Çöküşe Rıza 3
kapatılsın!
Bir tartışmaya bende katılayım dedim; naçizane görüşümü paylaşarak… Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması gerektiğini düşünüyorum ve inanın kapatılması halinde “asgari demokrasi” şartlarında herhangi bir olumsuz değişikliğin olmayacağını da iddia ediyorum. 60 yaşındayım ve gazete okumaya başladığımdan beri –ilkokul öğretmenimizin sıkça verdiği ödevlerden biriydi gazete okuyup önemli gördüğümüz haberlerin özetini yazmamız- şu anayasa ile uğraşır dururuz; sayısız sessiz değişim bir yana, bol geldi dar geldi tartışmalarıyla, keyfe göre –aynen keyfe göre- yapılan değişikliklerle otoriteye meşruiyet kazandırmanın yollarından birisidir –siz bunu sürdürülebilir faşizm olarak da okuyabilirsiniz- anayasa. Ve dolayısıyla onun “yüce mahkemesi.
Sonuç itibarıyla 12 Eylül faşizminin hazırladığı anayasaya bu milletimiz ’le onay vermedi mi? Bu çöküşe rızanın adıdır, bu çöküşün başlangıcıdır. Ondan birkaç sene sonra 12 Eylül’ün has evladı, rüşveti, hırsızlığı meşrulaştırıp bunları kültürel bir unsura dönüştüren –sonradan demokrasi havarisi ilan edilen- Özal “anayasa bir kerecik ihlal edilse bir şey olmaz” demedi mi? Hadi o dedi; peki zamanın anayasa mahkemesi buna karşılık ne dedi; bakın arşivlere, hiçbir şey; derin suskunluk…
Bu ülkenin unvanları sayfalara sığmayan koca koca hukukçuları üniversite hocaları Evren’e onursal doktora vermek için sıraya girmedi mi? Hem de hukuk! Bu zavallıların da aralarında olduğu öğretim üyeleri sofistike bir faşist olan Ecevit’in kapısında ya da Anıtkabir ritüellerinde salya sümük “paramız yetmiyor” diye ağladığını, insanlık adına unutmayı ya da görmezden gelmeyi bu “millet” tercih etmedi mi?
“Cüzdanla vicdan arasında kalıyoruz”… Bu sözler söylendi ve hakkıyla tartışılmadan ülke hukukunun mottosu olmadı mı? Tercihleri hangi yönde dersiniz?
Dinci-ırkçı faşizan sürece bakalım; anayasa mahkemesi aykırı birçok uygulamaya yasaya onay vermedi mi? Anlaşılan o ki şimdi iktidar lehine kıvırtacak bir açık bulamadılar ve sonra da başlarına gelmedik kalmadı! Bozuk saat misali doğruyu göstermenin, bir kereliğine bile olsa, ceremesini çekiyorlar. Tekrarlıyorum bu “mahkeme” kapatılsın; eminim ki biz “sıradan” yoksul ve sefil insanların yaşantısında hiç bir şey değişmeyecektir!
Bir soru daha; ülkede 80 tane hukuk fakültesi var; bu on yıllar yaşanırken buralardaki anlı şanlı “hocalardan” hukuk adına –ve insan adına- bir ses çıktı mı. Hayır.
Geriye kala kala bir avuç avukat kalıyor, “bizi” savunacak. Onlarında çoğu hapiste…
Hangi yolla iktidara gelmiş olurlarsa olsunlar ya da erksel genişliliklerinin niteliği ve niceliği ne olursa olsun çağımızın otoriter liderlerinin / sultanların varoluşlarının sürdürülebilir olması binlerce yıllık mirası insana karşı ve insana rağmen kullanmakta son derece başarılı olmasından geçiyor. Otokrasi bir kurgudur. Bu kurgunun sağlamlığını sağlayan şey kendisinden çok retoriğinin kutsallaştırılmış ikna ediciliğinde aranmalıdır ve yapacağımız sorgulamalarda her daim benzer argümanlarla karşılaşırız. Varlığının/gücünün yegâne kaynağının diğerleri/insanlar (halk, tebaa, sürü, güruh vs.) adına, onların iyiliği adına kullanılmak üzere görünmez elin göksel müdahalesi olduğuna dair ikna kabiliyeti vardır.
Burada erk sahibi için sorun, otoritesini sonlandıracak bir “dönüşümün” olmamasının herhangi bir yolla sağlanmasıdır ki, bu yolların tümü tanımlanmasını otokrasi kavramı içinde bulur. Mutlak bir iktidarı tanımlayan otokrasinin, üzerinde iktidar kurulan “şeyden” bağımsız olacağı düşünülmelidir, o bu haliyle başlı başına bir bütündür ve ona bu sarsılmaz bütünlüğünü veren de onu iktidar yapan ve orada tutan unsurların toplamıdır. Yöneten-yönetilen, sahip olan-sahip........
© Nokta Haber Yorum
visit website