlerde tek bir tren vardı ve onu kaçırmaması gerekiyordu. Zihnindeki soruları uzaklaştırdı ve gitmeden önce Bay Verne’in çalışma odasını görmek istediğini söyledi. “Hay hay” dedi Bay Verne ve Madam Verne hızla kalkıp uzun mumlardan birini yaktı.

Nellie Bly’ın notlarından devam edelim:

“Bir genç kızın hızlı ve kıvrak adımlarıyla yolu göstermeye başladı. Bir yara sonucu hafif topallayarak yürüyen Bay Verne onu takip etti. Kış bahçesinden geçerek, içinde sarmal bir merdivenin bulunduğu küçük bir odaya çıktık. Madam Verne her kıvrımda durup gazı yakıyordu.

Bay Verne evin üst katına çıktı ve aşağıdaki kış bahçesine benzeyen bir salon boyunca ilerledi, Madam Verne de salondaki gazı yakmak için durdu. Koridora açılan bir kapıyı açtı ve ben de arkasından içeri girdim. Şaşırmıştım. Evin geri kalanına bakarak, Bay Verne’in çalışma odasının geniş ve zengin döşenmiş bir oda olacağını tahmin etmiştim. Ünlü yazarların çalışma odalarının pek çok tasvirini okumuştum ve geniş odayı, pahalı ıvır zıvırlarla dolu el oyması güzel masaları, duvarları kaplayan nadide gravürleri ve tabloları kıskançlığa benzer bir şeyle (New York’ta alanımız çok sınırlı ve pahalı) düşünmüştüm ve itiraf etmeliyim ki, böyle bir ortamda yazarların kendilerine şöhret getiren hayaller kurabilmelerine şaşmıştım.

Ama Bay Verne’in çalışma odasında durduğumda şaşkınlıktan dilim tutulmuştu. Odanın tek penceresi olan kafesli pencereyi açtı ve arkamızdan aceleyle içeri giren Madam Verne, alçak bir şöminenin üzerine tutturulmuş gaz lambasını yaktı. Oda çok küçüktü; evdeki küçük çalışma odam bile neredeyse o kadar büyüktü. Ayrıca çok mütevazı ve çıplaktı. Pencerenin önünde bir masa vardı. Masanın üzerinde, muhtemelen 8×10 ebadında, düzgün, küçük bir beyaz kağıt yığını vardı. Bu, Bay Verne’in şu anda üzerinde çalıştığı bir romanın taslağının bir parçasıydı. Notlarını bana uzattığında hevesle kabul ettim ve el yazısı o kadar düzgündü ki, düzyazı olduğunu bilmesem bir şairin eseri olduğunu düşünebilirdim. Birkaç yerde yazdığı bir şeyi çok etkili bir şekilde silmişti, ama hiç satır arası yoktu, bu da bana Bay Verne’in eserini her zaman gereksiz şeyleri çıkararak ve asla ekleme yapmayarak geliştirdiği fikrini verdi.

Masayı elyazmasıyla paylaşan tek şey bir şişe mürekkep ve bir kalemlikti. Odada sadece bir sandalye vardı ve o da masanın önünde duruyordu. Diğer tek mobilya köşedeki geniş, alçak bir kanepeydi ve Jules Verne kendisine sonsuz ün kazandıran kitaplarını işte bu odada yazmıştı.

Bay Verne’in aklına bir fikir geldi. Bir mum alıp bizi takip etmemizi isteyerek salona çıktı; orada asılı duran büyük bir haritanın önünde durup bir eliyle mumu tutarak bize birkaç mavi işaret gösterdi. Sözleri bana tercüme edilmeden önce, bu harita üzerinde mavi bir kalemle kahramanı Phileas Fogg’un 80 günde dünyayı dolaşmadan önce önce izleyeceği hayali güzergâhı çizdiğini anladım. Etrafında toplandığımızda, benim seyahat güzergâhımın Phileas Fogg’unkinden farklı olduğu yerleri kurşun kalemle haritada işaretledi.

Sarmal merdivenlerden inerken adımlarımız yavaşladı. Vedalaşma vakti gelmişti ve sanki dostlarımdan ayrılıyormuşum gibi hissediyordum. Daha önce bulunduğumuz odada, küçük masanın üzerinde şarap ve bisküvi bulduk ve Bay Verne bir kadeh şarap almak niyetinde olduğunu açıkladı. Böylece benim garip girişimimin başarısına birlikte içmenin zevkini yaşayabilirdik.

Hep birlikte kadeh kaldırdılar ve bana “Tanrı yardımcın olsun” dediler. Bay Verne, “Yetmiş dokuz günde yaparsan, iki elimle alkışlayacağım” dedi. Yetmiş beş günde yapma olasılığımdan şüphe ettiğini düşündüm. Bana iltifat etmek için, benimle İngilizce konuşmaya çalıştı ve kadehini benimkine değdirirken şöyle demeyi başardı: “İyi şanslar, Nellie Bly.”

Madam Verne bana nezaket gösterme konusunda cesur kocasının gerisinde kalmayacaktı. Bay Sherard’a bana veda öpücüğü vermek istediğini söyledi ve onun bu nazik isteğini tercüme ederken, Fransa’da bir kadının bir yabancıyı öpmek istemesinin büyük bir onur olduğunu ekledi.

