menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ahmet Altan ile söyleşi: “Yazı insanı özgürleştirir, bir ekip devleti yönetemediğinde zorbalaşır”

18 1
23.12.2025

Yazar Ahmet Altan, yeni romanı “O Yıl”ı Medyascope’tan Emir Berke Yaşar’a anlattı. Altan, cezaevinde yazarlık deneyiminden, aşkın insanı nasıl dönüştürdüğünden bahsetti. Altan, güncel siyasi gelişmelere dair de değerlendirmede bulundu.

Yazar Ahmet Altan’a yeni kitabı “O Yıl” vasıtasıyla ulaştık. Kendisi de bizi kırmadı ve evinin kapılarını Medyascope‘a açtı. Söyleşiye başlamadan önce Altan’a kendisini nasıl hissettiğini sorduk, “Fevkalade” cevabını aldık.

Ahmet Altan cezaevinden çıktıktan sonra yazdığı romanı “O Yıl”ı konuştuk. Bir yazar için içeride olmak ile dışarıda olmak arasındaki farkın çok da önemli olmadığını ifade eden Altan, yazma eyleminin mekândan bağımsız bir özgürlük alanı yarattığını söyledi:

“Benim açımdan cezaevi ile dışarısı arasında büyük bir fark yok. Nerede yazdığım pek fark etmez, tüm yazarlar için bu böyledir. Yazacak bir konun varsa, nerede olursan yazarsın.”

İşte Ahmet Altan ile söyleşimiz:

Bizim yakın tarihimiz çok ilginç bir tarih. Bizde tarihi çarpıtarak anlatırlar. Siyasi iktidarlar kendilerine göre bir tarih yaratırlar. Tüm dünyada da iktidarlar kendilerine göre bir tarih oluştururlar, burada da oluşturdular. Edebiyatçılar, sinemacılar ve ise gerçeğin üstüne işler yapmayı severler.

Osmanlı’nın son dönemleri çok karmaşık ve ne yazık ki kendisinden sonraki yüz yıla da damgasını vurmuş bir dönem. Bugünleri anlamak için Osmanlı’nın son dönemine bakmak lazım. Oradaki hastalık hiçbir zaman iyileşmedi. Hep ileriye sirayet etti.

Abdülhamit gibi çok zeki ama paranoyak baskıcı bir padişah vardı. Olağanüstü istihbarat ağı kurmuş, sürekli jurnaller geliyor, inanılmaz bir baskı var… Buna karşı çıkan İttihatçılar var. Abdülhamit’i deviriyorlar ve Abdülhamit’ten daha berbat bir rejim kuruyorlar. Daha baskıcı, daha zorba, daha katil bir rejim.

İttihat Terakki’nin zihniyeti, eylemleri kendisinden sonra gelen Cumhuriyet’i fazlasıyla etkiliyor. İttihatçılık ile Cumhuriyet birbirinin devamı gibi. İttihatçı zihniyet ise hâlâ sürüyor, hala zorbalık ve baskı alkışlanıyor.

İttihatçılar kendini halkın öğretmeni gibi görüyorlar. Bu değişmedi, kim gelirse gelsin kendini halkın öğretmeni görüyor, halkın da çocuk olduğunu düşünüyor. Çocuklardan biri itiraz ederse onu da döverek cezalandırıyor.

Öte yandan hem bugünü hem bütün yüzyılı anlamak, bu toplumun içinde bulunduğu şartları, zihniyeti, çıkmazları görmek için Osmanlı’nın son dönemine bakmak gerekir. Bu nedenle Osmanlı’nın son dönemleriyle ilgileniyorum. Öte yandan o dönemde yaşananlar edebiyat açısından çok zengin bir malzeme.

İttihatçılar çok büyük sayılarda Ermenileri öldürdüler. Aslında bu bir devlet politikası değil, devletin bütünü bu soykırıma sahip çıkmıyor. Bu, Talat Paşa ve etrafındaki çetenin gerçekleştirdiği bir soykırım. Devletin içinde birçok üst düzey bürokrat, durdurmaya güçleri yetmese de yapılanlara karşı çıkıyor. Devletin bütünü bu işin içinde değil.

