Dönence
“Toprak kuşatınca ten kafesini
Yeni bir günedir göçümüz bizim
Kalkarız rüyadan uyanır gibi
Ben ki yeryüzüne ağdım ağalı
Dolandım cezbeyle yolculuğumu
Bekledim doğacak ufuklar gibi”
(M. Akif İnan-Yankı)
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur: “Padişahlardan biri, suçu olmayan birisinin haksız yere öldürülmesini emretti. Öldürülecek adam dedi ki: ‒Ey hükümdar! Bana duyduğun bu öfke sebebiyle kendi kendine zulmetme! Padişah, -Nasıl yani? diye sorunca, adam şu cevabı verdi: ‒Benim öldürülme işim bir saniyede olur biter. Fakat bu günahın azabını sen ebediyen çekersin.” Bu dünya, ahiretin sonsuzluğu yanında bir “hiç” hükmündedir.
“Kıyamet gününü gördüklerinde (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.” (En-Nâziât, 46)
*
“De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez…” (En-Neml, 65)
Pazar
Dünya bu!
“Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
Zamanı durdururum yüreğimde,
Sensiz geçtiği için,
Akrep yelkovana küskündür.
Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
Bil ki akrep yelkovanı geçerse,
Atan bu yüreğim durur.
Bırak bozuk kalsın, hiç değilse;
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.” (Turgut Uyar)
Mantiku’t Tayr (kuş dili) bir hikâye anlatılır dönüp dönüp okurum. Hikâye şöyle: “Çok uzun bir ömür sürmüş bir mezar kazıcı vardı. Birisi ona dedi ki: "Bir şey söyle, bir şey anlat bize! Bir ömür boyu mezar kazıp durdun. Yer altında şaşılacak ne gördün?" Mezarcı, "Sana şaşılacak bir şey söyleyeyim de halimi anla” diye cevap verdi. “Bu köpek nefsim, tam yetmiş yıldır mezar kazdığımı gördü de bir an bile ölmedi. Bir an bile Allah'ın emrine uymadı, ben de bu hale şaşırıyorum” dedi. Ardından Âşık Veysel’in dizeleri gelip kümeleniyor göğsüme; “Dünyada tükenmez murat var imiş, / Ne alanı gördüm ne murat gördüm ey / Meşakkatin adın murat koymuşlar, / Dünyada ne lezzet ne bir tat gördüm ey / Dünyada ne lezzet ne bir tat gördüm sevdiğim ey / Var mıdır dünyada gelip de kalan, / Gülüp baştan başa muradın alan ey.”
Ahvalimizi ortaya koyan bu iki güzel alıntı ile yolculuğuma başlıyorum. Her şeye alıştığımız /alıştırıldığımız bu zaman diliminde ne bu hikâyeler ne de bu şiirler bizi sarsmıyor. Çünkü artık soykırımlar, ölümler, intiharlar, kötülükler her şeyi ve herkesi normalleştiriyoruz. Canlı yayınlarda takip ediyoruz ya da telefonumuza düşen görüntüleri kaydırıp geçiyoruz. Geçiyoruz da kendimizden yani insan olandan vaz geçiyoruz.
Nefsimizin kazdığı kuyularda şehvetle dünyaya sarılıyoruz hem de ahiret için olduğunu iddia ederek üstelik. Sanki pazarlık yapmışta pazarlığında bir garanti elde etmiş tüccarların zihniyle yaşıyoruz. Kimimiz emlakçılığa bile soyunuyoruz. Ne acı ki artık yaşadığımız hayatta kendimize dönük hiçbir muhasebeye tahammül edemeyecek düzeydeyiz. Ancak başkaları mevzu bahis olduğunda en cengâver halimize bürünüp yakıp, yıkıp, kül edebiliyoruz. Nefsimize ağır gelen hiçbir şeyi anlamaya, anlamlandırmaya çalışmıyoruz. Nefsimizin gönlüne ne hoş geliyorsa bizim de gönlümüz o hoşluğa, o başıboşluğa razı geliyor ve kanatlanıp onun peşi sıra gidiyoruz.
Hiçbir şey bizi ürkütmüyor. Ne afetler ne belalar ne de musibetler bize dur diyemiyor. Modern hayatın kollarında sürdürdüğümüz dansı ister dindarlıkla ister muhafazakârlıkla ya da liberallikle........
© Milli Gazete
visit website