Bu tür formalitelere ya da aşinalıklara pek alışık değildim, ama yine de böylesine nazik bir ilgiyi reddetmek aklımın ucundan bile geçmiyordu, bu yüzden ona elimi uzattım ve ondan daha uzun olduğum için başımı eğdim, o da beni her iki yanağımdan nazikçe ve sevgiyle öptü. Sonra öpmem için güzel yüzünü bana doğru kaldırdı. Onu dudaklarından öpmek için güçlü bir istek duydum, çok tatlı ve kırmızıydılar. Yaramazlığım sık sık saygınlığımı zedeler, ama bu kez kendimi tutabildim ve onu kendi tarzına göre usulca öptüm. İtirazlarımıza rağmen bizi soğuk avluya kadar takip ettiler ve kapıda durup el sallayarak veda ettiler. Sert rüzgâr Bay Verne’in beyaz saçlarını savuruyordu.”

*

Verne ailesi ve Parisli gazeteci Bay Sherard, konuklarını uğurladıktan sonra eve, içeri girdiler. Bayan Verne bir kenarda birkaç satırlık not gördü. Neye dair olduğuna dikkat etmedi, sadece Martin Chuzzlewit ve America kelimeleri gözüne çarptı. Bay Verne ait olduğu düşüncesi ile notu eşine iletti. Bay Verne o esnada Bay Sherard ile sohbet ediyordu. Notu aldı, okumadan ceket cebine koydu.

*

Haftaya: Nellie, uzun yolculuğa çıkıyor

QOSHE - Jül Vern Seyahat Acentesi (6): Verne ailesi ve Nellie - İlhami Algör
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Jül Vern Seyahat Acentesi (6): Verne ailesi ve Nellie

5 1
30.03.2024

Nellie Bly, Bay Verne’e Amerika’da bulunup bulunmadığını sordu. “Evet, bir kez,” diye cevapladı Bay Verne, “Sadece birkaç günlüğüne, o süre zarfında Niagara’yı gördüm. Her zaman tekrar görmeyi arzulamışımdır ama sağlığım uzun yolculuklar yapmama engel oluyor. Amerika’da olup biten her şeyden haberdar olmaya çalışıyorum ve kitaplarımı okuyan Amerikalılardan her yıl aldığım yüzlerce mektubu çok takdir ediyorum. Kaliforniya’dan bana yıllardır mektup yazan bir adam var. Ailesi, evi ve ülkesiyle ilgili tüm haberleri sanki bir arkadaşıymışım gibi yazıyor ama hiç tanışmadık. Beni Amerika’ya misafiri olarak çağırdı. New York, San Francisco… Amerikayı görmeyi gerçekten isterim.”

Zamanda gezip tozabilen karakter, bir hayalet gibi geçti ve Charles Dickens’ın Amerika eleştirilerini içeren Martin Chuzzlewit adlı romanından birkaç satırlık bir notu kimse farketmeden bir kenara bıraktı. Roman büyük bir aile içinde mirastan pay kapmak uğruna dönen entrikaları anlatıyordu. Çıkar çatışmaları sonucu insan ilişkilerinin ne kadar çirkinleştiğinden, aile içi gerilimlerin ne boyutlara ulaştığından sözediyordu. Amerika seyahatinin yer aldığı bölümlerde, Amerikan yaşam tarzı, gelenekleri ve siyasi düşüncesi nükteli bir üslupla eleştiriliyordu.

Nellie Bly, Seksen Günde Devriâlem roman fikrinin nasıl oluştuğunu sordu.

“Fikri bir gazeteden aldım,” diye cevapladı Bay Verne, “Bir sabah Le Siécle’in bir nüshasını elime aldım ve içinde dünyanın etrafının seksen günde dolaşılabileceğini gösteren bir tartışma ve bazı hesaplamalar buldum. Bu fikir beni memnun etti ve üzerinde düşünürken, meridyenler arasındaki farkın hesaba katılmadığını farkettim ve böyle bir şeyin bir romanda nasıl bir son olacağını düşündüm ve yazmak için çalışmaya başladım.”

Bay Verne, Nellie Bly’a seyahat planını sordu. “Calais, Brindisi, Port Said, İsmailiye, Süveyş, Aden, Kolombo, Penang, Singapur, Hong Kong, Yokohama, San Francisco ve tekrar New York.” diye cevapladı Bly.

“Neden kahramanım Phileas Fogg’un yaptığı gibi Bombay’a gitmiyorsunuz?” diye sordu Bay Verne.

“Çünkü zaman kazanmaya genç bir duldan daha çok önem veriyorum” diye yanıtladı Bly.

“Dönmeden önce genç bir dulu kurtarabilirsin,” dedi Bay Verne gülümseyerek.

Dul kadının kurtarılması hikâyesi 80 Günde Devriâlem yolculuğunun Hindistan bölümünde gerçekleşen bir olaydı. Bay Fogg ve Jean Pass, hem Süveyş-Bombay gemisinde hem de Bombay-Kalküta treninde birlikte yolculuk yaptıkları Tuğgeneral Sir Francis Cromarty ile birlikte, ormandan geçerken bir Raca’nın cenaze alayına denk geliyorlardı. Kalabalığın arasında güçlükle ayakta duran ve Brahmanlarca sürüklenenen genç bir kadın görürler. “Bir Avrupalı gibi beyaz ve genç bir kadındı bu.” Tuğgeneral Cromarty, dul kadının kocası ile birlikte yakılacağını, bunun gelenek olduğunu söyler. Bay Fogg kadını........

© P24


Get it on Google Play