Eski PKK yöneticisi Nizamettin Taş: “Kürtler açısından önemli olan PKK’nin silah bırakması değil Suriye’deki kazanımların korunması”
1986’da PKK’ya katılan, 1995’te örgütün askeri kanadının başına geçen Botan kod adlı Nizamettin Taş, 2004’te Osman Öcalan, Hıdır Yalçın, Kani Yılmaz gibi isimlerle PKK’dan ayrılarak PWD adlı bir örgüt kurdu, fakat PWD kısa süre içinde etkisini kaybetti. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde yaşayan Taş ile Bahçeli’nin başlattığı İmralı açılımını daha önce konuşmuş ve 2 Aralık 2024’te yayınlamıştık. Taş ile bu kez İmralı heyetinin temaslarını, Öcalan’ın açıklamasını ve sürecin Suriye Kürtleri ekseninde seyrediyor olmasını konuştuk.
Taş: Cumhur İttifakı’nın Erdoğan’la düzenli istişarelerde bulunan tek lideri Devlet Bahçeli’dir. Devletin bekasını ilgilendiren tüm konularda kendisine her türlü istihbarat bilgileri sunulmakta, düşünceleri sorulmakta ve çözüm önerileri alınmaktadır. BAAS rejiminin devrilmesine dönük planlamanın, aylar öncesinden yapıldığına dair pek çok haber dolaşımda bulunmaktadır. HTŞ lideri Colani ve en son Hakan Fidan’ın kendisine pay çıkaracak şekilde yaptığı bir dizi açıklamadan anlaşılacağı üzere Esad rejimini deviren harekatın asıl yürütücü gücü Türk devletidir. Trump bu girişimi, Erdoğan Suriye’ye çöktü biçiminde ifade etmektedir. BAAS rejiminin sonunu getiren, ona zemin hazırlayan asıl belirleyici gelişme, Amerika’nın yıllardır uyguladığı sıkı ambargo ve İsrail devletinin İran İslam Cumhuriyeti’nin Ortadoğu’daki etkisine son vermek için birçok cepheden sürdürdüğü savaştır.
HTŞ örgütünün çok zayıf konumdayken kısa bir sürede BAAS rejimini devirmesine yol açan tüm kilometre taşlarını İsrail ordusunun döşediğine dair en ufak bir kuşku yoktur. İsrail ordusunun İran, HAMAS ve Hizbullah karşısında aldığı olağanüstü askeri başarı olmadan HTŞ gibi militan ancak ilkel bir örgütün Esad rejimini devirmesi mümkün değildi.
Tüm askeri başarısına karşın HTŞ harekâtını planlayan asıl beyin İsrail devleti değil, İngiliz İstihbaratıdır. İngiliz istihbaratının Amerika, İsrail, Türkiye, Avrupa ve Arap devletlerinden bihaber bu planlamayı yaptığını ileri sürmek kadar absürt bir düşünce olamaz. Özellikle Amerika ve Türk tarafının bu planlamada çok aktif yer aldığını hatırlatmaya dahi gerek yoktur.
Planlamasını İngilizlerin yaptığı, zeminini Amerika ve İsrail’in döşediği ve Türkiye’nin bizzat yönettiği bir harekattan Devlet Bahçeli’nin haberdar olmaması eşyanın tabiatına aykırıdır.
Taş: BAAS rejiminin yıkılması, Türkiye açısından şüphesiz tarihsel bir fırsattır. Fakat burada asıl önemli olan rejimin yıkılması değil, iktidar değişikliğinin yol açacağı gelişmelerin doğru belirlenmesi ve buna karşı alınması gereken tedbirlerin yol ve yöntemlerinin bulunmasıdır. Bu konuda Türkiye açısından İngiliz aklı ve stratejisinin devreye girdiği anlaşılmaktadır.
Londra’da CIA direktörüyle yaptığı toplantıdan sonra İngiliz istihbarat başkanının Türkiye’ye geldiği ve muhataplarıyla bir dizi görüşme yaptığı, zaten basına yansımıştı.
Türk devletinin Ortadoğu ve özel olarak Suriye konusunda ağırlıklı olarak İngiltere’nin sürdürdüğü inisiyatife yakın durduğu görülmektedir. Türk-İngiliz görüşmelerinde Erdoğan’ın Devlet Bahçeli ikna edilmeden bu sürecin başarıya ulaşma şansının olmadığını söylediği rivayet edilmektedir. Birlikte hareket edildiğine göre, Bahçeli’nin bu minval üzerinden ikna edildiği anlaşılmaktadır.
Bahçeli gibi tüm ömrünü Kürt düşmanlığı üzerinde inşa etmiş bir lideri, kendisinden beklenmeyecek tarzda, yeni bir süreci başlatmak zorunda bırakan Ortadoğu’daki gelişmelerin ana seyri nedir?Almanlara ait olduğu söylenen çok çarpıcı bir söz vardır: “Ağaçlara bakarken ormanı görememek”. Bu deyim kadar Ortadoğu ve Türkiye’deki gelişmeleri özetleyebilecek başka bir tanım bulmak mümkün değildir.
Diğer ülkeleri bilmiyorum, fakat Türkiye’de, hiçbir stratejik tahlil yapmadan ve ağırlıklı olarak algı operasyonlarına dayanarak hemen her konuda ahkam kesen sayısız yorumcu bulunmaktadır. Güvenlik uzmanları; üzerine vazife olmadığı halde magazin dahil hemen her konuda sirk cambazları gibi şov mahiyetini aşmayan hararetli tartışmalar yaparken, işin en komik tarafı hayatında silah yüzü görmemiş değişik unvanlı pek çok sıradan kişi, kurmay subayların bile cevap vermekte zorlandıkları en çetrefilli savaş konularında bir mareşalden daha derinlikli tahlil yaptığını sanmaktadır.
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Şüphesiz Türk televizyonlarında yapılan tüm yorum ve tartışmaları aynı toptan yaklaşımla mahkum etmek doğru değildir. Türkiye’de entelektüel birikime sahip, konularında uzman olan
saygın bilim insanları, gazeteci ve akademisyenler tarafından yapılan tartışma programlarında oldukça içerikli ve son derece isabetli değerlendirmeler yapılmaktadır. Ne yazık ki, düşünce iklimine zenginlik katan bu beyinler, giderek anaakım medyadan dışlanarak sesleri tamamen kısılmaya çalışılmaktadır.
Türkiye’de, Ortadoğu’daki gelişmelere ilişkin, ağırlıklı olarak algı operasyonlarına dayanan değerlendirmeler yapılmaktadır. Daha düne kadar “İsrail devleti Türk sınırına dayanacak” diye feryat figan eden kesimler, Esad devrildikten hemen sonra meydana gelen değişimden dolayı tüm Ortadoğu’yu yeniden fethetmenin koşullarını yakaladığını sanacak kadar bir uçtan diğer uca savrulan yaklaşımlar göstermektedir.
Türkiye’deki iktidarın Ortadoğu’daki gelişmelere yaklaşım tarzı, istikrardan yoksun ve günlük gelişmelere göre şekil alan tutarsız bir içerik taşımaktadır. Zor karşısında tavizkâr, fakat herhangi bir fırsat yakaladığında, Ali kıran baş kesen gibi anında saldırgan bir konuma geçilmektedir. Daha önce tehdit etmediği, sorun yaşamadığı tek bir ülke bırakmayan Türkiye, bu politikanın işe yaramadığını gördükten sonra, adeta bela olduğu devletlerle yeniden ilişki kurmak için, her türlü tavizde bulunmayı marifet sayacak kadar çıtayı düşürmektedir. Esad rejiminin devrilmesinden bu yana, sanki komşu devletlerle yeniden barışmak isteyen kendileri değilmiş gibi, bir anda o eski tehditkâr ve güven vermeyen maskesini takınarak tekrar “bir gece ansızın gelebilirim” tavrına dönmüş bulunmaktadır.
Sıradan halkın bayılarak dinlediği ve sürekli tekrarlanan “bir gece ansızın gelebilirim” tehdidi içerikten yoksun, devlet adabına uymayan bir üslup ifadesidir. Bu üslubun kuşku yok ki psikolojik savaş cephesinde yıkıcı, caydırıcı bir karşılığı vardır, ne var ki, politik içerikten yoksun ve üst perdeden savrulan her tehdidin eninde sonunda bumerang gibi dönüp dolaşıp sahibini vurduğu ve uzun vadede hiçbir stratejik başarıya yol açmadığını kanıtlayan sayısız örnek bulunmaktadır.
Türkiye Esad rejiminin devrilmesini tanrının bir lütfu gibi görmektedir. Osmanlı döneminde olduğu gibi yeniden Ortadoğu’ya egemen olmanın kapılarının ardına dek açıldığını sanacak kadar gerçeklerden kopuk hareket etmektedir. Kendi gücünü aşan niyetler beslediğini gizleme gereği bile duymadan resmen tüm bölgenin kendi kontrolünde olması gerektiğini söylemektedir.
Türkiye’nin, sürekli atıfta bulunmasına karşın, mevcut durumda zorla benimsetmeye çalıştığı proje Osmanlı İmparatorluğu’nun değil, İttihat Terakki’nin felaket getiren maceracı politikasını çağrıştırmaktadır. Şu gerçeğin bilinmesinde fayda vardır: Ortadoğu’da sürmekte olan güç savaşının ana aktörleri, Türk devleti Suriye’de istediği gibi at koştursun diye Esad rejimini devirmedi. Oysa yaratılmak istenen algı budur ve iktidarın en azından bir kanadı adeta bunu vazgeçilmez kılıç hakkı olarak görmektedir.
Hemen belirtelim aynı hatayı yıllar önce İran İslam Cumhuriyeti yapmıştı. Saddam rejiminin devrilmesinden sonra Irak coğrafyasına egemen olan İran İslam Cumhuriyeti gücünün etkisini
abartarak tüm Ortadoğu’dan Amerika ve koalisyon güçlerini söküp atabileceğini ve hızını alamayarak İsrail devletini yeryüzünden sileceğini iddia edecek kadar güçlendiğini sanmaktaydı. Fakat gecikmeli de olsa, gelinen aşamada, İran İslam Cumhuriyeti’nin o heybetli, tehditkâr etkisi tüm Ortadoğu’dan sökülüp atılmış bulunmaktadır. Şimdi asıl geleceği belirsiz olan ve akıbetinin ne olacağı tartışılan ülkelerin başında İran İslam Cumhuriyeti gelmektedir. Bunca deneyimden sonra hâlâ aynı hatayı Türk devletine yaşatmaya hevesli ve tıpkı Enver Paşa gibi kendi boyunu aşan maceralara yelken açmak isteyen bir kliğin, ortaya çıkan tarihi fırsatı değerlendirmek adına gözükara bir biçimde “yürü ya kulum zafer senindir” dediğini duymaktayız.
Devreye giren İngiliz aklının Bahçeli’yi ikna ederken öne sürdüğü argümanların esas amacı devleti bir maceraya sürüklemek değil, Ortadoğu’da meydana gelen olası değişim ve gelişmeler karşısında alınması gereken savunma tedbirlerini içermektedir. Bahçeli’nin yaptığı çıkışın altında Türkiye’nin güvenlik kaygıları yer almaktadır. Bahçeli’nin ısrarla “Öcalan çıksın bir an evvel terörü bitirsin” demesinin esas amacı fırsatları değerlendirerek emperyal heveslere kapılmak değil, savunma içerikli tedbirlerin gecikmeksizin alınmasını öngörmektedir. Fakat, gel gör ki, savrulan tehditler, açıklanan niyet ve hayata geçirilen icraattan anlaşıldığı kadarıyla devlet nezdinde Türkiye’nin savunma pozisyonunu güçlendirmek ve mümkünse ortaya çıkan fırsatlardan yararlanmak isteyen kesim ile “elimize tarihi bir fırsat geçmişken Osmanlı döneminde olduğu gibi etki alanımızı Ortadoğu coğrafyası geneline yayalım” diyen daha hevesli bir ekip arasında kıyasıya rekabet yaşanmaktadır.
Yayılmacı emeller peşinde koşan kesimlerin içinde bulunduğu en vahim hata Ortadoğu’da artık geçmişte olduğu gibi Türk tahakkümüne rıza gösterecek hiçbir zemin ve yapının olmadığını görmemesidir.
Yapılan bir başka stratejik hata Türkiye’nin etki alanını genişletmeye çalışılırken, bunun Türk-Kürt ittifakına dayanmadan gerçekleştirilmek istenmesidir.
Osmanlı İmparatorluğu Kürtlerin desteğini arkasına alarak genişlerken, Türk devleti tam tersine başta Rojava olmak üzere tüm Kürt kazanımlarını yok ederek etkinlik kurmaya çalışmaktadır. Kürt desteğinden yoksun bir stratejinin geçmişte olduğu gibi günümüz koşullarında başarıya ulaşma........
© Medyascope
![](https://xhcrv35j.dev.cdn.imgeng.in/img/icon/go.png)