menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İnsan kalabilme sanatı

15 0
previous day

2025’in son düzlüğündeyiz. Takvim yaprakları sadece zamanı değil, bildiğimiz dünyanın eski kurallarını da birer birer döküyor önümüze. Küresel güvenlik mimarisi, sert bir rüzgârda kalmış paslı bir iskele gibi sarsılıyor. Sadece sınırlar değil, zihinler de yorgun.

Peki, dışarıda esen bu metalik fırtınadan nereye sığınacağız? Cevap sandığımızdan daha yakın, ama bir o kadar da unutulmuş bir yerde: Kendi içimizde.

Bu sığınağın neden elzem olduğunu anlamak için, önce başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmamız gerekiyor. Artık orada kuşlar değil, sessizce süzülen gözlem makineleri var. Savaş, vicdanın devre dışı bırakıldığı, ekran başındaki soğuk bir hesaplamaya dönüştü.

Gelin, bir kaylule arasında o sahnenin tam içine girelim:

Binlerce kilometre ötede, penceresiz bir oda... İçeride genzi yakan o steril, mekatronik kokusu ve bilgisayar fanlarının monoton uğultusu var. Odanın ısısı sabit, hava yapay ve kuru. Operatörün yüzüne sadece monitörlerin buz mavisi ışığı vuruyor. Parmağı, pürüzsüz plastikten yapılmış ateşleme tuşunun üzerinde, hissizce bekliyor.

Ama önündeki yüksek çözünürlüklü ekranda bambaşka bir iklim, bambaşka bir doku var:

Kızıl topraklı bir avlu... Köşede dumanı tüten bir tandır fırını var. Havada, yanan odunun o isli rayihasına karışmış taze pişmiş ekmeğin sıcak kokusu asılı duruyor. Hemen........

© Milat