Milli sağlık ve şuur manifestosu
Şehrin "seçkin" addedilen restoranlarından birindesiniz ya da şık bir balıkçıdasınız. İçerisi loş, garsonların kılığı janti... Önünüze gelen yemek, pırıl pırıl parlayan bakır bir sahanda, otantik görünsün diye toprak bir güveçte ya da üzeri nakışlı ağır işli ama dekoratif bir tepside servis ediliyor. Gözleriniz o sunumun "havasına", o metalin ışıltısına takılıyor. Oysa o ışıltının ve otantikliğin ardında, bedeninize sızan karanlık bir suikast, bir "mış gibi yapma" tiyatrosu oynanıyor.
Bu tiyatronunbir acı perdesi de üretim ve denetimde yaşanıyor. Avrupa, bırakın bardağın kendisini, organik reçineden üretilmiş tertemiz karton bardakların bile dış kolisinde "geri dönüşüm işareti" yok diye malı ülkeye sokmuyor, gümrükten geri çevirip üreticisine dünyayı dar ediyor. Onlar için standart, bir "beka" meselesi.
Peki ya biz? Batı'nın etiketine bile tahammül edemediği yerde biz ne yapıyoruz? Şimdi diyebilirsiniz ki; "Bunlar burada mı üretiliyor, olur mu öyle şey, devlet varken nasıl zehirleniyoruz?" Evet, maalesef bile bile zehirleniyoruz. Bu bardaklar bizzat burada, merdiven altı atölyelerde, hiçbir denetime takılmadan rahatlıkla üretiliyor ve iç pazarda peynir ekmek gibi eriyor. Neden? Çünkü talep var. Çünkü biz milletçe yahniye odaklanıyoruz, etin ucuzluğuna değil. Ucuz olsun da ne olursa olsun diyoruz. O kalitesiz bardağa sıcak su konduğunda, suyun üzerinde yağ gibi bir katman, bir tabaka oluşur hani... İşte o, zehrin ta kendisidir. O katmanı çay kaşığıyla kenara itip içmeye devam etmek de bir çözüm değil; o plastik, o kimyasal çoktan suya karıştı bile.
Şimdi kendi kendimi, kendi hayatımı sorguluyorum. Annem 63, babam 61 yaşında bu dünyadan göçüp gittiler. Belki de bu yediğimiz içtiğimizden, soluduğumuz zehirden... Bu korkunç "zehirlenme algoritmasına" göre, benim de bir ayağım çukurda demektir. Rabbim ömür verirse, yavaş yavaş zehirlenmemeye dikkat ederek geçecek bir 20 senem mi kaldı geriye? İnsan düşünmeden edemiyor; biz neyin bedelini, ne kadar erken ödeyerek yaşıyoruz?
Aynı gaflet, restoranlardaki sunumlarda da ölümcül bir cehalete dönüşmüş durumda. Kadim medeniyetimizde "şifa" olan bakır, bugün ehil olmayan ellerde bir silaha dönüşüyor. Dikkat edin; o lüks restoranlarda önünüze gelen, sırf "görsel algısı var" diye kullanılan tepsilerin, o nakışlı kaselerin çoğu gıdaya uygun........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein