Mehmet Tatlı yazdı: 17 bin faili meçhulün Fatih Altaylı’nın gömleğinin ütüsü kadar değeri yok mu?
Geçtiğimiz günlerde “Sürecin birinci yılında Kürt hareketi nereye” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Yazıda, Kandil’in fesih ve silah imha töreninin ardından bir geçiş sürecine girdiğini ve basın ve sosyal medya faaliyetlerine ağırlık verdiğini belirtmiştim.
Kendini fesheden PKK, “Özgür Düşünceler” adıyla bir site kurmuş; Kürt sorunu, demokratikleşme, toplumsal cinsiyet paradigmaları ve ekoloji başlıklarında siyasi ve ideolojik yaklaşımını kayda geçen içerikler yüklemeye başlamıştı.
22 Ekim’de başka bir konu üzerine çalışırken Fatih Altaylı’nın 1997’de Lübnan’da gerçekleştirdiği Abdullah Öcalan röportajına şans eseri rastladım. Bir saniye bile düşünmeden, tek kelimesini dinlemeden, suç teşkil edip etmediğine bakmaksızın hemen X’e yükledim.
Hemen ardından Medyascope, 28 yıllık bir sansürü ortadan kaldırma yönünde tarihe geçecek bir sorumluluk göstererek videoyu kendi YouTube kanalında yayınladı.
Öcalan’ın sözleri üzerine Yıldıray Oğur gibi bazı liberal yazarlar, dönemin siyasi atmosferini “sondajlayan” kronolojik analizler kaleme aldı.
Oysa röportaj yalnızca geçmişe ışık tutmuyor; bugün hâlâ “vatanseverlik” kisvesiyle kurumsallaştırılan Erdoğan otoriterliğinin nasıl inşa edildiğine dair son derece kritik bir kuramsal çerçeve sunuyordu.
Ne yazık ki röportajın bugünden bir okumasına henüz kimse cesaret edebilmiş değil.
Röportajın neden yayınlanmadığını ya da devletin Türk basını üzerinde kurduğu sansür mekanizmalarını uzun uzun anlatmaya gerek yok. Atatürkçüsünden muhafazakârına, Türk basınının 1923’ten bugüne rejimin kontrolü altında hareket ettiği (ufak gecikmeler ve sapmalarla da olsa) ortada. Bunun en güncel örneklerden biri, SZC TV’nin TELE1’e atanan kayyumu “perdelemesi” oldu. Öyle ki kayyum atanan TELE1’in sunucusu İnan Demirel bu konudaki tespitlerini YouTube’dan kamuoyu ile paylaştı.
Altaylı’nın Öcalan röportajına getirilen sansür bugün artık delinmiş olsa da bu kayıt, Türk basınındaki başka bir kronik sorunu da açığa çıkardı: Oto-sansür.
Çözüm sürecinin orta yerinde, Türkiye’nin en popüler gazetecisinin 28 yıl önce Türkiye’nin en çok aranan vatandaşıyla yaptığı röportajı sansürlemeye devam eden medya çevreleri, bu tutumu üç görünür gerekçeyle benimsedi.
İlk ve en önemli gerekçe, 90’lı yıllarda ülkeye egemen olan ve Öcalan’ın “çeteler” olarak nitelediği grupların hedefi olmamak. Bu “çetelerin” ürettiği “düşman” ikliminde bugün hâlâ sermayesi palazlanan kurumsal yapılar bulunduğu gibi, “hedef olmama” kaygısını taşıyan pek çok dürüst medya kuruluşu ve gazeteci olduğu da muhakkak.
İkinci gerekçe, “yeni” rejimden icazet beklemek. Kürt sorununu yüz yıldır devlete havale etmiş basın, bu mühim röportaj hakkında da AKP devletinin de niyet ve tavrını görmek istiyor olabilir.
Üçüncü gerekçe ise, röportajın Abdullah Öcalan’ı “vatansever bir Türkiyeli” aktör olarak görünür kılmasının ulusalcı ve milliyetçi tabanda yaratacağı tepkinin altında ezilme korkusu. Gerekçeler değişmiyor: Fatih Altaylı’yı 28 yıl susturan da bu üç gerekçeydi; bugün dönüp baktığımızda Altaylı’yı basın faaliyetleri sebebiyle........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Tarik Cyril Amar