Talat, bu yaptığının anayasaya aykırı olduğunu, imparatorluğun çıkarlarına aykırı olduğunu söyleyen herkesi görevden alıyor. O cinayetleri işleyenlerin çoğu üst düzey bürokratlardan değil. Devletin bütününde Maliye Bakanı Cavit Bey gibi bu işe karşı çıkan çok kişi var. Onun için bunu devletin yaptığı saptamasında değilim.

Ayrıca devletin sürekliliği var. Devletin sürekliliğinden dolayı insanlar 1915’te yapılana sahip çıkmalıymış gibi önümüze konuluyor, asla öyle değil. Önümüzde 1915 meselesine dair bir tercih var: Talat Paşa’yı da tercih edebilirsin, ona karşı çıkan Türkleri de tercih edebilirsin. Devlet yönetenler sürekli Talat Paşa’yı bir devlet gibi ortaya koyarak onun izinden gitmemizi söylüyorlar.

Konya Valisi, “Ben bu ilin valisiyim, celladı değil” diyerek Talat Paşa’ya karşı telgraf çekiyor. Bu da bizim atalarımızdan birisi. Bu kıyıma karşı çıkan ciddi insanlar var devlet içinde. O yüzden bu işi, devletin işi olarak görmüyorum.

Talat ve İttihatçı ekibin devlet yönetiminde ciddi bir beceriksizliği var. Toplumu yönetemiyorlar. Özgürlük sunamıyorlar. Ekonomiyi idare edemiyorlar. Hukuk sistemi kuramıyorlar. Bir ekip devleti yönetemediğinde zorbalaşır. Silahtan kendilerine bir yol devşirmeye çalışıyorlar. İçeride bir Ermeni soykırımı yapıyorlar, dışarıda harbe katılıyorlar. Bunlarla, berbat yönetimlerini kapatmak istiyorlar. Öte yandan bu katliamın ardında büyük bir servet transferi var. Ermenilerin mallarını İttihatçılara dağıtıyorlar. Servet transferi için de bu katliamı yapıyorlar.

Bu yaşananları, Tanrı’ya ve kadere bağlayamayız. Toplum, kendi geleceğine kendisi karar verebiliyor. Talat Paşa gibi birinin başa gelmesine izin veriyorsan acı çekersin.

Aşk, insanları değiştirir. Erkekleri olduğu gibi kadınları da değiştirir. İnsanın hayatındaki tüm hiyerarşiyi, öncelikleri değiştiren duygu vardır. Bir tanesi aşk, bir tanesi şehvet. Şehvet geldiğinde insanların gözü kararır, ne hiyerarşi kalır, ne insanların öncelikleri kalır, ne zümreler arası ilişki, ne de ırk kalır. Aşk da sanıyorum ki insanların bütün önceliğini değiştirir. En önemlisi gerçekten aşık olan biri ölümden korkmaz. Aşk, en temel duyguyu, en büyük korkuyu bile yok edebilecek bir şey. Aşık, sadece sevdiği insanın ölümünden korkar, kendi ölümünden değil. Ölüm korkusu ortadan kalktığında kişilik yapın değişir.

Tabii ki erkekler aşık olduğunda daha yumuşak olabilir. Bunu saklamak için de bazen aşırı sert olabilirler. İnsan duyguları tek boyutlu değil, sürekli kendi zıttını yaratan ve insanın içinde bir girdap oluşturan kısma duygular diyoruz.

İnsanı yaratan, birçok duygular koymuş ve bunlar dışarıda koymaya kıyamamış. O yüzden insanların içinde bir çok zıtlık var. Aşk, bütün bu zıtlıkların ötesine geçebiliyor ve kişiliğini değiştirebiliyor. Aşık birinin hayata ve ölüme bakışı değişiyor.........

© Medyascope