EY MÜSLÜMAN! BULDUĞUM YERDE MİSİN?
Akıl almaz bir dönüşümün ve savrulmanın şiddetli fırtınaları esiyor. Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda bize hakkı ve hakikati, batılı ve zulmü, beşeri ideolojilerin, dünyevi iktidarların taguti nizamlar olduğunu öğretenler, ne hikmete şimdi başka şeyler söylüyor. Sultanın sofrasının yakıcı rüzgârından alabildiğince kaçanlar, şimdi aynı sofradan balı kaymağı ekmeğine sürüp yiyorlar.
Durduğun yerde durabilmenin, hakikate yaslanmadan imkânsız olduğu malumdur. Zira hakikat hakikattir. Hakikatin vahiydir, verilidir. Sonradan üretilme, insan ürünü değildir. Fakat postmodern cahili dönemde her şeyi birbirine girdi. Artık üretilmiş değerler verili olanların önüne geçti. Hakikat itibarını kaybetti. Herkes durduğu yeri terk etti.
Terk etmenin her türlüsünü yaşıyoruz. Ekonomik olarak, sosyolojik olarak, siyasi olarak, aileler olarak, arkadaş eş-dost olarak, fikri düşünsel olarak, akla gelebilecek ne türlüsü varsa, olduğun yerde durmanın imkânsızlığını en deruni şekilde hissediyoruz.
“Bak, ben aynı yerdeyim, bıraktığın gibiyim, nerede tanıştı isek orada durmaktayım, nitelik olarak hiç değişmedim” türden ifadeler, muteber olmaktan çıktı. Şimdilerde ise, “hep aynı yerde misin?”, “Yerinde mi sayıyorsun?” gibi cümleler, yerinde duranları alayvari küçümsemeyi ifade eder oldu.
Aynı yerde olmak, aynı düzende istikrarı korumak bir zamanlar matah bir şeydi, şimdi kerih görülemeye başlandı. “Hala sen orda mısın?” Olduğun yerde duramamanın en can yakıcı olanı, tarifinde yeterli ifadelerin bulunmadığı ideal değerlerin sürece uyarlanması, mevcut olanın kuşatıcı atmosferini derinlemesine teneffüs etmesidir. Hiçbir zaman ve mekânda asla değişmeyecek değerlerimizin olduğu düşüncesi makbul iken, şu yalan dünyada, her şeyin değiştiğine dair kanaat kanıksanmış oldu.
Yan yana durmaktan hicap ettiği kişilerle, önünden geçmeyi bile kerih gördüğü kurum ve kuruluşlarla, haşır-neşir olması, daha da ilerisine bile cevaz bulması, bu günlerinde gelip geçici olduğunu unutması, bir Müslümana dert olup da yetmez mi? Siyasi entrikalara sessiz kalması, saman altından su yürütmesi, hile-i şeriyye diyerek her türlü haltı yemesi neyle izah edilebilir? Artık ben anladım ki; daha iyi olmaktan önce, cesaretini kaybetmeden olduğun yerde sabitkadem durabilmek, başlı başına bir başarı. Neyimiz vardık ki kaybettik de, geri almak için her şeyimizle caiz olmayan usullerle seferber oluyoruz? Müslümanlığımızla bir hak ediş elde edemeyenler olarak, başımıza kakılarak verilmiş olanların kaybedilmesi gibi sıkıntı olabilir mi? Kazanılmışları (!) kaybetmeme (!), açılan alanları (!) daraltmama gibi temeli vesveseye dayanan önermeler, aslında neye tekabül ediyor hiç........
© Mir'at Haber
visit website